Gerçekçi Bir Muhalefet ve Göçmenler: Suriyeliler, Afganlar ve Diğerleri…
Polat S. Alpman

Son dönemde göçmenlerle ilgili yapılan tartışmalarda “vicdan” kelimesinin çok fazla kullanıldığına siz de fark ettiniz mi? Vicdanla yaklaşmak/yaklaşmamak, vicdanlı olmak/olmamak, vicdanla ilgisi olmak/olmamak… bir de “ama ırkçı demeyin” ve “ırkçılık buysa ırkçıyım” var. Bu ilginç bir konu ama bu yazıda başka birkaç hususa değinmek istiyorum. Öncelikle göçmenlerle ilgili hak savunuculuğu yapan kişi ve kurumların hedef haline getirildiği sürecin neye denk düştüğünü anlamaya çalışalım. Gerçekten birileri, yani Avrupa’daki ülkeler ya da daha da belirsiz özne olarak “Batı” mı göçmenlerle ilgili hak savunuculuğu yapılmasını teşvik ediyor, yoksa bu kişiler çok vicdanlı, merhametli ve biraz da saf oldukları için mi bu işlerle uğraşıyorlar?

AB’nin Türkiye’deki mülteciler için pazarlık yaptığı ve kelimenin gerçek anlamıyla fon verdiği kişiler/kurumlar sivil toplum örgütleri ya da bu alanda çalışan akademisyenler, hak savunucuları değil. Türkiye’de yaşayan ve ortalama bilgi, görgü, deneyim sahibi olan bir kişinin takdir edeceği üzere, Türkiye’deki hükümetin başında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan sivil toplum örgütlerinin ya da herhangi bir alanda gerçekten uzman olan kişilerin herhangi bir konuyla ilgili görüşlerini, değerlendirmelerini ciddiye almasıyla bilinir değil. Dolayısıyla mevcut göç politikasıyla ve bunun sonuçlarıyla ilgili göçmenlerin ya da hak savunucularının, yani hükümet dışında başka bir yerin işaret edilmesi, aşırı sağın siyasal alan üzerindeki giderek etkili hale gelmesi olarak yorumlanabilir.

Göçmenlerle ilgili aşırı sağın çizdiği çerçevenin dışında düşünenler de vicdanlı, merhametli ve saf olmak zorunda değil. Siyasal, sosyal ve ekonomik gerçekliğin gerektirdiği bazı seçenekler göçmenlerin hakkını savunmanın toplumun hakkını savunmak anlamına geldiğini gösterebilir. Göçmenlerin haklarını savunmak, onların ayrımcılığa ve eşitsizliğe uğramalarının önüne geçmek için mücadele etmek, toplumdaki herkesin hakkını savunmak anlamına da gelebilir. Örneğin göçmenlerin güvencesiz çalıştırılmasıyla mücadele etmek, güvencesizlikle mücadele etmek anlamına gelir. Göçmenlerin çalışma hakkını savunmak, düşük ücretlerle çalıştırılmasını engellemeye çalışmak, göçmen çocuk işçiliğiyle mücadele etmek herkes için bu hakların sağlanması için mücadele etmektir. Eğer bir ülkede göçmenler ucuz işgücü olarak sömürülüyorsa o ülkedeki işçilerin hepsi sömürülüyor demektir. Göçmenlerden barınma için yüksek kira bedeli alınıyorsa, herkes için kira fiyatları yükseliyor demektir. Mücadele edilmesi gereken göçmenler midir, göçmenler üzerinden ve onları istismar ederek bütün toplumu sömürmeye çalışan siyasal ve iktisadi kesimler midir, sorusuna verdiğiniz yanıt sizin kim olduğunuza ilişkin verdiğiniz bir yanıttır.

***

Suriye’den kitlesel göç 2011 yılında başlamış ve uzun süre devam etmişti. Türkiye’ye yönelen bu göçün nedenlerinin başında Türkiye’deki hükümetin Suriye hükümetini yıkmak istemesi ve politikalarını, bu hedefe yönelik geliştirmesiydi. Milyonlarca insan bu politik tercihin sonuçlarından biri olarak Türkiye’ye sığındı.

Şimdilerde Afganistan’dan gelen göçmenler üzerine konuşuyoruz. Suriye’den gelen göçmenleri nefret nesnesine dönüştüren çarpık medyatik temsiller, hükümetin fazlasıyla şişirilmiş yerli ve milli egolarının denetim altında tutabilmek için benimsediği desentegrasyon politikaları, Türkiye’de yaşamaya çalışan göçmenleri Avrupa ülkelerine göndermekle tehdit eden ve karşılığında milyarlarca euro fon alan bir göç politikası, sermaye sınıfının Türkiyeli işçi sınıfını daha da baskılayabilmek için büyük bir sevinçle karşıladığı beleş emek gücü ve bütün bunlar yetmezmiş gibi nitelikli emek gücünün Türkiye’yi terk etmesi, artan işsizlik, yükselen kiralar, giderek daha da azalan alım gücü, sokağın neşesini kaybetmesi, milliyetçi şiddetin yoğunlaşması, norm haline gelen mafya düzeni, yargı düzeninin bozulmuş olması, polis/bekçi devleti, çevresel yıkımın önlenemezliği ve çarpık kentleşmeyle birlikte iyice keşmekeşe dönen Türkiye şantiyesi…

Bazılarının Afganistan’dan gelen göçmenleri bir nefret ve öfke atağı şeklinde karşılanmasının arkasında, göçmenlerden daha çok Türkiye’deki gerçek sorunların biriktirdiği çaresizlik duygusu yer alıyor. Burada Suriye’den gelen göçmenlerle Afganistan’dan gelenler arasındaki küçük bir farka dikkat çekmek gerekir. Türkiye’deki hükümetin, Suriye’deki hükümetten farklı olarak hem Taliban örgütüyle hem de Afganistan’da yıkılmak üzere olan mevcut hükümetle herhangi bir sorunu yok, tam aksine Türkiye hükümeti Taliban örgütüyle dostane ilişkiler kurmaya ve sürdürmeye istekli olduğunu defalarca dile getirdi. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Amerika’yla Taliban nasıl görüştüyse biz de görüşürüz. Türkiye ile Taliban aynı inançları paylaşıyor, onlarla bu konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum,” açıklaması, bu örgütle ilişkilere önem verildiğini ve uzlaşma yollarının arandığını gösteriyor. Taliban örgütünün bu mesajı aldığını söyleyebiliriz, çünkü Taliban sözcüsü de “Türkiye ile iyi ilişkiler istiyoruz, Türkiye bizim kardeşimiz, inanca dayalı pek çok ortak noktamız var. Türkiye'nin geçmişi bırakıp bugüne ve geleceğe dönmesini istiyoruz. Ondan sonra diyalog isteyebiliriz,” dedi. Türkiye hükümeti ile müstakbel Afganistan hükümetinin arası iyi olacak gibi…

Bunu, en azından göç konusunda, bir şans sayabilir miyiz? Taliban, ele geçirdiği yerlerdeki insanları tutukladığını ve katlettiğini gizlemeye ihtiyaç duyan bir örgüt değil. IŞİD ve benzeri örgütlerle dinî/ideolojik bağı kadar uygulamaları da örtüşüyor. İnsanların, böyle bir egemenlik altında yaşamak yerine başka ülkelere sığınmasının uluslararası bir hak olarak kabul edildiğini hatırlatalım. Ancak, Afganistan’dan gelen göçün Taliban örgütünün ilerleyişiyle gerçekten bir ilgisi var mı?

***

Dünyadaki en büyük göçmen ve mülteci topluluklardan biri olan Afganlar, 1979 senesinden bu yana devam eden bir savaş bölgesinden, Afganistan’dan dünyanın çeşitli ülkelerine göç ediyorlar. İşgaller, iç savaşlar ve siyasi istikrarsızlık nedeniyle egemen bir hükümetin ortaya çıkmasının koşulları oluşmadığı için siyasal alan ve bu alandaki ilişkiler büyük ölçüde parçalanmış ve yozlaşmış durumda; fazlasıyla kırılgan bir devlet, daha doğru bir ifadeyle bir devletsizlik hali mevcut. Bu nedenle Afganistan’daki siyasi rejim her zaman dinî referanslara dayanmak ve siyasal egemenliğin meşruiyetini toplumun dışında aramak zorunda kalıyor. Ancak bu meşruiyet hakkı, diğer dinî cemaatler ve aşiretler için de kullanılabildiği için siyasi iktidar mücadelesi dinî motivasyonlar ile sürdürülüyor. Bugün Afganistan’daki siyasal, ekonomik ve sosyal gelişmeleri belirleyen bir rejimden söz edilecekse bunun adı belirsizlik olabilir. Yaşanmakta olan göçün temel nedeni de bu belirsizlik.

Taliban’ın ilerleyişi ile Türkiye’ye yönelen göç arasında kurulan ilişkinin zannedildiği gibi kitlesel bir göç olmadığını söyleyebiliriz. Farklı rivayetler olsa da sınırdan gelen düzensiz göçün kitlesel bir yığılma olduğuna ilişkin, açık kaynaklardan edinebileceğimiz bir bilgi yok. Uzun zamandır devam eden mevsimsel göç akışının devam ettiği, mevcut Afganistan hükümetine mensup üst düzey bürokratların ve görevlilerin, Taliban örgütünün ilerlemesi nedeniyle Türkiye’nin batısına doğru göç etmek üzere bu göç akışına dahil olduğu söylenebilir. Yani Suriye’den gelen sığınmacılar gibi kadın, çocuk, yaşlıları da içeren kitlesel bir yığılma söz konusu değil. Bu nedenle Afganistan’dan gelen göçmen sayısında görece bir artış söz konusu olsa da bunun kitlesel bir göç olduğu söylenemez. Ancak Taliban örgütünün ilerleyişine ve oradaki gerilimin düzeyine bağlı olarak, İran üzerinden Türkiye’ye yönelik kitlesel bir göç yaşanma ihtimalinden söz edenler de var.

***

Afganistan’dan Türkiye’ye göç eden Afganlar için buradaki hayat hiç kolay değil. Bunun başlıca nedeni Afgan göçünün temel motivasyonun emek göçü olması. Ancak Türkiye bir sosyal devlet olmadığı için emek piyasası büyük ölçüde eşitsizlik ve sömürü üzerine kurulu ve göçmenler de bu düzenin bir parçası olarak emek gücüne dahil oluyorlar. Afganistanlılar Türkiye’de kazandıkları ücretlerin bir kısmıyla burada yaşamaya çalışırken kalan kısmını geride bıraktıkları ailelerine yolluyorlar. Böylelikle iki ülke arasında göç üzerinden bir ekonomik ağ kurulmuş oluyor.[1] Türkiyelilerin çalışmayı pek tercih etmediği söylenen belli başlı bazı sektörlerde, özellikle en ağır ve zor işlerde ve genellikle en kötü koşullarda çalışan bu emek gücü grubunun güvencesiz olmakla birlikte en düşük ücretlerle çalıştıklarını söylemek gerekir. Buna kimi zaman ücretlerinin ödenmediğini, sınırdışı edilmekle tehdit edildiklerini de ekleyelim.

Yaklaşık yedi yüz bin Afganistanlının Türkiye’de yaşadığı tahmin edilse de gerçeğe en yakın sayıyı bilmiyoruz. Hepimizin kısa sürede öğrendiği üzere Afganistan'dan gelen göçmenler Türkiye’ye Van üzerinden girip farklı şehirlere dağılıyorlar. Burada genellikle göç ağının belirleyici olduğu ve önce gelenlerin sonra gelenleri yönlendirdiğini biliyoruz. Bu grup içerisinde Türkiye'ye gelebilen kişiler içerisinde uluslararası koruma hakkına erişebilenlerin sayısı çok az ve bu sayı gittikçe daha da azalıyor.

***

Milyonlarca göçmenin, sığınmacının, mültecinin yaşadığı Türkiye’nin göç politikasını ve göç yönetimini -gerçekten- anlamak ve açıklamak mümkün mü? Başarılı olup olmamasından değil, anlaşılabilir olmasından söz ediyoruz. Türkiye’deki göç yönetiminin ve göç projeksiyonun büyük ölçüde konjonktürel ve belirsizlikler üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Göç politikalarının ne olduğu, bu politikalarla neyin hedeflendiği ya da herhangi bir şeyin hedeflenip hedeflenmediği gibi soruların yanıtını aramak pek mümkün değil. Aslında Suriyelilerle ilgili göç yönetimi yetersizliklerle ve başarısızlıklarla başlayıp ilerlemiş olmasına rağmen Avrupa Birliği fonları sayesinde yapılan bazı girişimlerin sonuç verdiği anlaşılıyor. 2010 yılında, göçmenlerin uyumu açısından MIPEX’te (Göçmen Entegrasyonu Politika İndeksi) son sırada yer alan Türkiye, 2014 yılında bazı iyileştirmeler yapsa da halen göçmenler için elverişsiz ülkelerden biriydi. Ancak MIPEX’in 2020 raporunda Türkiye’deki birçok düzenlemenin göçmenlerin uyumu için anlamlı bir etki yaptığı ifade ediliyor. 2014 senesinde 100 üzerinden 25 puan alan Türkiye, 2019 senesinde 43 puana yükselmiş. Yani çok kısa süre içerisinde gerçekten anlamlı gelişmeler kaydedilmiş.[2]

Ancak bu gelişmeler düzenli göçmenlerin Türkiye’de kendilerini güvende hissettikleri, gelecek projeksiyonlarını daha güvenli Türkiye üzerine geliştirdikleri, Türkiye’nin onlara temel haklar ve fırsatlar bakımından etkili güvenceler sağladığı ve göçmenleri ayrımcılıktan korumayı taahhüt ettiği anlamına gelmez. Bazı prosedürleri yerine getirerek sağlanan uluslararası fonlar sayesinde el yordamıyla ve günübirlik sürdürülen pansumanlar yoluyla bir yandan düzenli göçmenlerin yaşamlarını sürdürmeleri sağlanırken diğer yandan göç politikalarının belirsizliği kamuoyundaki endişelerin yoğunlaşmasına neden olmaktadır.

Afgan göçmenlerle ilgili ortaya çıkan tepkilerde de bunu görmek mümkün. Örneğin Türkiye hükümeti Afganistanlıların sınırdan geçmekte olduklarını görmezden gelmeyi mi tercih ediyor, yoksa müdahale edemiyor mu, bilemiyoruz. Bunu bilen birilerinin olup olmadığını da bilemiyoruz. Eğer bu siyasi bir karar ise bunun gerekçelerinin ne olduğunu ve neden böyle bir karar verildiğini öğrenmek yurttaş olarak hakkımız olduğu gibi, herkes için daha iyi bir çözüm aramanın olanaklarını sunması bakımından da elzemdir. Eğer siyasi bir karar değil de umursamazlık ya da bazı sermaye gruplarının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir girişim ise kamuoyuna bunu da açıklamanın yollarını bulmak gerekir. Ancak uzun süredir ve her konuda olduğu gibi bu konuda da gerçek durumla ilgili herhangi bir açıklama ihtiyacı hissetmeyen, yurttaşların olup biten hadiselerle ilgili sorularını, kaygılarını, endişelerini gidermek istemeyen, bunu tercih etmeyen, bunun yerine eksik, bozuk, çarpık bilgilerle durumu “idare” etmeyi tercih eden siyasi iradenin belirsizlik stratejisi ya da çaresizliği devam ediyor.

Afgan göçünün bir anda politik gündemi işgal etmesi, muhalefetin göçmen düşmanlığı çizgisine doğru hızla geçiş yaparak iktidarı aşırı sağ duygular üzerinden çevrelemeye çalışması ve iktidar bloku ile muhalefet bloku arasında hızla tuhaf bir simbiyozun oluşması Türkiye’deki göç politikalarının ve göç yönetiminin başarısızlığının tescili olarak kabul edilebilir. Öyle ki, bu simbiyozun ürettiği aşırı sağ dalga hızlıca hak savunucularını ve akademisyenleri, bu alanda faaliyet gösteren örgütleri ve başta Medyascope olmak üzere, bağımsız medya çalışanlarını ve kurumlarını hedef haline getirmeye yöneldi. Bu, kişiler ve örgütler üzerinden yapılan hücum hareketinin kendisi önemli olmakla birlikte, bir süredir merkeze yerleşmiş olan aşırı sağın tamamlayıcı parçalarından biri olan göçmen/yabancı nefreti ve düşmanlığının merkezde de yoğunlaştırılması girişimiydi.

***

Birçok ülke için olduğu gibi Türkiye açısından da göç yönetimi, uzun erimli programlanması ve uygulanması gereken kamu yönetiminin önemli bir parçasıdır. Göçmenlerin kayıt altına alınması, düzensiz göçün önlenmesi, gelen göçmenlerin topluma dahil olabilmelerinin araçlarının ve yollarının sağlanması ve yurttaşların bu sürece hazırlanması gibi birçok farklı katmanın planlanması ve uygulanması gerekmektedir. Eğer bir ülke rasyonel ve uygulanabilir bir göç yönetimine sahipse göçmenlerin kendilerine ve yeni geldikleri ülkeye ve topluma katkı veren, geliştiren bir işleve sahip olduğuna ilişkin sayısız çalışma var. Böyle bir göç yönetimi olmadığı durumda hem göçmenler hem de yurttaşlar için göçün endişelere neden olduğunu ve olacağını söylemek zor değil. Eklemek gerekir ki, kendi içerisinde bile kimlik sorunlarını halledememiş, özellikle 1980 darbesinden sonra milliyetçi aşırı sağın merkeze kolaylıkla yaklaşabildiği, demokrasinin, yargı ve bürokrasi tarafından korku ya da küçümsemeyle dile getirildiği, kolluk kuvvetlerinin toplumun büyük bir kesimini düşman olarak gördüğü bir ülke, sadece göçmenlere değil, yurttaşlarına da huzur, refah, gelecek vaat etmekten uzaktır.

Buna, yurttaşlarını göçmenlerin kabulüne hazırlamaksızın, bir anda ve milyonlarca göçmeni Türkiye’ye davet eden hükümetin siyaset tekniğini de eklediğinizde ortaya çıkan tablo, Türkiye toplumunun dayanışma gibi olumlu ve bütünleştirici ya da istismar gibi olumsuz ve bölücü yollarla göçmenleri içermek zorunda kaldığıdır. İktidar bloku, göçmenlerin yükünü toplumun üzerine yıkarak bunu uluslararası güç devşirmek için koz haline getirirken gündelik yaşamın içerisinde gittikçe sertleşen siyasal, ekonomik ve sosyal mücadele en zayıf halkaya doğru yöneldi.

Türkiye’deki göçmenlerin varlığından fayda sağlayan bazı toprak sahipleri ve işverenler gibi dar gruplar olsa da seçmenlerin büyük bir çoğunluğunun Türkiye’deki göçmenlerden rahatsızlık duyduğu yönünde bulgular var. Bunun başında Suriyeliler geliyor, yakın zamanda Afganistanlılar da bu listeye eklenmiş oldu. İranlılar, Ganalılar, Somalililer, Libyalılar, Kamerunlular ve benzeri diğer gruplar yeteri kadar görünür değiller, sayıları da yüz binin altında olduğu için herhangi bir endişeye neden olmuyorlar. 2019 yılında, “Ülkemizde bulunan Suriyeli mültecilerden ne derece memnun” oldukları sorulan AKP, CHP, HDP, MHP ve İYİP seçmenlerinin ortalama yüzde 67,6’sı memnun olmadıklarını ifade etmiş. Bu oran CHP seçmenlerinde yüzde 82,6, HDP’de yüzde 71,3, İYİP’te yüzde 61,8. İktidar blokunda da vaziyet pek farklı değil, AKP’de yüzde 59, MHP’de yüzde 63,6.[3]

Partiler

Memnun

Memnun

Kararsız

Kararsız

Memnun Değil

Memnun Değil

2019

2021

2019

2021

2019

2021

AK Parti

10,3

25,6

30,7

28,6

59

45,8

CHP

2,3

20,1

15

27,8

82,6

52,1

MHP

11,4

19,8

25

41,7

63,6

38,5

HDP

7,9

12,7

20,8

33,3

71,3

53,9

İYİ Parti

6,7

16,3

31,5

34,9

61,8

48,8

0rtalama

7,72

18,9

24,6

33,25

67,6

47,8

Ancak 2021 yılına gelindiğinde memnun olmayanların oranında ciddi bir azalma, memnun ve kararsızlarda ise anlamlı bir artma gözlemlenmiş. Yani Afganistanlıların mevsimlik göçü vesilesiyle açığa çıkan göçmen karşıtlığı ve ABD’nin bölgeden çekilmesi ve Taliban örgütünün siyasal egemenliği ele geçirme ihtimalinin ürettiği konjonktürel gerilim olmasaydı, bütün göçmen karşıtı propaganda faaliyetlerine ve alenen ırkçı nefret suçlarına rağmen Türkiye toplumundaki kabulün önemli ölçüde geliştiğini görmek mümkün olacaktı. Bunu MIPEX’le birlikte değerlendirdiğimizde entegrasyona yönelik her girişimin bir arada yaşamayı güçlendirdiğini söylenebilir.

***

Türkiye’de yaşanan bu süreci muhalefetin değerlendirme, yönlendirme ve konuyla ilgili politikalar geliştirme perspektifinin nasıl olacağı, bu konuda gerçekçi ve cesur bir tutum ve davranışla hareket edip edemeyeceği önemli bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkıyor. Hükümetin belirsizlik politikalarının aksine, muhalefetin gerçekçi ve uygulanabilir politikalar geliştirmesi, küresel göç diplomasisinin bir bileşeni olarak kendini örgütlemesi, toplumun bütün üyelerinin iyilik halini hedeflemesi ve Türkiye’nin mülteci kampına dönüşmesini umursamayan Avrupa Birliği üye ülkeleriyle ilişkileri yeniden eşit bir düzeye taşıması gerekir.

AKP hükümetlerinin dış politikada yaptığı hataların ağır sonuçlarıyla yüzleşmek istemeyen Türkiye toplumunun taleplerini gerçekçi ve uygulanabilir bir çerçeveye taşımak, muhalefetin sorumluluğudur. Eğer muhalefet, AKP ve MHP’den farklı olarak, siyaset yapmayı ciddiye alıyorsa, bunun anlamı toplumu iyi, doğru ve gerekli olanın ne olduğu konusunda ikna etmek olmalıdır. Toplumdaki yaygın eğilimleri ve kanaatleri siyaset zannedip bunları tekrar etmenin yönetmek anlamına gelmediğini hatırlatalım. AKP’ye benzemek, benzemeye çalışmak yerine gerçekçi ve uygulanabilir olan, iyi ve doğru üzerine politikalar geliştirmek hedeflenebilir.

“Suriyeliler giderse ekonomi çöker” cümlesi ne kadar gerçek dışıysa “iki yıl içinde göndereceğiz” cümlesi de en az o kadar gerçek dışıdır. Dahası davul, zurna ile yollamayı taahhüt etmenin, “yollayacağız” diyerek seçmenlerdeki göçmen karşıtlığını tetiklemenin ve AKP-MHP koalisyonundan bile geride bir pozisyonu benimsemenin siyasi tercihler ve beklentiler açısından da gerçekçi ve uygulanabilir olduğunu sanmıyorum. Düzensiz göçü kontrol altına almak gerekir, bu konuda geliştirilecek politikalar elbette çok önemli ve bu konuda muhalefetin iktidar blokuna baskı yapması gerekir. Türkiye’nin göçmen politikasını, bu politikanın amaçlarını ve araçlarını hızlıca belirleyip küresel göç diplomasisini yürütebilecek uzmanların ve bürokratların sürece eklemlenmesi için gerekli çabayı göstermek de muhalefetin yükümlüğündedir. Bölgesel diplomasiyi merkeze alan, ülkedeki göçmenleri ve mültecileri değil, hükümetin göç yönetimini ve bu alandaki düzenlemelerini eleştirerek geliştirmeyi hedefleyen bir siyaset stratejisini eksene alması gerekir. Eğer muhalefet göç ve göçmenler konusunda popülist davranmak yerine “gerçekçi” olmak istiyorsa, böylesi bir yerden başlamak onu daha inandırıcı hale getirecektir.

Gerçekçilik “iki yıl içinde evlerine göndeririz”, “Edirne’den kapıları açıp hepsini Avrupa’ya göndeririz”, “kamyonlara bindirip ülkelerinde indiririz” gibi gerçekleştirilmesi mümkün olmayan, ancak toplumun bir kesimini bir diğer kesimi aleyhine kışkırtan, onları mücrim gibi gösteren, göçmenlere karşı duyulan korku ve endişenin öfke ve nefrete dönüşmesine zemin hazırlayan, bu duygular üzerinden siyasal tercihlerin oluşmasını hedefleyen gitsinlercilik midir? Yoksa Avrupa Birliği üye ülkelerinin kendi aralarında yaptığı anlaşmalara uyum sağlamayı hedefleyen sürdürülebilir göç politikaları üretmek ve entegrasyon politikaları geliştirmek; yani yeni kuşak göçmenlerin entegrasyonunu ve topluma üretken olarak katılımlarını destekleyen, yurttaşları göç sürecine ve göçmenlerle birlikte, bir arada yaşamaya hazırlayan, onların endişelerini ve korkularını gidermek için bilinçlendirme faaliyetleri yapan, yerel yönetimlere inisiyatifler vererek orada ikamet eden herkesin hemşerilik haklarını ve yerel yönetimlere katılımı güçlendiren politikalar için çalışmak mı daha gerçekçi?

“Gitsinler”cilikte, gerçekçilik adına herhangi bir şey göremiyorum.

AKP’ye benzemekten daha iyisini yapmak gibi bir derdi, amacı olmalı muhalefetin… Muhalefet, Türkiye’yi duvarlarla çevrelemeyi değil, etkili bir göç politikası üretmeyi hedeflemeli. Duvarlar çekmek ya da “misafir” gibi ne anlama geldiği belli olmayan ifadelerle göçmenleri nitelemek yerine göçmenlerin haklarını tanımak, göçe neden olan koşullarla mücadele etmek ve küresel göç diplomasisi içerisinde yer almak zorundadır. Sosyal medyada örgütlenen göçmen karşıtı çevrelerin Türk bayrağı etrafında kümelenip milliyetçi, ırkçı, ayrımcı bir hamaset ve korku diliyle siyasal alanı işgal etmeleri, sosyal medyadaki varlıklarını sosyal gerçekliğin birebir temsili gibi sunmaları ve seçimlerden galip çıkabilmek için göçmen karşıtlığı üzerinden gelecek oya yatırım yapmaları, Türkiye’deki gerçek sorunların dile getirilmesinin önündeki engellerin bu kez muhalefet tarafından yeniden üretilmesidir. Türkiye’deki gerçek sorunun göçmenlerin varlığı olmadığı, göçmen karşıtlığı üzerinden gerçek sorunların gizlendiği sır değil. Toplumu irrasyonel korkular üzerinden yeni iç düşmana karşı seferber eden aşırı sağın siyasal merkez içerisindeki konumunu pekiştirme girişimlerine muhalefetin bu kadar yatkın olması, Türkiye’nin gerçek büyük krizinin de nedenidir. Oysa bugünkü koşullar altında, toplumu korkutmaya, endişelendirmeye yönelik aşırı sağ sapma karşısında topluma güven vermek muhalefetteki siyasi hareketlerin vazifesi değil midir?

***

Türkiye göç ve göçmenler konusuyla ilgili hiçbir zaman 2011 öncesine geri dönemeyecek. Bunun olumlu ya da olumsuz bir gelişme olup olmaması Türkiye’deki siyasal seçkinlerin gelecek projeksiyonlarının niteliğine bağlı. Düzensiz göçü engellemeyi başaran, göçmenleri kayıt altına alabilen, geri göndermek yerine önceliği uyuma ve entegrasyona veren bir Türkiye, göçmenlerle ilgili meseleleri göçmenleri suçlayarak ve onları nesneleştirerek değil, ilgili devletler ve uluslararası örgütlerle birlikte çalışarak çözebilir. Gerçekçi çözüm buralarda bir yerde olsa gerek. Birileri bulduğu her Suriyeliyi ya da Afgan’ı yakalayıp sınırdışı etmenin çözüm olduğu, gerekirse asker dipçiği, polis copuyla göçmenleri Ege’den denize, Van’dan İran’a sürme hayaliyle yaşayabilir; bunun en gerçekçi çözüm olduğuna inanabilir. Birileri, bir zamanlar trenlere doldurup, asker nezaretinde yollarda sürükleyip Suriye çölüne terk ettiklerinin feryatlarını kendisinin iktidar hanesine yazacak kadar gerçekçilikten nasibini almamış olabilir. Çok şükür, bu ülkede gerçekçilikten nasibini iyilik ve doğruluk üzere olmakta arayanlar da var. Bu ülkede medeni kalabilmeye dair biraz umut varsa, bu onların sayesinde…


[1] Konuyla ilgili Göç Araştırmaları Derneği’nin (GAR) “İstanbul’un Hayaletleri: Güvencesizliğin kıyısında Afganlar” isimli raporuna bakılabilir. Didem Danış, Sibel Karadağ ve Deniz Şenol Sert tarafından hazırlanan raporda güvencesizliğin bu göçmen grubunun yaşamlarında neye karşılık geldiği, “İstanbul’daki güvencesiz yaşamı, Afganların bedensel ve çileci emeği, görünmez hareketliliği, sınır dışı edilme korkusu ve uluslararası korumadan yoksunlukları” çarpıcı bir biçimde gösterilmektedir. Rapor için bkz. https://www.gocarastirmalaridernegi.org/tr/calismalar/arastirmalar/istanbul-un-hayaletleri-guvencesizligin-kiyisinda-afganlar/192-istanbul-un-hayaletleri-guvencesizligin-kiyisinda-afganlar-raporu-yayinlandi

[2] MIPEX’in raporu için bkz. https://www.mipex.eu/turkey Karşılaştırmalı tablo MIPEX’ten elde edilen veriler sayesinde yazar tarafından hazırlanmıştır.

[3] Kadir Has Üniversitesi’nin yayımladığı 2019 yılına ilişkin “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması” raporu için bkz. https://www.khas.edu.tr/sites/khas.edu.tr/files/inline-files/TDPA2021_KHAS_WEBRAPOR-BASIN_08062021.pdf. Aşağıdaki karşılaştırmalı tablo, ilgili raporun 2019 ve 2021 yılları arasındaki verileri kullanılarak yazar tarafından hazırlanmıştır.