"Adına"
Tanıl Bora

Şöyle bir beş altı yıldır, her lâfın başında karşımıza çıkıyor: adına... 

“İlimizin… mesleğimizin… kulübümüzün… geleceği adına…” deniyor mesela. Farklı mecralar, aynı haber diliyle, kimi bilgisayar korsanlarının “Türkiye’nin çıkarları adına” hareket ettiğini iddiasını aktarıyorlar. Muhtelif kuruluşlar, ‘başkanlar’  veya adaylar, “hizmet vermek adına” oy istiyor, itimat talep ediyorlar. “Sıkıntı yaşamamamız adına” olduğu söyleniyor, bütün gayretin.

Kimi şunda veya bunda “başarılı olmak/hedefe ulaşmak adına,” kimi “dinimizi öğrenmek adına” çabalıyor.  “Turizmi geliştirmek adına,” “ekonomi adına,” “çağı yakalamak adına” adımlar atılıyor.

“Edebiyat adına” üzülüyor, “gol pozisyonu adına” bir şey izleyememekten yakınıyor veya  “İlk yarı adına son pozisyonu” izliyoruz.

“Erişim sağlayabilmek adına,” bizi “daha iyi anlayabilmek adına,” “kaliteli sohbet etmek” adına, ”kurumsal ve kişisel, bir iletişim mesaisi süregidiyor.

Uzatmayalım. Bu “… adına” sağanağı, hemen her durumda, “… için” veya “… bakımından” edatlarının üzerine yağıyor; onların ikamesidir. “Yapmak için” yerine “yapmak adına,” deniyor; “sorun çıkartmamak bakımından” yerine “sorun çıkartmamak adına”... Öyle denir oldu.

***

Eskiden, diyeyim, -yani beş altı yıl öncesine kadar-, adına deyince, şöyle bir yekinmez miydik? Trompetli trampetli bir sözdü. Benim kuşağım, Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum’u okumadıysa bile illâ duymuştur. Mahkemeler “Türk milleti adına” hüküm verir. Veya, “insanlık adına…” dersiniz.

Yerleşen yeni kullanımdaysa adına, telefon ötüşleri kadar sık, onlar kadar lâlettayindir.

***

Adına’nın geleneksel bir kullanım alanı da temsil niyetinedir, biliyorsunuz. Nitekim Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlüğü’nde “temsil”in birinci karşılığı adına’dır: “Adına, yerine davranma.” Diğer anlamlar şöyle sıralanır: 2. Bir şeyi belirgin özellikleriyle yansıtma, simgeleme, 3. Sahnede oynanmak ya da radyoda yayımlanmak üzere yazılmış yapıt, oyun, piyes. 4. Seyirciler önünde bir oyun sunma, gösteri. 5. Örnek olarak, sözgelişi, örneğin.[1] Kürtçede de temsîl’in yanı sıra, aynı anlamda, nimînandin kullanılıyor, örnek’ten (nimûne) gelme.

Püsküllüoğlu’nun Öz Türkçe Sözlüğü’nün “Karşılıklar Kılavuzu” bölümünde ise “temsil”in karşılığı şöyle verilmiş: 1. Oyun, gösteri, 2. Özümleme.

“Özümleme” karşılığının altını çizin: Erken Cumhuriyet dönemi Türkçesinde “temsil etme” fiili, asimile etmek anlamını taşırdı. Temsil edilmek, asimile olmak, özümlenmektir. En azından bir zaman, anlamı öyle idi.

***

Batı dillerinde adına (İngilizcesini alırsak “in the name of”), 1. Birini ya da bir şeyi temsil etmek; 2. Birinin ya da bir şeyin mevcut otoritesini kullanmak anlamına geliyor. “Bir şeyin otoritesini kullanma”nın altını çizelim.

Temsil’in Batı dillerindeki karşılığını da kurcalayalım. Representation. Latince kökenli kelimelerdeki “re-,” malûm, tekrar ekidir. Presentation, sunum, sahneleme, ibraz etme, duyuyla algılanarak veya zihinde tasavvur edilerek varolan şey; re-presentation, bütün bunların tekrar yapılması, yeniden vuku buldurulması. Aslında halihazırda varolmayan bir gerçekliğin tekrarını yapmak yoluyla, var kılınması. Bazı siyasetbilimciler, representation yani temsilde, böyle bir gerçeklik ‘açığı’ görüyorlar.

***

Samuel Beckett sormamış mı: “…kim konuşuyor böyle, ben olduğumu söyleyerek!”

1980’lerin sonlarında Ankara’da bir Sosyaldemokrat Halkçı Parti milletvekili aday adayının (ismini hatırlamıyorum) tanıtım broşüründe “Ben siz’im, sizin kendinizim” diyordu. Temsilde mutlaklık “adına,” hepimiz adına konuşma adına, dilbilgisini zorlayarak…

Adımıza konuşulmasından, temsilden huylanmakta fayda vardır.

***

Şu “adına” enflasyonunu da, temsil krizinin bir sivilcesi gibi düşünelim mi?

Bizzat “temsil”in krizinden söz ediyorum.

Jacques Ranciere, nicedir hatırlatıyor, temsilî demokrasinin, demokrasi ‘adına’ en “doğal”, en “normal” yol-yordam olmadığını…[2] Dahası, “temsilî demokrasi”nin aslında başından itibaren anlamsız bir lâf, bir oksimoron olduğunu… Temsilî demokrasinin aslında sadece kamunun ortak meseleleriyle uğraşma imtiyazına sahip bulunan azınlıkları temsil erkini ifade eden “oligarşik bir biçim” olduğunu…  “Halka ait olduğunu tanımak zorunda oldukları ama halkın [bizzat] yönetme ilkesini mahvetmeden kullanılması imkânsız bir iktidar”dır, ona göre temsilî demokrasi. Doğrudan demokrasinin imkânlarını, gayretlerini, ‘belirtilerini’ peşinen imkânsızlıkla malûl sayarak bahsi kapatmaya bakar, kendini mutlaklaştırır…

Oysa, mesela bilgisayar ve internet teknolojisinin açtığı imkânların, toplumun gözeneklerine sızan mutlak gözetim-denetim ‘adına’ kullanılabileceği gibi, yatay ilişkileri ve doğrudan demokrasi mekanizmalarını geliştirmeye de elverebileceğini bilmiyor muyuz?

Hardt ve Negri de, siyaseti, iktidarı, devrimi, dünyayı ‘başka türlü bir şey’ olarak tarif etme arayışlarının son uğrağında, temsilî siyaset sisteminin krizi üzerinde duruyorlar.[3] “Modern temsiliyet paradigması” sona yaklaşıyor onlara göre ama ortada billurlaşmış bir demokratik alternatif yok. Nitekim son yıllarda ‘başka türlü bir şey’in perdesini aralayan büyük demokratik infilâklar, yeni toplumsal hareket tarzları, temsiliyetle demokrasi arasındaki çelişkiye odaklanıyorlar. Siyasal’ı ayrıştırmamakla, toplumsal olanın siyasallığını ‘tanımakla’ doğrudan alâkalı bir arayış bu.

Bu hareketler ve deneyimler henüz tam teşekküllü bir alternatif ortaya koyamasalar da, neyin artık olmayacağını, olamayacağını gösteriyorlar. Bu arada eski komünist hareketi de, “çoğunluğu temsil edebileceği” yanlış varsayımını bırakmaya çağırıyorlar, Hardt ve Negri. Bu yeni tarz-ı siyaset deneyimlerinde, temsiliyetin panzehiri olarak katılım talebi öne çıkarılıyor. Temsil mekanizmaları da kullanılabilir, ama onların içini katılımla doldurarak, katılımla zorlayarak… (Türkiye’de kadın hareketinin epeydir şiarı bu: temsili yeterli görmüyor, katılım istiyorlar.) Hardt ve Negri, yine henüz el yordamıyla aranan yeni demokratik örgütlenme ve önderlik biçiminin, emir vermeyen, temsil iddiasında bile bulunmayan, yani “…adına” hareket etmeyen, bunun yerine kendi kendisini örgütleyen çokluk/çoğunluk içinde bir “kurul/meclis düzenleyicisi” işlevi gören bir ‘merci’ olması gerektiğine dikkat çekiyorlar.

***

“Adına” sağanağına şemsiye açma ihtiyacı, evet, dil zevkiyle de ilgili. Ama aynı zamanda siyasî bir mesele: Adıma, adımıza konuşmayın!


[1] Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü’nde “temsil” karşılıkları de es geçmeyelim: 1. Benzetme, teşbih 2. Bir şeyin aynısını yapma, kopyasını çıkarma, çoğaltma 3. Başka bir kimsenin, bir kuruluşun ya da kurumun, bir topluluğun adına davranma. 4. Bir olguyu, bir şeyi belirgin özelikleriyle yansıtma; sembolü olma. 5. Seyirci önünde ya da mikrofonda bir gösteri ya da oyun sunma. 6. Söz gelişi, örnek. 7. Göstergelerin, anlamlarının yerine geçirilmesi süreci.

[2] Jacques Ranciere: Demokrasi Nefreti. Çev. Utku Özmakas, İletişim Yayınları, 2014, s. 60 vd.

[3] Michael Hardt –Antonio Negri: Meclis. Çev. Akın Emre Pilgir. Ayrıntı Yayınları, 2019, özel. s. 19, 30-40, 58 vd., 307-309.