STK
Tanıl Bora

1945-1952 arasında faaliyet göstermiş bir Saygısızlıkla Savaş Derneği var. Yere tükürenlere, yasak tanımayanlara, başkasının rahatını bozanlara, “saygısızlıkların her türlüsüne” karşı mücadele etmek, “medeni” vatandaş şuurunu geliştirmek için çaba göstermişler.

Günümüzde de envai çeşit “ilginç” dernek mevcut. Mesela: Angora Tavşan Seven Şoförler Derneği, Kırıkkale’nin Otoparkçılarını Sevenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Kıtlama Şekerle Çay İçmeyi Sevenler Derneği... (Birileri internette “absürt dernek isimlerinden” görüntülü bir derleme yapmış: http://www.thegeyik.com/yurdum-insaninin-derneklesmeyi-ne-kadar-benimsedigini-gosteren-17-absurt-dernek-ismi/)

Bu listede olmayan bir Trabzonlu Dernek Başkanları Derneği’ni biliyorum; dernekçiliğin “kariyerizm” ve unvan merakıyla ilgisine dair şüphelere güzel örnektir. Bazı derneklerin, bu tür “küçük çıkarlardan” öte, mesela kumar oynatmak gibi “başka işlere” perde işlevi gördüğü de bilinir.

Buna rağmen, Türkiye’de dernekleşmenin görece zayıf olduğunu biliyoruz. Ahmet Yücekök, yerli siyaset sosyolojisinin klasikleşmiş denebilecek çalışmasında, 1946-1968 dönemini inceleyip, zaten büyük olmayan dernek yekûnu içinde en büyük kısmı cami yaptırma derneklerinin oluşturduğunu göstermişti. (O bunu ‘sahici’ bir modernleşmeden geri kalmanın emaresi olarak yorumlamıştı.) 1968’den sonra muhtemelen bir gelişme oldu; 1980 sonrasında, örgütlenmenin ve bizzat “örgüt” kelimesinin kriminalize edilmesi, dernekleşme enerjisine ket vurdu...

Cami yaptırma ve kaza-nahiye-köy dayanışma derneklerinin yanı sıra, “Kanarya Sevenler Derneği” adı mecazlaşmıştır. (Az evvel andığım derlemede Taklacı Güvercin Sevenler Derneği de bulunuyor.) Manasız dernek mecazı olarak kullanılır. Manasız; yani kamusal bir faydası olmayan, gayrı ciddi, biraz da fıttırık… Ben o fıttırıklıkta bir çeşit kamu yararı görürüm; sahiden taklalı güvercinlere takık olduğu için bir araya gelmiş, kendi merakını yemleyen, “sevgisini” paylaşan o insanlar (erkekler), toplaşmakla iyi yapıyor, güzel eyliyordur.

“Düğün dernek”  lâfındaki neşe boş değil; dernek kelimesi “terinmek” yani toplanmaktan geliyor. Bir maksat etrafında, bir ortak alâka etrafında bir araya gelmek, iyidir. İnsanları ‘yükseltir’. İnsanın, başka insanlarla insan olmasına dairdir. İnsanın toplumsallığına mayadır.

***

Dernek deyip duruyoruz; aslında dernek, modası geçmiş bir terim biliyorsunuz. Artık STK deniyor, sivil toplum kuruluşu. Ahmet Yücekök’ün Mehmet Ö. Alkan dostumla 1998’te Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan kitaplaşan çalışmasının adı Tanzimattan Günümüze İstanbul’da STK’lar adını taşıyor mesela. Dernekleri, eski adlarıyla cemiyetleri, retrospektif olarak, STK olarak anmaya eğilimliyiz artık. STK,

27 Şubat, önümüzdeki cumartesi, Dünya STK Günü. 2010’da Baltık ülkeleri STK Forumunca ilan edilmiş; 2014’te Birleşmiş Milletler nezdinde kabul görmüş.

***

STK, “modern” bir kavram; modern olmaktan gayrı da prestiji var; adındaki “sivil toplum” kavramından ötürü. Sivil toplum, sivilleşme, 1990’lardan beri bütün dünyada modernleşmenin, medenileşmenin, demokratikleşmenin simgesi zira. Türkiye’de ilaveten oradaki “sivil”e, askerî müdahalelerin biriktirdiği acze karşı, toplam –Aybarca söyleyelim– “ceberrut devlet” geleneğine karşı bir tutamak olarak yapışıldı.

STK teriminin galebe çalmasına alerji duyanlar da oldu. Genel olarak “sivil toplumculuğa” duyulan bir tepkinin bir şubesiydi bu tepki. “Sivil toplumculuk,“ iktidar hedefinden vazgeçmiş, apolitikleşmiş bir solculuk anlayışının alâmeti sayılmıştı. (Oysa, sivil toplum alanında mücadeleyi, o alanda güçlenmeyi iktidar olmanın zorunlu bir boyutu olarak düşünmek mümkündür.) Ayrıca, STK’lara, özelleşme çığırının bir vektörü işlevini yüklenmesinin verdiği rahatsızlığı eklemek gerekir. Devletin bazı kamusal işlevleri sırtından atıp “sivil topluma” devretmesi, sosyal devletin tasfiyesinin bir veçhesi, zira. Zamane STK ‘muhabbetinde,’ bunun da bir payı var. Milliyetçi-muhafazakar STK’larda tercih edilen “gönüllü kuruluş” terimi ve “hizmet” kavramı (gerek küçük harflisiyle gerek meş’um büyük harflisiyle), tam bu modele nazırdır. Keza, sivil toplumun “sektör” diye konumlandırılışı da…

STK teriminin revaç bulmasından duyulan rahatsızlığın bir nedeni de, onları ve genel olarak “sivil”i, siyaset-dışı hatta siyasetin “zıttı” gibi yorumlama eğilimi. Unutmayın; bu terimin hegemonyasından rahatsız olanlar, bir başka terimin, Demokratik Kitle Örgütü’nün unutturulması, kullanım dışı kalmasına itiraz etiler. Adı üstünde, demokratik olana, yani demos’a, halka ve yurttaş topluluğuna dayanmaya ve ona hitap etmeye, kendi içinde katılıma; kitlesel olmaya, yani maksadı çerçevesinde çok insanı kapsamaya ve örgütlenmeye, yani birlikte eyleme iradesine verilen önemdir, bu terimdeki ısrarın hikmeti.

Tanzimat dönemi cemiyetleri/dernekleri/STK’ları arasında mesela İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de olduğunu unutmayın. Bu ülkede siyasi partiler, 1961 Anayasasına kadar Dernekler Kanununa tabi idi ve hâlâ siyasi partiler kanunuyla dernekler kanunu birbirine “iltisaklıdır.” Yani derneği/STK’yı tanım gereği, ‘kafadan’ ve hepten siyaset-dışı saymak, öyle kabul etmek, anti-politik bir tutumun, siyasetin alanını alabildiğine daraltan bir tutumun ifadesidir.

Bir alerji unsurunu daha analım. STK “kültüründe,” –elbette bütün STK’larda değil-, dernekçiliğe ve demokratik kitle örgütçülüğüyle kıyaslandığında, gönüllü enerjisi daha kıt, daha profesyonelleşmiş bir yapının kendini göstermesi. Dernekçiden ve demokratik kitle örgütçüsü tipinden farklı olarak STK’lı tipi, meslek-iş edinmek anlamında da, bundan geçinmek anlamında da profesyonel. Elhak bazı STK’lar “kurumsal firmalara” benziyor. Tekrarlayalım, hepsi ve herkes değil. (Yine tekrarlayalım: farklı adlarla, aynı yapılardan söz ediyoruz; tanım, onların gerçekliğinin farklı veçhelerini ve farklı tarzları tarif ediyor.) Ama böyle bir STK/STK’lı “tipi” var.  Evet, “zamanın ruhu,” biraz da.

***

“Sivil” kavramının bir yakası, vatandaşlığa açılır. Balibar, sivil toplum alanını tanımlayan “sivil” ile vatandaşların ortak meselelerine dair örgütlenme alanını tanımlayan “sivik”i (civic) ayırt ediyor. (Balibar’ın fikrinde “sivik”teki vatandaşlık, devletçe tanınan statüden ibaret değildir, vatandaşların kendilerini bir vatandaş cemaati olarak kurmaya dönük kolektif eylemine dayanır.) Sivil toplum alanındaki örgütlenme ve faaliyet, belirli bir vatandaş topluluğunun özel bir ilgisini, bir çıkarını temsil eder. Bunu yaparken, bu özel ilgiyi kamusal ilgiyle, “ortak çıkar”la buluşturmaya, telif etmeye azmediyor da olabilir; veya bir özel çıkarı kamusal çıkar suretinde sunmaya çalışıyor olabilir. Sivil ile “sivik”in temas noktaları var yani. Hele hem siyasal alanın, hem sivil toplum alanındaki örgütlenme ve faaliyetin baskılandığı  koşullarda, bu temasın diri olması zorunlu. Yani STK deyince, tanım gereği “profesyonel” olması, takıntı halinde gayrı-politik ya da anti-politik olması gerekmiyor.

‘Modası geçmiş’ eski adlarıyla, dernek diye de anabiliriz onları, STK da diyebiliriz, neticede kamusallığın olanakları, nefes borularıdır; kamusal ilgiyi genişletirler. Kamusallığın tamamen devletle özdeşleştirilmesine karşı, kamusal olanın devletçe temellük edilmesine karşı vatandaş topluluklarının tedbiri olabilirler. Kamusal olan, yani ortak çıkarı ilgilendiren, toplumun ortak alâkalarını kuran ilişki ve etkinlikler, devletle, hele devlet aygıtı ile aynı şey değildir, olmamalıdır.

İnsan hakları örgütleri, sivil toplum faaliyeti ile siyasal ve kamusal ilginin neredeyse örtüşmesinin, sivil hak arayışının kamusal endişeye inkılâp etmesinin kritik örneğini teşkil ediyor. İnsan hakları kuruluşları, bir devletin, devlet aygıtının, tanımı gereği hakkıyla yerine getiremeyeceği, dahası ona bırakılmaması gereken bir kamusal işlev görürler. İnsanın devlet elinde işkenceye, haysiyet kırıcı muameleye maruz kalmamasını gözetmek, kamusal bir meseledir, bir ‘kamu davasıdır,’ kamusal bir çıkardır; bunu da devletin kendisi yapamaz. Bunu, özerk insan hakları dernekleri/örgütleri/STK’ları yapabilir. İnsan hakları savunuculuğunun timsali haline gelmiş bir Eren Keskin’in, bir Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, bir Şebnem Korur Fincancı’nın bizzat birer kurum kudretindeki çabaları bunu bize göstermiyor mu?

Bazı derneklere/STK’lara tanınan “kamu yararına çalışan” statüsünü hatırlayalım… Bir başka kavramı hatırlayalım: Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları. Onlar, “standart” demokratik kitle örgütlerinden/STK’lardan farklı olarak, kamu hizmetinin, kamusal işlevin, kamu otoritesinin kısmen devredildiği yapılar. Kamusallığın devletten ibaret ve devletle ‘bir’ olmadığını kurumsallaştıran bir örnektir bu. TMMOB’nin yetkilerine dönük tecavüzler, hele şu “çoklu baro” rejimi, bu kazanımın heder edilmesi bakımdan bir kayıp, bu bilincin karartılması bakımından bir sorun.

***

Batı dillerinde STK’nın karşılığı, NGO biliyorsunuz, non-governmental organisation: hükümet dışı örgüt. Şu da var ki, devletler/hükümetler, STK’ların, -konuştuğumuz gibi, bizzat “STK” namı etrafında örülen prestijle beraber-, kazandığı prestijden eksik kalmak istemediler, zaten STK’lar alanını kontrolsüz bırakmaya katlanamazlardı. Onlar da birtakım NGO’ların “arkasında durdular,” bazı NGO’ları güdümleri altına aldılar, hatta bizzat bazı NGO’ların kurulmasını “ayarladılar.” Bunların da bir adı var; 1980’lerin sonlarında Endonezya’da ‘sahici’ NGO’cularca, bu devletlû “sözde”-NGO’ları teşhir etmek üzere akledilmiş: Government-organized non-governmental organization, yani “hükümetçe örgütlenmiş hükümet dışı örgüt.” Bu oksimoronun Türkçe kısaltması HÖSTK oluyor. (Buradaki “höst”ü, işin rezilliğine, münasebetsizliğe iyi denk gelen bir tevafuk sayalım.)

Hükümet dediğinizin “fıtratı” budur, kamusallığı temellük etmek, başka kimselere bırakmamak ister. İki ay önce, “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun”un içine monte edilen “sivil toplum örgütlerine yönelik istibdat” önlemleri (https://birikimdergisi.com/guncel/10424/sivil-toplumu-tehdit-ve-tenkil-yasasi), bu fasılda, “kitle imha silahı” lâfının uyandıracağı dehşetten aşağı kalmayan bir skandal. Dünya STK Günü’nde, olayımız budur.


* Bu yazıyla ilgili ikazları için ve zaten her zaman, Nilgün Toker’e teşekkür borçluyum.