Mehmet Kaplan, Türk edebiyatının artık unutulmuş şahsiyetlerinden biri gibi görünebilir. Bugünün Türkiyesi’nde anti-komünist edebiyat tarihçileriyle karşılaşmak -Türk devleti uzun süredir komünizmi ciddi bir tehdit olarak görmediği için- pek mümkün değil. Kaplan’ın “neşvü nema” bulduğu siyasi atmosfer artık yok; iç ve dış düşmanlar değişti. Öte yandan 12 Eylül’den sonra üniversitede çeşitli görevlere getirilen Mehmet Kaplan’ın, bıraktığı akademik mirasla ve yetiştirdiği öğrencilerle, eleştiri anlayışını –en azından akademik çevrelerde– kalıcı kıldığı söylenebilir. Üniversite dışında genel olarak edebiyata ve topluma bakışı da, bir süredir ilkel bir “yerli-milli” müktesebatla kültür hayatını ve üniversiteyi zaptetmeye çalışan zihniyetin kompleksleriyle yakınlığı bakımından kayda değer. Bu yazıda sözkonusu yakınlık ve süreklilik ilişkisini Kaplan’ın iki şaire dair yazdıkları üzerinden göstermeyi deneyeceğim.
Tevfik Fikret
1946’da yayımlanan Tevfik Fikret: Devir, Şahsiyet, Eser,[1] Kaplan’ın 1943’te verdiği doçentlik tezine dayanır. Tezin yazıldığı yıllarda Nazi biliminin etkisi Türkiye üniversitelerinde hissedilirken edebiyat analizinde ırsiyet ve genetik “bilim”inin ölçütlerine başvurmak moda haline gelmiş; beden yapısı ile şahsiyet arasında örtüşme noktaları aranmıştır. Kaplan’ın kitabının “Fikret’in Mizaç ve Karakteri ve Eserleriyle Münasebeti” başlıklı üçüncü bölümü bunun belirgin yansımalarıyla doludur.
Bu bölümde Tevfik Fikret’in “gerçek şahsiyeti”ni belirlemeyi amaçlayan Kaplan, ilkin, Fikret’in karakterinin bir tezatlar silsilesi olduğunu ifade eder: ““Dinsiz midir peygamber midir, “vatansever midir kozmopolit” midir? “Cemiyeti sevmekte midir, cemiyetten nefret mi etmektedir?”, “diğer-gâm mıdır bencil midir?”
Kaplan'a göre bu tezatlar silsilesinde Fikret’in “ecdadının hisse”si büyüktür. Fikret, baba tarafından “temiz”dir: Çankırı’nın Çerkeş köyünden gelme bir ailenin oğlu olan babası öteden beri Türk ve Müslüman’dır. Ama annesine gelince işler karışır. Annesi Hatice Refia Hanım, ihtida etmiş bir Sakızlı Rum ailesinin ferdidir. Bu bilgiye büyük bir hikmet gibi sarılan Kaplan; Fikret’in annesinin din değiştiren bir aileden gelmesi ile şairin hayatının ilk yarısında dindarken ikincisinde dinsiz olması, oğlu Haluk’un din değiştirip Hıristiyanlığa geçmesi gibi olaylar arasında bağlantılar kurar: “Biz Fikret’te gördüğümüz ruhî trajedinin kısmen anne tarafından geldiği fikrine temayül etmek istiyoruz.”[2]
Annesinin Rumluğundan sonra ikinci aşamada Tevfik Fikret’in beden yapısı incelenir: Fikret’in bedeni “pikniğe yakın atletik”tir. Bir seferinde bir omzuna Hüseyin Cahid’i, öbür omzuna Mehmed Rauf’u alarak onları uzun bir mesafeye kadar taşımıştır; pazısını gören herkes ona pehlivan demiştir vb.
Kaplan bu bilgiler ışığında atletik tiplerin “bir muvazenesizlik başgösterdiği zaman şizofreniye meylettikleri”ni öne sürer ve Fikret’in mizacının şizotim olduğunu saptar: Çok küçük yaştan itibaren aşırı derecede hassas olan Fikret, daha üç buçuk yaşında iken bir komşu kızına âşık olup öfke, saldırma, paralama hislerine kapılmıştır.
Bu beden tipolojisinin temelinde psikolog Ernst Kretschmer’in “kişilik tipleri” diye bilinen şeması vardı. 1933’te Nazilere katılan Kretschmer, beden ölçüleri ile hiperestezi, otizm, çekingenlik, agresiflik, hassasiyet gibi mizaç özellikleri arasında bağlantılar kurarken kişilik tahlili yapmak için ırksal antropolojiden yararlanmıştı – Nazilerin 40’larda gerek soy araştırmaları gerekse beden tipolojileriyle Kaplan’ı etkilediği anlaşılıyor.
***
Kaplan, tavizsiz bir anti-komüniste dönüşüp şiirlerini beğenmediği şairleri komünist olmakla itham ettiği 1960’lardan önceki metinlerinde genellikle “kendi değerlerine yabancılaşma” ve “yabancı tesiri altında kalma” temaları etrafında şairleri eleştirmiştir. Tevfik Fikret de bunlardan nasibini almıştır.
Kaplan’a göre Tevfik Fikret’in etrafını karanlık görmesine sebep olan başlıca etken Robert Kolej ve “temasta bulunduğu ecnebi ailelerdir”:[3] “Kendisini Amerikan Koleji’nde daha rahat ve emin hisseden Fikret, Türk toplumuna adeta bir yabancı gözü ile”[4] bakmaktadır. “Rübab şairi kendini “tam bir boşlukta, adeta içinde doğduğu ve büyüdüğü topluma yabancı hisset”mektedir.[5]
Aşiyan’a kapanıp Amerikan koleji havasını soluması Tevfik Fikret’i Türk milletinin “öz değerleri”nden koparmıştır. Bu da şiirine bir yapaylık getirmiştir: “Nefret duygusu, gururu ve içe dönük mizacı dolayısıyla Türk halkının din, gelenek, örf ve adetlerinden kopan Fikret’in hayata bakış tarzında sun’î ve mücerret bir taraf görülmektedir.”[6]
Kaplan burada “halkı küçümseyen, halktan kopuk aydın” klişesine yaslanırken alttan alta Fikret’in okuduğu okullara ve sosyal statüsüne karşı hıncını da ifade etmektedir. Bir nevi AKP öncesi bir “Boğaziçi ve elitizm” kompleksidir bu.
Şiir Tahlilleri ve Nazım Hikmet
Nazım Hikmet’e gelmeden, Kaplan’ın şiir tahlillerinin baştan sona ideolojik saplantılarla dolu olduğunu belirtelim: Namık Kemal modern şiire “milli cevher”i getirdiği için, Mehmed Emin Yurdakul, “Türk milletine asıl istediği şiiri verdiği” için, Mehmet Akif “milli değerleri” şiirleştirip Batı’nın ahlaksızlığını teşhir ettiği için Kaplan tarafından övülür.
Müslüman-Türk kadınının iffetini korumak için cinsel ahlakçılık yapan şairler Kaplan'dan özellikle yüksek not alır. Örneğin Mehmet Akif’in “Üç tane yetişmiş kızını Allah’a havale ederek, “analık ilmi” öğretmek için baldızını Paris’e götürenlerin mantığa sığmaz hareketleri”ni[7] ifşa etmesi takdire şayandır. Mevzu Avrupalı ve gayrimüslim kadınlar olunca bu tavır değişir: Bir Türk gemisine esir düşmüş “ela gözlü, mini mini bir Venedik gelini”nden söz eden Enis Behiç Koryürek’in hamaset manzumesi “Türk tarihinin hâkim vasıflarından biri olan akıncılık ruhu”nu[8] yansıtmaktadır.
Komünizm ise hemen her zaman bir sapkın cinsellik semptomudur. Kaplan komünizm eğilimi tespit edebilmek için şiirlerden olmadık çıkarımlar yapar. “Komünistlerin karılarını paylaştığı” fantezisi bilinçdışında öylesine yer etmiştir ki Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Karadut”undaki “Ve hazzı, sıcak bir somun gibi, ikiye yardılar ortasından, paylaştılar” dizesini şöyle yorumlar: “Şiirde kadının paylaşılması fikri, şâirin benimsemiş olduğu Marksist görüşle alâkalıdır.”[9]
***
En nefret edilen şair açık ara Nazım Hikmet’tir: O “sadece bir şair değil, gençlik yıllarından beri Moskova’ya bağlı, onun emrinde çalışan, Türkiye’nin bir Sovyet peyki olmasını isteyen bir ihtilalcidir.”[10] Nazım’da da komünizmle ilintilendirilebilecek birtakım cinsel ve ailevi arazlar araştırılır.
Burada bir parantez açıp Nazım Hikmet’in annesi Ayşe Celile Hanım’ın Mustafa Celalettin Paşa’nın torunu olduğunu hatırlatalım. Mustafa Celalettin Paşa, Lehistan’daki 1848 ayaklanmalarından kaçıp önce Paris’e sonra İstanbul’a yerleşmişti ve asıl ismi Konstanty Borzecki’di. İstanbul’da gerek ressamlığı gerek askerlik bilgisiyle takdir ve –paşa rütbesiyle– taltif edilmiş; 1869 yılında yazdığı Les Turcs Anciens et Modernes’i (Eski ve Yeni Türkler) ile dönemin proto-milliyetçi çevrelerini de etkilemişti.
Kaplan, bu bilgiyi aklının bir köşesine yazmıştır ve Nazım’ın dedesinin Polonya asıllı olmasıyla komünistliği arasında bir illiyet bağı kurar:
“Nâzım Hikmet’in bir şiirinde Polonya asıllı olduğunu söylemesi ve Borzeçki adını alması, onun kendisini bir Türk olarak hissetmediğini gösterir. Bence onun komünist olmasında bu vakıanın da rolü vardır.”[11]
Ancak Nazım’ın komünistliğinde bir aile dramı bulmakta ısrarcı olan Kaplan, sözü şairin annesine getirir ve Celile Hanım ile Yahya Kemal arasındaki ilişkinin Nazım’ı komünizme sürüklediğini iddia eder: “Biz Nazım’ı genç yaşında evini barkını terk etmeğe, serseri bir hayat sürmeğe ve neticede Rusya’ya gitmeğe sevkeden psikolojik amilin işte bu acı hayat tecrübesi olduğunu sanıyoruz…”[12] Başka bir yerde bu konuya tekrar döner: “İçi isyanla dolu olan şaire, komünizm, annesini elinden alan ve böylelikle kendisine en büyük hakarette bulunan insanlara karşı kullanılacak en kuvvetli silah olarak görünmüş olmalıdır.”[13]
Kaplan’ın tespitleri ciddiye alınacak gibi değildir ama bir an için Nazım’ın gerçekten bahsedilen nedenlerle komünist olduğu kabul etsek bile bu neyi değiştirir? Annesi ile Yahya Kemal arasındaki ilişki Nazım Hikmet’i büyük bir şair olmaktan çıkartır mı? Kaplan –şiirden anlamadığının bir delili olarak– Nazım’ın kötü bir şair olduğu kanısındaydı: “Nazım’ın belagattan ileri gitmeyen parlak ve şişkin ifadelerle dolu sığ ve fazla gürültülü şiiri” büyük bir değer ifade etmediği gibi “son şiir akımları karşısında… devrini çoktan kapatmıştır.”[14]
Fakat Nazım zamanla dünyaca ünlü bir şair olunca Kaplan da tutumunu değiştirmek zorunda kaldı. Ne var ki bu tutum değişikliği Nazım’a karşı nefretinde ve öfkesinde herhangi bir yumuşama anlamına gelmiyordu: “Türkçeyi güzel ve orijinal bir şekilde kullanması, bir şairin vatanına ihanetini mazur göstermez.”[15]
Nazım Hikmet’in akıbeti “vatana ihanet ettiği” düşünülen Ermeniler ve Rumların durumuna benzetilmiştir:
“Türkiye’de doğan Nazım’ın tıpkı Türkiye’de doğan, sonra vatana ihanetlerinden dolayı Türkiye dışına çıkarılan Rumlar ve Ermeniler gibi Türkiye topraklarını hatta Türk halkını sevmesi, onun Moskova emrinde Türkçeyi çok iyi kullanan, köklü Polonyalı bir şair olduğu gerçeğini yok edemez.”[16]
***
12 Eylül’den sonra Türkoloji bölümlerinde bir “Kaplan hoca” ekolü oluşturan Mehmet Kaplan’ın şiire bakışı böyleydi. Yüzüncü yılına yaklaşan Cumhuriyet tarihinde kurumlar ve yönetim sistemi son yirmi yılda büyük değişimler geçirse de zihniyet tarihinin ana akımının kopuşlardan ziyade sürekliliklerle dolu olduğunu düşündürten çok neden var.
1 Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret: Devir-Şahsiyet-Eser, s. VIII, Bilmen Basımevi, İstanbul, 1971.
2 A.g.e., s. 44.
3 A.g.e., s. 77.
4 A.g.e., s. 237.
5 A.g.e., s. 236.
6 A.g.e., s. 237.
7 Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri: Tanzimat’dan Cumhuriyet’e Kadar, İlaveli 4. Baskı, s. 156, Bilmen Basımevi, İstanbul 1969.
8 Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, s. 187, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1973.
9 A.g.e., s. 105.
10 A.g.e., s. 345.
11 Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, s. 168, Dergâh Yayınları, 25. Baskı, Ağustos 2009.
12 Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, s. 355.
13 A.g.e., s. 355.
14 A.g.e., s. 360.
15 A.g.e., s. 362.
16 A.g.e., s. 362.