"Kendimiz Olmak"
Erdoğan Özmen

Mütemadiyen “kendin ol!” buyruğuna muhatap olan özne kimdir aslında? Belli bir şiddet dozu eşliğinde habire tekrarlanan, travmatik  etkilere sahip, her birimizde yetersizlik, başarısızlık ve suçluluk duyguları uyandırarak işleyen o buyruğun hedefindeki ben/biz kimdir? Aynı zalim buyruğun istilasına uğrayıp duran bedenler/benlikler kime aittir? “Kendin ol!”… yani henüz var olmayan bir şeyi, ‘yüce’ kendini/kendiliğini oluşturmak için harekete geç! Korkunç ve alt üst edici bir itham bu. Demek henüz mevcut olmayan bir ‘faile’, bir de bunun sorumluluğunu yükleyerek çağrıda bulunan itham yüklü bir ses: Henüz tam bir mevcudiyetin bile yok, var bile değilsin ama yine de ve çok geç olmadan kendini var etme yolculuğuna başlamalısın. Hepimize yönelen, ama bunu daha en baştan üstümüzü çizerek, varlığımızı güvenilmez bularak yapan aynı süperego buyruğu en nihayetinde hepimizi kat eden bir yaygınlığa sahip artık. Kültürümüzün kalbinden yükselen o buyrukla birbirimize hınçla seslenmemiz arasında ürkütücü bir yakınlık mevcut. Herkesin başka herkese çekinmeden yargıçlık yapmasını, ayar veren, hizaya çeken, ihtar ve itham eden bir dil ve üslupla hitap etmesini çoktan kanıksadık bile.  Örneğin, filanca konuda sesimizi yükseltmemiş, duyarlı davranmamış, dalgınlık göstermiş olmamız yanıbaşımızdakiler tarafından linç edilmemize, kızgınlıkla damgalanmamıza yeterli sayılıyor. İnsanca bütün kusur, zayıflık ve sendelemeler hoş görülmek şöyle dursun derhal yıkıcı bir öfkenin hedefi haline geliveriyor. Aramızdaki cılız işbirliği ve dayanışma imkanlarını daha baştan yok eden bir tavır bu.

Korkunç bir adaletsizlik ve eşitsizlik düzeni ve kültürünün herbirimizi diğerinden ayırarak, aramızdaki bağları ve ortaklıkları parçalayarak, herbirimizi tek tek sayarak “kendin ol” buyruğuna tabi kılması tüm topluma yayılarak hepimizin içselleştirdiği bir ilkeye/ahlaka dönüşüyor. Tüm hayatı “kendi olma” uğraşından, tekil kendilik üzerine tefekkürden ibaret sayan ve sonunda “kendi olma” uğraşından, bitmez tükenmez bir performans sergileme rejiminden yorulm Bunu diğer kapitalist buyrukla, “zevk al ve mutlu ol” buyruğuyla bir arada düşünmeliyiz şüphesiz.       

Aynı buyruğun baskısıyla, hemen her konuda ne yapmamız, neyi seçmemiz, neyi yememiz ya da nelerden uzak durmamız gerektiğini söyleyecek uzmanlara, rehberlere, otoritelere duyduğumuz ihtiyaçla kıvranıp duruyoruz. Güvensizlik, yetersizlik, çaresizlik ve suçluluk hisleriyle yorulmuş ve posası çıkmış halde kapı komşusuna, sıra arkadaşına, meslektaşına yöneltilen kızgınlık ve öfkeden hiçbirimiz azade değiliz artık. “Kendi olabilenler” ve diğerleri biçiminde bölünmüş ve bundan müteşekkil bir toplum tahayyülü hepimizi kuşatmış durumda. 

                                               ***

Diğer yandan, “kendi olmak” vardır tabii ki. Derin bir ortaklığın, öteki ile ilişki ve bağların ürünü bir kendilik. Demek nihayetinde, müşterek insanlığımızı ve paylaştığımız insaniyet kaidesini hem kuran hem de teyit eden bir “kendi olmak”. Günümüzde belki de önümüzdeki tek gündem, tek ihtiyaç olan insanlığı, hayatı ve dünyamızı yeniden tanımlamanın ve savunmanın biricik yolunun/imkanının her düzeyde ve ölçekte dayanışma ve işbirliği olduğuna işaret eden, buna kendi oluşma süreçleriyle şahitlik eden bir “kendi olmak” hali.

“Esas soru şudur: Kendimiz “olmak”tan bahsederken neyi kastediyoruz? Bunun tanımlayıcı işaretleri nelerdir? Bedenimin biçimi olmayan, sesim ya da dokunuşum olmayan, burnum, gözlerim olmayan bir şey -orada bulunan, ben olan bir şey. Ürkek küçük bir hayvan gibi orada, bir fiziksel göstergeler ormanının arkasında görünmez halde yatıyor. Büründüğüm kisvelerin, taktığım maskelerin hiçbiri kendimi bana temsil etmiyor, olsa olsa belirsiz ipuçları ve minicik sezilerde ele veriyor kendini: Yaprakların bir hışırtısı, bir koku, boğuk bir hırıltı. Var olduğunu biliyorum ketum benliğimin. Ama o arada, bekliyorum. Belki de varlığı son günümde teyit edilecek, o gün çalılıkların arasından çıkıp kendini tüm çehresiyle bir an için gösterecek, sonra da artık hiç olmayacak.”[1]

Buradan devam etmek üzere.


[1] Alberto Manuel, Merak, çev. Kutlukhan Kutlu, YKY,  2017, s.150