Barınamayanlar: “Aile Arasında”
Işıl Kurnaz

Barış Bıçakçı’nın boşlukları doldurmaya çalışmadan, onlarla aynı dili konuşan öykülerinden birinde vardı bu: “Henüz dünyam, o kadar küçülmedi.”[1] Bana öyle geliyor ki, “barınamıyoruz” diyenler de dünyanın henüz o kadar küçülmediğini anlatan bir şeyler söylüyorlar. Buna, karşılıklı bağımlılık, bakım etiği, bir aradalık, toplumsallık da denebilir sanırım.

Barınamıyoruz Hareketi, barınma hakkının bir imar ve rant konusu değil, bir insan hakları meselesi olduğunu anlatıyor günlerdir. Eşit yurttaşlığın, kamusal yaşamın, toplumsal bağlar ve bağımlılıklarımızın, siyasetin dilinden değil, hayatın dilinden konuştuğunu, bu yüzden de siyasetçi dilinin bu soruna yetmeyeceğini ifşa ediyor. Çünkü Türkiye’de üniversite öğrencileri, KYK yurtlarının sınırlı kapasitesini, bu yurtların içindeki gözetim mekanizmasını kabul etseler de yurt için sıranın çıkmadığını, belki araya birilerini sokmakla, torpil aramakla mücadele ettiklerini anlatıyorlar.[2] Özel yurtların pahalılığı, ev kiralarının yükselişi meseleyi başka bir boyuta taşıyor tabii, imkânsız bir barınma sorununa. Öte yandan “tepemizde bir çatı olsun yeter.” diyerek[3], çok yüksek meblağları çok kötü durumdaki, belki işleri ve okullarının çok uzağındaki evlere vermek için uğraşan barınamayanlar da var.

Barınamıyoruz diyen öğrencilere “yalan söylüyorsunuz” diye karşılık vermek bir başka boyut, Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle yanıt vermişti. Barınma meselesini aile içinde çözülmesi gereken bir sorun olarak görmek de benzer. Defalarca içimize işlendiği (ya da kafamıza kakıldığı?) için biliyoruz, aile toplumun çekirdeği, Tanıl Bora tersinden söylemişti biraz da: “Toplumun ve devletin de bir büyük aile gibi tasavvur edildiğini biliyoruz. Bu tasavvur, toplum meselelerinin ve devlet işlerinin, aile meseleleri gibi halledilmesini öngörüyor.”[4] Barınma ile aile olmak arasındaki o ilişkiyi düşündüren şey bununla ilgili biraz, ev sahiplerinin evlerini kiraya verdiklerinde sanki kiracıları da kiraladıklarını düşünmeleri gibi, haberde öyle söylüyordu ev sahibi: “Biz öğrenciye kiraya verelim ama geceleri müzik dinliyorlar, eve geç geliyorlar, 4 yıllık fakülteyi 6 senede bitiriyorlar. Ben artık evi sadece aileye veririm.” Sadece evini kiralamıyor ev sahibi, karşılıklı bağımlılığımızın hiç farkında değil, kendisini, kendi “aile değerlerini” kiracılara dayatarak evini sanki bilâbedel lütfediyor. Aile siyasetinin ve bağlarının, kan bağıyla tahkim edildiği bu yerde, toplumsallığın, bağlılıklarımızın ve bağlarımızın, dayanışma ve bakım etiğinin ezildiğini görmek zor değil.

Üstelik, barınma sorunun yalnızca “aile arasındaki” bir sorun olmadığını, bunun basbayağı politik, siyasi olduğunu, piyasaların kendiliğinden yarattığı bir sorun olmadığını gördük bu hafta, yine bir Anayasa Mahkemesi kararıyla. Anayasaların insan derisiyle kaplı olduğunun bir örneği daha sanırım! Çünkü Anayasalar yaşıyor ve hayatla karşılaşıyor, bu sefer de barınma hakkı görünümünde. “Çünkü, aile ilişkilerinin eşitsiz yapısı, toplumsal ve siyasal uzantılara sahip olduğu gibi, bunları meşrulaştıran, yeniden üreten bir özellik de gösterir.” diyordu Aksu Bora ile İlknur Üstün.[5] Birkaç gün önce, 28 Eylül’de Resmî Gazete’de yayımlanmış bir karar var, Nuriye Arpa Kararı.

Dava konusu, barınma hakkının mülkiyet hakkıyla ilişkisi gibi görünse de aslında bambaşka bir şey var bu kararda: Aile kimdir ve tam olarak neyden müteşekkildir? Aile, ilişkilerinden de önce kendisi itibariyle eşitsiz kurulmuş olabilir mi? Barınmak, muhakkak aile arasında bir şey midir? Sahiden, aile neyimiz olur, mesela kendimiz olabilir mi? Nuriye Arpa, 1966’dan beri Hasankeyf’te yaşayan, bekar, annesi ve babasını kaybetmiş ve kardeşi olmayan bir kadın. Bir kadının hayatının, bir dava dosyasında yine nasıl içinin dışına çıkarıldığı bir başka konu, muhtemelen de çok daha derin. Hasankeyf’te bir evi var, doğduğundan beri orada yaşıyor ama HES projesiyle Hasankeyf merkezindeki evi etkilendiği için buradaki konutların, yeni Hasankeyf yerleşim alanına taşınması kararı veriliyor. Yeni bölgedeki konut hakkından yararlanmak ise, bir kanundaki şartları taşımaya bağlı. Yeni yerleşim alanına geçişin şartlarından biri de “aile vasfını taşımak.” Nuriye Hanım, 1966’dan beri yaşadığı bölgeden yeni yerleşim bölgesine geçmek için Kaymakamlık’ta form dolduruyor. Ama Kaymakamlık, “aile vasfını taşımadığı” için, Nuriye Hanım’ın konut hakkı olmadığını söylüyor. Hasankeyf’te evi olan, HES’ten dolayı evinde yaşayamayan ama aile de olmadığı için yeni yerleşim bölgesinde kendisine konut hakkı tanınmayan Nuriye Hanım. İdare Mahkemesi’nin Nuriye Hanım’a cevabı, bir insan hakkı olan barınma hakkıyla ilgili olacak değildi tabii, onlar daha çok ailenin kimlerden oluştuğunu ve kendisinin neden aile olmadığını, aile vasfını taşımadığı için de konut hakkının olmadığını söylüyorlar: “Anılan kanunun uygulanmasında; (1) karı ile koca, (2) evlenmemiş çocuklar, ana ve baba ile veya bunlardan sağ olanı ile birlikte, (3) evli çocuklar, evli torunlar ile çocuksuz erkek ve kadın dullar başlı başına, (4) anasız ve babasız kardeş çocuklar birlikte ve eşit hisselerle bir aile sayılır.” 

Nuriye Hanım, annesi ve babasını kaybettiğini, hiç kardeşi olmadığını, eğer kardeşi olsaydı aile sayılacağı için konut hakkının olacağını ama sırf kardeşi yok diye bu hakkın tanınmamasının, ayrımcılık olduğunu anlatıyor. Mahkeme, ona yine aile vasfını taşımadığını söylüyor… Dava, Anayasa Mahkemesi’ne geldiğinde yasa değişmiş. Evlenmemiş ve kardeşi olmayan çocuklarla, diğerleri arasındaki aile vasfını taşımamama temelindeki ayrımcılığın makul bir gerekçeye dayanmadığı söylenmiş, 2020 yılında. Yani Nuriye Hanım, 2020 yılına dek aile değilken, 2020’den itibaren bir anda kendi kendisine aile oluvermiş.

Sahiden aile, kimimiz olur? Barınma hakkı, yalnızca aile arasında mıdır? Toplumun hanelerden değil, vatandaşlardan oluşması ne demektir? Barınamayanlar Hareketi’nden bir öğrenci, neden harekete katıldığı sorulduğunda şöyle söylüyordu: “Ne yapacağımı bilmediğim için katıldım, geleceksizlikten.”

“Hayatın boyutlarıysa, herhangi bir bütünlüğü imkânsız kılacak kadar genişti.”[6] Çünkü hayatın barınabilmekle ilgili olan kısmı, biraz vatandaş olmakla da ilgili. Birileri bunu aile olma vasfına indirgese de, geleceğin sadece aile arasında olmadığını, geleceksizliğin sadece aileyi ilgilendiren kişisel bir meseleye indirgenemeyeceğini iyi biliyoruz.

Bir bankanın genel müdürlüğündeki panonun onarım işini alan annesini anlatıyordu öyküde.[7] Pano öylesine dökülmüş, kırılmış, çatlamıştı ki bunun nedeni olarak bankanın mimarı, işçilerin özensizliğini, çalışanların konuşurken panoya yaslanmasını, binanın gündelik kalabalığını söylüyordu. Tüm teknik ayrıntılardan sonra, biraz daha duyarlı ve duygulu bir sesle başka bir şeyi: Panoya belki de en büyük zararı, ona hiç bakmadan gelip geçenler veriyordur.

Çünkü bazen, zarar vermek için bir şey eylemek kadar, hiçbir şey yapmamak da yeterlidir. Barınamıyoruz diyen bir öğrencinin ya da kendisine aile olmadığı ısrarla hatırlatılarak barınma hakkı elinden alınan bir kadının hikayesini görüp, onu deşmeden kat kat açmaya çalışmak toplum olmaya dair bir şey söyler. O hikâyeyi görüp, o sesi işitip gelip geçivermek ise başka bir şeyi gösterir, bireyci ve bencil şeyleri, dünyayı genişletmek yerine küçültmeye dair bir şeyleri. Tepemizde, hepimiz için bir çatı olsun yeter.


[1] Barış Bıçakçı, Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, İletişim, 2021.

[2] Burcu Karakaş ve Fatih Pınar’ın DW’deki video-haberi anlatıyor:

https://www.youtube.com/watch?v=NEozWeRBp3E

[3] Ankara Konut Piyasası Haberi, Mühdan Sağlam: https://www.gazeteduvar.com.tr/ankara-konut-piyasasi-1-tepemizde-bir-cati-olsun-yeter-haber-1530299

[4] Tanıl Bora, Birikim, Aile Neyimiz Olur? Dosyası Sunuş Yazısı, Temmuz-Ağustos 2021, s. 7.

[5] Aksu Bora, İlknur Üstün, Sıcak Aile Ortamı, TESEV

https://www.tesev.org.tr/wp-content/uploads/rapor_Sicak_Aile_Ortami_Demokratiklesme_Surecinde_Kadin_Ve_Erkekler.pdf

[6] Barış Bıçakçı, Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, İletişim, 2021.

[7] Barış Bıçakçı, Annemin Hikayesi, Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, İletişim, 2021.