“Organize suç örgütleri”nin var olmasının birincil koşulu güvenlik-istihbarat aygıtlarının en az birinin “sağlam” desteği ve ayrıca üst yönetimin göz yummasıdır. Modern zamanların bu genel geçer kuralının istisnası olmadığı gibi, organize suç örgütü olmayan bir ülke, devlet de yoktur. Ama bu ilişkinin belli kurallar ve sınırlamalar içinde yürütülmesine de dikkat edilir. Ve ayrıca kural ve sınır aşılması ihtimallerine karşı, taraflar “gereğinde kullanılacak” kozları yedekte tutmayı da ihmal etmezler.
O nedenle bugün “gelişmiş/ileri” dediğimiz ülkelerde kumar, fuhuş, uyuşturucu “pazar”larını elinde tutan “organize suç örgütleri”nin vukuatları ender durumlar hariç gazete haberi bile olmaz. O vukuatların bazıları hatta birçoğu da devletin o “pazar”larla mücadele ettiği imajını vermek içindir. Siyasete müdahil olmak, kendi “geleneksel” pazarlarının dışındaki iş alanlarına sarkmak gibi kural ve sınır ihlali teşebbüsü gayet enderdir. Ve olduğunda bunun kurulu düzende bir lağım patlaması durumuna yol açacağı iyi bilindiği için bu ihlalin failleri hızla ve en ağır biçimde cezalandırılarak, İtalya’daki o ünlü “temiz eller” operasyonunda olduğu gibi korkuya, dehşete kapılan toplumun rahatlatılması yoluna gidilir. Ama hem siyasal düzen hem de mafya açısından ağır bir bedeli olur bunun. Nitekim İtalya’da mafya hayli ciddi bir güç ve etkinlik alanı kaybına uğrarken; onun devlet aygıtlarıyla ilişkisini kuragelen asırlık Hıristiyan Demokrat Parti ve işbirliği yaptığı İSP (İtalyan Sosyalist Partisi) siyaset sahnesinden silinmek ile ödedi bedeli.
Türkiye’de “Susurluk skandalı”nın bu çapta olmasa da benzer sonuçları oldu. Örneğin 1990-2000 dönemini iki parçalı (ANAP-DYP) olarak yaşayan büyük merkez sağ parti geleneği bu olayın ivmesiyle silinip gitti. Ardından gelen AKP iktidarında da önceki dönemde aşırı palazlanmış “organize suç örgütleri” otoparklar, büfeler, gecekondu arsaları gibi haraç ve gelir kaynaklarını yeni iktidarın aparatlarına terk ederek gerilediler. Bugünden baktığımızda bunun tek istisnasının Sedat Peker ekibi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü onun “hami”si namlı general Veli Küçük’ün peşinden Ergenekon-Balyoz operasyonuna karıştığını ve bu nedenle uzun yıllar hapis yattığını biliyor olmalıyız.
AKP’nin 2015 Haziran seçimindeki ciddi oy kaybı ve ardından kutuplaştırma stratejisine gittikçe sarılması ile Sedat Peker’in bu kez hızlı AKP-“Tayyip Abi” yandaşı kimliği ile boy göstermeye başlamasının çakışması dikkate değer. Aynı dönemde MHP’de de bir süre sonra İYİ Parti’nin kurulmasıyla sonuçlanacak iç ayrılık ve kopuş süreci yaşanacak ve MHP, AKP ile ittifaka yönelecektir. Burada konumuz açısından gayet ilginç olan nokta, MHP’nin bu süreçle eş anlı olarak o yıllara kadar izler göründüğü “ülkücü mafyalar”dan uzak durma tavrını değiştirmesi ve o tavrın sürdürüldüğü yıllarda MHP liderliğine açıkça hakaret eden mafya babalarıyla ve bunların en ünlü ve etkilisi olan Çakıcı ile bile ara düzeltme yoluna girmesidir. Bunun AKP-Erdoğan tarafından Sedat Peker’e herhalde açılmış olan “işadamlığı” alanlarından müttefik olarak pay almakla ilişkisi kurulabilir elbette ama asıl önemli olan boyut; her iki partinin, dolayısıyla ittifakın ortak düşünüş tarzının bu örgütlere siyasal işlev de vermeye teşne, hatta teşvik edici olmaya “evrilmiş olmasıdır.” “Eski” modern dünyada ve yarı modern dünyada mafya reislerinin siyaset sahnesinde şöyle bir görünür olmaları bile akla gelmezken; postmodern “yeni” dünyanın “yeni” Türkiye’sinde art arda mitingler tertipleyip muhalefet girişimlerini “kanlarıyla duş almak” ile tehdit eden veya ana muhalefet liderine lağım ağzıyla hakaret edip iktidar ve mahkemelerce sırtı sıvazlanan “reis”ler görebiliyorsak; bunun hem –postmodern– “zamanın ruhu” ile hem de AKP ve MHP’nin ortak ideolojik temelinin o ruhla kimyasını nasıl değiştirmiş olabileceği ile mutlaka doğrudan bir bağlantısı vardır.
Bu bağlantıyı kurmak ve mahiyetini kavramak şüphesiz esastır ve ufuk açıcıdır. Ama ayrı ve hayli geniş bir irdelemenin konusu olmalıdır. Ve ayrıca şu yukarda işaret ettiğimiz “tavır değişimi”nin, yani mafyalarla siyasal yol arkadaşı görünmekten gocunmaz hale gelişin, onlara –henüz açıkça değilse bile– fiilen meşruiyet tanımanın başlı başına çok ciddi bir olgu olduğunun kabulü gerekir. Bu bakımdan öncelikle bu olguyu bazı dikkat çekici yönleriyle tanımlamaya çalışarak devam edelim.
Öncelikle belirtmeliyiz ki; mafyalarla bu şekilde adeta göstere göstere kurulan, siyasi yönü özellikle öne çıkarılan aleni ilişki –şimdilik– tamamen “bize özgü”. Türkiye’deki rejimle aynı kategoriye konulan Hindistan, Polonya, Macaristan ve Rusya’daki rejimlerde böylesi bir teşhiri henüz görmüyoruz. Bu ülkelerdeki rejimlerin “organize suç örgütleri” ile diğer rejimlere göre çok daha yakın ve yoğun işbirliği içinde oldukları herhalde kesindir ama “eski/modern dönem”in mafya ile ilişki kural ve sınırlarının geçerli olduğu görüntüsünü vermeye de devam ediyorlar. Ve herhalde oralarda bu ilişki “eskisi gibi” iktidar-parti aygıtının özel bir biriminin denetiminde, olabildiğince örtülü biçimde yürütülüyor. Oysa AKP-MHP cenahında bu ilişki bir güç teşhiri biçiminde, teşvik ve iftihar vesilesi olarak sahnelenebiliyor. Bay Bahçeli alay-ı vala ile hapisten kurtaracağı Çakıcı’yı bizzat ziyaret etmeye gidip hapisten çıktığında onu parti merkezinde en muteber kişi statüsünde ağırladığını özellikle gösteriyor. Sedat Peker AKP (ve MHP) siyasal propagandasının ana temalarını seslendirdiği seri mitinglerinde yerel parti ve hükümet yetkililerinin azami desteğini görüyordu.
“Yukardakiler”in bu tutumunun AKP-MHP ittifakının alt-orta kademelerinde ve kitlesel destek temelinde bir karşılığı, bir kabul, benimsenme temeli, kökü olduğu da mutlaka belirtilmelidir. Dolayısıyla “organize suç örgütleri” ile ilişkinin gocunulacak ve gizlenilecek değil, aksine övünülecek ve aleni bir ilişki olarak sergilenmesi stratejisine geçiş o kök ve temelden bir ilişkiler ağının serpilmesini de hızlandırmış olmalıdır. Sedat Peker’in ifşaatlarının izlenme yoğunluğu, Çakıcı’nın o güzelim Türkçesiyle yayımladığı hakaret mesajlarına verilen desteğin yaygınlığı bunun göstergesidir. Sempatinin ötesinde saygı ve imrenme dozu epey yüksek bir ilişki bu. Ve o derecede ki; Çakıcı “cezam yüzünden muhtar bile olamam” deyip kendisinden liderlik bekleyenleri frenlemek ihtiyacı duyuyor; Sedat Peker de tevazu gösterip ikide bir “ben Mesih değilim” diye uyarabiliyor.
AKP-MHP ittifakının hem tepesinden hem de gövdesinden gelen bu kucak açma daveti onları ittifak partilerinin rakiplerine karşı bir tehdit unsuru olmanın yanı sıra; parti faaliyetlerine katılmaya ve dolayısıyla parti içi güç-çıkar çatışmalarına dâhil olmaya çağırmak demektir.
“Organize suç örgütleri” ile siyasal partilerin ve hükümetlerin “geleneksel” ilişkisinde titizlikle uyulması gereken bir kural çiğnenmiştir böylece. İfşaatlarından gayet net biçimde öğrendik ki; Sedat Peker ekibi AKP ve hükümet içindeki güç-çıkar çatışmalarının içinde Süleyman Soylu’nun yanında yer almış, bunun sonucu olarak içinde “Pelikancılar” denilen kesimin yer aldığı taraflarla karşı karşıya gelmiş ve anlaşıldığı kadarıyla bu iç mücadelenin bir aşamasında ağır basan ‘Pelikancılar”ın hazırlığını yaptığı saldırıdan korunmak için –Süleyman Soylu’nun desteği ve “yakında durumun tersine döneceği” güvencesiyle yurtdışına çıkmış; fakat bir süre sonra Süleyman Soylu tarafının kendilerini “satışa getirdiğini” fark edip bu “ihanet”in intikamını almaya karar vermiştir.
Sedat Peker’in intikam planı, Süleyman Soylu ve çevresinin en azından siyasal hayatını bitirmek ve ikincil olarak da Pelikancı denilen kesimi ciddi güç kaybına uğratmak amaçlı görünüyor. Planda bunu gerçekleştirebilecek gücün ve inisiyatifin adresi de Recep Tayyip Erdoğan. Sedat Peker bu planı gereği “Tayyip Abi”sini Süleyman Soylu ve Pelikan ekiplerinin –daha ancak bir kısmını ifşa ettiği– yığınla kirli ve karanlık işten haberi olmayan ulu kişi makamına oturtuyor. Ama uyanık bir kişi olarak hiç şüphesiz biliyor olmalıdır ki Recep Tayyip Erdoğan özellikle ciddi para miktarlarının söz konusu olduğu –kirli, temiz fark etmez– işler bahsinde Peker’in bildiklerini katlayacak kadar haberlidir. O nedenle usulen söylediği “Tayyip Bey bilmiyor” lafının ciddiye alınacağını beklemez ama Tayyip Erdoğan’ın tercihini kendi beklentisi yönünde yapabileceğini umuyorsa “aklımı tatile gönderdim” diye haykırırken gerçekten dosdoğru söylediğini kabul etmeliyiz.
Çünkü Recep Tayyip Erdoğan asla böyle davranmayacaktır, davranamaz. Daha henüz az sayıda karinelerinden hareketle altında tarihimizin en tiksindirici ve utanç verici pislik, kötülük ağının yattığı anlaşılan bu örtüyü kaldırdığında Erdoğan, bu feci manzaranın birinci dereceden sorumlusu olduğunu da itiraf etmek zorundadır. Ne Süleyman Soylu ekibinin ne Pelikancıların üzerine atılarak kendi paçasını, partisini ve hükümetini kurtarabileceği bir ağır suç ve rezillik yumağı olacak ortada. O nedenle “ya hep beraber ya da hiçbirimiz” diyerek bu badireyi atlatmayı denemekten başka çaresi yoktur. Sedat Peker’in kapağını gayet etkili biçimde açtığı Pandora kutusundan gözüken “malzeme” bolluğundan hareketle içeriden ve dışarıdan şahsı, hükümeti ve partisi üzerine ağırlaşarak gelecek fırtınayı Soylu veya Ağar’ı ya da daha kalabalık bir kesimi dalgaların önüne tekmeleyerek dindirmek ve kurtulmak şansı da yoktur. Çünkü bu kişi ve kadrolar da girdikleri yolun ve özel olarak Erdoğan’la iş tutmanın mantığında bu ihtimalin olduğunu bilecek kadar deneyimlidirler ve tekme atacak ayağı bağlayacak kozları çoktan hazırlamışlardır. Bundan dolayıdır ki Süleyman Soylu bu kadar rahatlıkla “Erdoğan’ın bir imzasıyla bırakırım bakanlığı” diyebilmektedir. “Sıkıysa...” demektir bu.
17-25 Aralık’ta karşılaştığı badireden AKP ve Erdoğan, sadece ortaya çıkan rezaletin yolsuzlukla sınırlı olmasından dolayı değil, yenilgisinin “Cemaat”e aşırı bir güç kazandıracağı ihtimali nedeniyle asgari zararla kurtulabildi. Cemaat arkasındaki dış desteğin de kibriyle siyasal partilerden tarikatlara kadar çok geniş bir kesimin haset veya düşmanlık çemberiyle kuşatılmıştı ve yenilgileri bütün bu çevrelerin hesabına uygundu. Ayrıca AKP’nin ve hükümetinin büyük kesimi bu rezalete bulaşmış değildi ve dolayısıyla parti ve hükümet, adı çıkanların belli başlılarını tasfiye ederek sıyrılabilirdi.
Oysa şimdi ortaya saçılan ve daha da genişleyeceği besbelli olan rezalet, yolsuzluğu bile hafif suç saydırılabilecek denli ağır ve dallı budaklı olgu ve karelerle dolu. Ortada hem altından kalkılamaz yükte vukuat dosyaları var, hem de “bizim iç meselemiz” deyip “başkaları”nın müdahil olmasına set çekebileceğiniz bir durum söz konusu değil. Başlı başına şu kokain meselesi bile başta ABD olmak üzere ilgilenecek tüm devletlere müdahil olma meşruiyeti verecek bir gerekçedir. Şaka değil on milyarlarca dolarlık bir trafikten, bu çapta bir “pazar”ın en yüksek düzeylerden bir devlet desteği olmaksızın işleyemeyeceği gerçeğinden bahsediyoruz. Ve “pudra şekeri” âlemleri, yüksek gelirleriyle dolaşan AKP’li danışman bolluğu da konunun ciddiyet ve yaygınlığının bir işaretidir. Merkez Bankası’nın “kefen parası”nı kullanmak zorunda kalmış Türkiye devleti üst yönetiminin, “söylediğinin tam tersini de yapabilir” dedirten sicilinin kabarıklığı ile maruf Recep Tayyip Erdoğan’ın öyle bir devlet desteğini vermeyeceğine kimi, ne kadar inandırabilirsiniz ki?
Bu rezalet ülke gündeminin merkezine geldiğinde –ki artık gelmiş demektir– AKP ve Erdoğan hâlihazır müttefiki MHP’yi bile gayet muhtemeldir ki karşısındaki safta görebilir. Bu cephenin karşısında 2015-2016’dan beri “organize suç örgütleri” ile her kademeden ilişkiye açık hale getirilmiş bir AKP ve devlet aygıtı ile bu, bozulmuş, çürümüş “yapı”larla nasıl bir direniş mümkün olabilir? Hele bir de bu “yapı”ların yıllardan beridir insani kaliteleri, bilgi ve beceri düzeyleri giderek düşükleşen elemanlarla doldurulduğu düşünülürse...
AKP ve Erdoğan, kendi inşa ettiği aşağıya meyilli yolun sonundaki çukura doğru yürüyüşünün son etabına girmiş gözüküyor. Ama bilmeliyiz ki onun o çukura yuvarlanması bu ülke/toplumun selamete ermesi demek olmayacak. Çünkü bu apayrı bir fasıldır ve daha şimdiden en azından zihnen hazırlıklı olmak gerekir.
Sedat Peker’in 7. videosundan önce yazılan bu yazı matbu Birikim’in Haziran sayısında Geçen Ayın Birikimi yazısı olarak yer alacaktır.