Son aylarda anket şirketlerinin seçimde olabilecekleri ölçmek üzere yaptıkları araştırma/ soruşturmalarda, neredeyse kural olarak, iktidarın zayıflamakta olduğuna dair sonuçlar çıkıyor. Bu benim de olmasını istediğim bir şey olduğu için ve insanlar, genel olarak, olmasını istedikleri şeyin olacağına inanmaya eğilimli olduğu için, “olmayacak duaya amin deme” durumuna düşmekten çekiniyorum. Ama “anketçiler” de söylediklerinin arkasında durmakta ısrarlılar. Hiç değilse, ellerine geçirdikleri verilerin böyle gösterdiğini varsaymak gerekiyor herhalde — asıl olayda sonuç böyle çıkmasa da.
Geçenlerde —“Yöneylem” miydi? Galiba oydu— bunca yıl sonra ilk kez, AKP’nin “birinci parti” olmaktan çıktığını söyledi; birincilik Halk Partisi’nin eline geçmiş. Şimdi de MAK “Artık dip dalga yok” diyor, “Gelecek olan fırtınadır, tsunamidir.” Vay anasını sayın seyirciler!
Şimdi bu açıklamaları yapan kişiler de, belli, AKP iktidarı ile başı hoş olmayan kişiler. Onun için az önce söylediğim eğilimin onların da “olmasını istedikleri” söylemeleri ihtimali var.
Öte yandan, seçimin yapılmasına da epey zaman olduğunu, olabileceğini düşünmek gerekir. Bu süre içinde, o yöne ya da bu yöne, önemsenmesi gereken değişimler, kaymalar olabilir. Bizim dinlediğimiz anket şirketlerinin ulaştığı veriler elbette iktidara da ulaşıyor. İktidarı kaybetmeme iradesinin o cenahta nasıl belirleyici olduğunu görüyoruz. Gerçi her konuda son sözü söyleyen Tayyip Erdoğan şimdiye kadar inandırıcı bir şey söylemedi ama belli olmaz. Bir hayli zor bir durumda olduğundan şüphe yok. Bu durumu tersine çevirecek bir planı ya da gerekli araçları olmadığı da ortada. Ama bunların seçmenlerin oy verme eğilimleri üzerinde ne kadar etkili olduğu sorusu halen cevapsız sanırım. Seçim, bir tarihte, yapılacak ve o zaman bu cevabı alacağız.
Bu ihtiyat paylarını koymakta benim de bu kadar ısrarlı olmam gerekiyor mu? Bence, evet, gerekiyor. İktidarı oluşturan iki buçuk partinin bir süreden beri oy kaybetme sürecine girmiş olmaları, şaşırtıcı bir şey mi? Hayır, bence hiç şaşırtıcı değil. Tam tersine, olması gereken şey. İktidar, başta Tayyip Erdoğan, oy kaybetmek için akla gelecek her şeyi yapıyor, her sözü söylüyor.
Ama… Ama şöyle bir şey: İktidarda AKP kadar uzun kalmış başka parti yok Türkiye’de. “Halk Partisi yok mu?” diye sorabilirsiniz elbette. Ama Halk Partisi Atatürk’ün partisiyken ve sonra İnönü’nün partisiyken aynı parti miydi? Büyük ölçüde biri öbürünün devamı olmakla birlikte geçişte önemli farklılaşmalar da yaşandı. Neyse, söylemek istediğim şu: AKP seçmenin hoşuna gitmemesi gereken işler yapmaya yeni başlamadı. Ama “halkımız” gidişattan hoşnut olmadığını göstermeye oldukça yeni başladı. Gene aynı anketlerde, hemen hemen hepsinde, “Türkiye’nin en büyük sorunu sizce nedir?” diye soruyorlar. “Halkımız”, tutarlı bir şekilde “ekonomi” diyor.
Öyle mi? En önemli sorun siyasi değil de ekonomik gidiş mi?
Buna “evet, öyle” demek bana pek doğru görünmüyor. Ne demek bu? Sözgelişi, Tayyip Erdoğan’ın koşulları kendisi için daha elverişli bir gelişme gösterse de daha rasyonel davranabilse, bugünkü ağır bunalım durumuna düşmese, Türkiye’nin ciddi sorunu olmayacak mıydı? Onun bu yanlış kararlarını verdiği yönetsel “sistem” herkesi mutlu ederek kendini sürdürür müydü? Osman Kavala, Selahattin Demirtaş… Kürt politikası, Avrupa Birliği politikası. Bildiğimiz listeyi yeniden yazmama gerek yok. Bütün bu içler acısı manzara orada durup dururken, “Türkiye’nin en önemli sorunu ekonomiktir” denebiliyorsa, işte, benim seçim sonuçlarına bakarken bu kadar ikircikli olmamın gerekçesi de açıklanmış oluyor. Orta yerde bir yığın yenmez yutulmaz, hoş görülemez siyasi uygulama, bütün bu “tek adam” ısrarı, Tayyip Erdoğan’ın popülaritesini kaybetmesine yol açmıyorsa, demek yürüyecek daha çok yolumuz var.