David Laitin 1999 yılında kaleme aldığı Identity in Formation/ Oluşum Halinde Kimlik adlı kitabında Sovyetler Birliği’nin kendisini oluşturan cumhuriyetlerle kurduğu ilişkinin her cumhuriyet için aynı olmadığını söyler. Bu cumhuriyetler arasında Ukrayna özel bir yer tutmaktadır. Laitin’in “en favori ulus” kategorisi ile açıkladığı bu durum Sovyetler Birliği elitlerinin, Çarlık Rusyası'nda da hâkim olan bir eğilimi devam ettirerek, Ukrayna’yı diğer cumhuriyetlerden farklı bir biçimde ve daha eşit şartlarda merkeze dahil etme stratejisidir.
Zaman zaman çatışmalarla kesintiye uğrasa da bu merkezin “küçük kardeşi” ya da “uzantısı” olarak görülme hali Ukrayna’nın hem Sovyetler Birliği’nin sanayileşmesinden hem de idari yönetiminden diğer uluslara nazaran çok daha fazla pay almasını sağlayacaktır. Ancak, der Laitin, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte başlayan uluslaşma süreci tam da bu tarihsel asimilasyonun benzersizliği yüzünden inişli çıkışlı bir seyir izleyecektir.
Dilsel yakınlık ve çok sayıda Rusça konuşan grubun belirli bölgelerde yoğunlaşması Ukrayna’nın bir ulus olarak inşasını zorlaştıracak ve Ukrayna milliyetçiliğinin keskinleşmesine neden olacaktır. Hatta der Laitin, eski Sovyet cumhuriyetleri arasında bir savaştan söz edeceksek en olası seçenek Rusya-Ukrayna arasında savaştır.
Batı ile Rusya Arasında Kalmak
Ukrayna Soğuk Savaş sonrası devlet olma tarihinin önemli bir bölümünü bu gerilimle geçirdi. 2000'li yıllarda Rusya ile Batı arasında gerilimin tırmanması ise doğrudan ve her seferinde Ukrayna’yı etkiledi. Ukrayna tarihsel, kültürel, demografik sorunlarını bu sefer Batıyla Rusya arasındaki jeopolitik bölünme üzerinden yeniden kuracaktı.
Rusya ile Ukrayna arasındaki ilk önemli kriz 2004 yılında seçim yolsuzlukları üzerine patlak veren Turuncu Devrim ile yaşanmıştı. Turuncu Devrim Batı yanlılarının zaferi ile sona ermiş ve 2004-2006 yılları arasında Batı ile Ukrayna arasındaki ilişkilerin altın yılları yaşanmıştı. Bu altın dönem 2006’da Rusya’nın yıllar boyu kendi iç piyasa fiyatlarını verdiği Ukrayna’da gaz fiyatlarını artırarak ülkeyi “hizaya getirme” çabası ile ilk sarsıntısını yaşadı. 3 Ocak 2006’da Le Monde şöyle bir başlık atıyordu: “21. yüzyılın ilk savaşı ilan edildi!”
Bu dönemden sonra Ukrayna’da bir Batı yanlısı, bir Rus yanlısı hükümetler kuruldu. Bu hükümetler iki taraf arasında kabaca bir denge siyaseti izledi. Bir tarafta Avrupa Birliği ve NATO ile bağları sıkılaştırarak Rusya’ya karşı kendilerini güvence altına almak isteyen Ukrayna milliyetçisi siyasi elitler diğer tarafta ise Rusya ile ekonomik bağlarını geliştirmek isteyenler vardı.
Üstelik kamuoyu yoklamaları da gösteriyordu ki Ukrayna nüfusunun ancak yarısı NATO ve AB ile entegrasyonu destekliyordu. Güncel ifadesini ya Batı ya da Rusya yanlısı olmak olarak üzerinden ifade eden bu toplumsal kutuplaşma coğrafi bir bölünmeyle de üst üste geliyordu. “Batıcılar” ülkenin batısında yaşıyor ve Ukraynaca konuşuyor, “Rusyacılar” büyük oranda ülkenin doğu ve güneyinde yaşıyor ve Rusça konuşuyorlardı. Ukrayna nüfusunun çok büyük bir yüzdesinin Rusça konuşması ve önemli bir bölümünün kendini Rus kökenli hissetmesi de Ukrayna’nın ulusal kimliği ve egemenliği etrafında dönen çatışmada Rusya’ya önemli bir avantaj sağlıyordu.
Denge Siyasetinin Sonu
Viktor Yanukoviç 2010'da bu denge ve tarafsızlık siyaseti hedefini devam ettireceğini söyleyerek seçildi. Bir yandan AB ile görüşmelere devam etti, öte yandan Rusya ile bağlarını derinleştirdi. Bu denge siyaseti kademeli ekonomik entegrasyon ve siyasi işbirliğinin derinleştirilmesini içeren Avrupa Birliği-Ukrayna Ortaklık Antlaşması'nı Yanukoviç’in Rusya’nın baskısıyla askıya alması üzerine sona erdi.
Bu durum içeride büyük bir isyan dalgasına neden olacak ve Rus yanlısı olarak görülen başkanın parlamento tarafından azledilmesi ile sona erecekti. Rusya bu iktidar devrinin Batı destekli neo-Nazilerin gerçekleştirdiği bir darbe sonucu olduğunu iddia etti. 2014’te Kırım’ın ilhakı da bu geniş ve son derece kanlı çatışmanın içerisinde ve büyük bir çoğunluğun Ukrayna'dan ayrılma lehinde oy kullandığı bir referandum sonrasında gerçekleşti.
Bu büyük yenilginin sarstığı ve topraklarının önemli bir parçasını kaybeden Ukrayna’da bu tarihten sonra iktidara gelen hükümetler bir denge siyasetinin işgalci bir güç karşısında mümkün olmadığını söyleyerek Rusya karşısındaki tutumlarını sertleştirdiler ve Batı ile daha derin bir entegrasyon peşinde oldular. AB ile askıya alınan ortaklık anlaşması kabul edildi, Ukrayna Anayasası'na, "Ukrayna halkının Avrupalı kimliği ve Ukrayna'nın Avrupa ve Avrupa-Atlantik rotasının geri döndürülemezliği" gibi hükümler eklendi. Ukrayna hükümetleri çok sayıda organize radikal sağ grubu gönüllü taburlar olarak resmi olarak devlet yapılarına entegre etti. Bu milis gruplar devlet desteğini de arkalarına alarak anti-faşist gösterilere, belediye meclisi toplantılarına, medya kuruluşlarına, sanat sergilerine, yabancı öğrencilere saldırdı. Üstelik ülkedeki Rusları son derece rahatsız edecek bir biçimde ve Ukrayna içi yarılmaları derinleştirerek Rusçanın resmi statüsü ve kullanımına dair de kısıtlamalar getirildi.
Rusya ise Rusça konuşan Ukraynalılara Rus pasaportu vererek ülke üzerindeki etkisini artırmaya çalıştı. Ülkenin doğusundaki milis güçlerine verdiği desteği arttırdı. Ukrayna’nın NATO üyeliğinin masadan kalkması, NATO’nun eski Sovyet bölgeleri ve Doğu Avrupa’daki askeri yığınağını geri çekmesi ve Donbas bölgesinin tam özerkliğinin Ukrayna tarafından tanınması yönündeki taleplerini yeniledi. Sınıra asker yığmaya ve Belarus gibi bölge devletleriyle ekonomik ve askeri bağlarını güçlendirmeye devam etti. Bu karşılıklı militarizasyon hamleleri son olarak Rusya’nın Ukrayna’nın doğu sınırlarına muazzam bir askeri yığınak yapmasıyla tepe noktasına ulaşacaktı.
Sorunu diplomasi yoluyla çözmek için 2015 yılında imzalanan Minsk II antlaşması da iç içe geçmiş üç konu yüzünden çöktü: Kiev ve Moskova’nın Donbas'ın kalıcı özerkliği konusunda anlaşmaya varamaması; seçimler ve silahsızlanma arasındaki sıralamanın nasıl olacağı ve bölgenin uzun vadeli özerkliğinin nasıl güvence altına alınacağı. Bu uzun süreli kazananın olmadığı durum nedeniyle Donbas yıllardır tam bir çöküş yaşıyordu. Altyapı hizmetleri çok ciddi bir biçimde hasar görmüştü. Maaşlar ödenmiyor, işletmeler batıyordu. Sermaye akışı olmayan ve yatırım almayan bölgenin büyük bir bölümü Rus yardımı ile ayakta duruyordu. Ne Ukrayna ordusu ayrılıkçıların kontrolündeki bölgeleri geri alabiliyordu ne de ayrılıkçılar bölgede güçlü ve işleyen bir hükümet kurmayı başarabiliyordu.
Bir Amatör Tarihçi Olarak Putin
Uzun bir zaman ağırlıklı olarak Batı-Rusya arasındaki jeopolitik gerilim ve NATO genişlemesi üzerinden devam eden bu tartışmaya geçen yıl eski bir tartışma eklendi: Ukrayna’nın bir bütün olarak var olma hakkı.
12 Temmuz 2021’de Putin yayımladığı “Ruslar ve Ukraynalıların Tarihsel Birliği” başlıklı makalesinin ilk paragrafında Ruslar ve Ukraynalıların tek bir halk, tek bir bütün olduğunu ifade ediyordu. Üstelik bunun kendi güç oyununda bir araç olarak anlaşılma ihtimalini de baştan önlüyordu. “Bu sözlerim”, diyordu “bazı kısa vadeli düşünceler ya da mevcut siyasi bağlam tarafından yönlendirilmedi. Bu kesinlikle inandığım bir şey.”
Putin’e göre üç ulus Belarus, Ukrayna ve Rusya ortak tarih, dil ve kültür üzerinden akraba olan tek bir ulustu. Putin’in Ukrayna’yı işgal kararını verdiğini açıkladığı konuşması da Ukrayna’nın bir devlet ve Ukraynalıların da bir halk olmadığına dair onlarca referansla doluydu.
Siyasetçilerin amatör tarihçilere dönüşmesi ve siyasetin parametrelerinin tarihsel birlik fikri üzerinden yeniden kurulmasının tehlikeleri hepimizin malumu. Tarihin amatör bir yorumuyla bir işgali meşrulaştırmak, başka bir devletin sebebi ne olursa olsun varlık hakkını tanımamak, bir ulusun her ne sebeple olursa olsun aslında var olmadığını iddia etmek sadece iki ülkeyi savaşa sürükleyen değil “ulusal sınırlar” üzerinden kurulmuş dünya sistemini de kökten dinamitleyen eylemler. Bu ABD yaptığında da böyle, Rusya yaptığında da.
Nitekim Kenya Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi Martin Kinami BM Genel Kurulu'nda yaptığı bir konuşmada; “eğer”, diyordu; “tarihten bize miras kalan sorunlara, kolonyalistlerin halklarımız arasında elle çizdiği sınırlara odaklanmayı seçmiş olsaydık bağımsızlıktan on yıllar sonra hâlâ kanlı savaşlar yürütüyor olacaktık. Bunun yerine miras aldığımız sınırlara razı olmaya ve bu sınırlarla kıtanın siyasi, ekonomik ve yasal entegrasyonunu sürdürmeye karar verdik”.
Miras Kalan Sınırlarla Yaşamak
Peki geçmişin mirası olan sınırlar neden bugün bir çatışma konusu oluyor? Bir diğer deyişle sorumuz Rusya neden Ukrayna’yı işgal etti kadar, neden şimdi işgal etti de olmalı. Bu sorunun tek bir cevabı yok. Ama her şeyden önce uluslararası sistemde değişen güç dengesi ve ona eşlik eden normların çözülüşünün Rusya için fırsat/maliyet hesabını değiştirdiğini söylemek mümkün.
2008 krizi ABD’nin (farklı biçimlerde de olsa AB ülkelerinin) küresel taahhütlerinin azalmasına/çözülmesine ve küresel ara rejim dinamiklerinin hem bölgeye hem dünyaya hâkim olmasına neden olmuştu. Trump dönemi ABD’nin bu çekilme eğilimini kurumsallaştırdı. Trump ABD’nin küresel sistemin jandarmalığı rolüne artık soyunmayacağını söylerken, ABD’nin NATO’ya bağlılığını da sorguluyordu.
Sonuç olarak küresel ara rejim dönemi hem bölgesel güçler için hem de Rusya gibi küresel iddialarından asla vazgeçmemiş aktörler için büyük bir fırsat kapısı araladı. Çekilme eğilimi Rusya’yı çatışmacı bir bölgede tek başına bırakırken düzen sağlayıcı bir güç olarak yeniden kendini inşa etmesine fırsat sağladı. Rusya şu an kendi bölgesinde pek çok devletle askeri/ticari işbirliği anlaşmaları imzalamış, saygınlığını ve güçlü devlet olma konumunu bundan bir on yıl öncesine göre çok daha arttırmış; Batı’nın geride bıraktığı normların savunucusu ve yalnız bıraktığı ülkelerin kurtarıcısı pozisyonuyla da bütün bir Avrupa kıtasını çevrelemiş durumda.
Arkasına kendi askeri gücünü ve bölgede yalnız kaldığını düşünen devletlerin doğrudan/dolaylı desteğini alarak bölgesel (ve hatta küresel) saygınlığını inşa eden Putin şu an dünyaya baktığında Joe Biden yönetimi ile gelen göreli bir toparlanma evresi görüyor. ABD’nin küresel ve bölgesel sözlerinin altını çizdiği, çok taraflı kurumlara ve NATO’ya bağlılığını yinelediği, Çin ve Rusya tehdidi üzerinden Transatlantik ittifakını yeniden sağlamlaştırmaya çalıştığı bir dönem bu.
Bu dönemde NATO ve bölge ülkeleri arasındaki çatlaklar kapanmaya başlamış ve ABD müttefikleri Körfez’den Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada aralarındaki gerilimi azaltma yönelimine girmiş durumda. Ukrayna cephesinde ise buna paralel olarak Türkiye dahil pek çok devletle askeri/ticari işbirliklerini genişletme yolunda adım atıldı. Aynı dönemde NATO liderleri (kendi geleceğini belirleme hakkına sahip egemen bir ülke olarak) Rus yayılmacılığına karşı Ukrayna ile NATO İttifakı arasındaki güçlü bağların öneminin altını çizmeye devam ediyorlardı.
Rusya’nın kendi kırmızı kartı olarak ilan ettiği Ukrayna’nın üyeliğinin gerçekleşmesinin ciddi bir askeri caydırıcılık gerektirdiğini bilmek için asker olmaya gerek yok. Zaten Batı’nın savaşma konusundaki isteksizliğini Suriye’den Libya’ya kadar savaşın içinde deneyimleyen Rusya müesses nizamı için Batı’nın Ukrayna’nın NATO üyeliğine evet demesinin olmayacak duaya âmin demekten öteye geçmediğini de. Ancak Ukrayna’yı kendi arka bahçesi olarak gören Rusya için hem küresel hem de bölgesel tüm bu toparlanma işaretleri ya şimdi ya da hiçbir zaman şeklinde özetlenebilecek bir akıl yürütmenin hâkim olmasına neden olmuş gibi gözüküyor.
Buna aylardır kendisini tarih okumalarına verdiği söylenen Putin’in ilerleyen yaşının ve bir Rus meslektaşımın son derece güzel bir şekilde ifade ettiği gibi Putin’in artık kendisini şimdiden değil gelecekten görmesinin de etkisi eklenmeli. İktidardaki yıllarının artık sayılı olduğunu bilen bir liderin giderken yanında büyük bir miras götürme arzusunun tarihi hareket ettirme gücünü hiçbir zaman küçümsememeli. Elbette liderlerin arzuları her zaman kapasiteleri ile sınırlı. Rusya söz konusu olduğunda ise merkezileşmiş karar alma süreçleri ve nükleer silahlara sahip büyük bir devletin başında olmak hiç de azımsanamayacak bir kapasite.
Bıçkın ve Çok Tehlikeli bir Yeni Dünya mı?
Putin 2007 Münih Konferansı'nda yaptığı ünlü konuşmada Batı’nın güç kullanımı için BM mekanizmaları yerine Kosova’da olduğu gibi NATO mekanizmalarının kullanmasını gayrimeşru bulduğunu söylemiş, NATO’nun Avrupa’ya füze sistemleri konuşlandırma planını hem kendi güvenliği için tehdit gördüğünü hem de küresel silahsızlanma rejimini baltalayacağını ifade etmişti. Ona göre kuvvet kullanımını tek meşrulaştıran kurum Birleşmiş Milletler olmalı, egemenlik hakkı bu dünyanın en kutsal uluslararası politika ilkesi olarak sahiplenilmeliydi.
Geçtiğimiz on yılda çok şey değişti. Egemenlik hakkının yılmaz bir savunucusu ve Batı yayılmacılığına karşı bir direnç odağı olarak pek çok çeper ülke siyasetçisinin gönlüne taht kuran Putin, Ukrayna’da ne kendi ülkesinde ne de dünyada destek bulmayan bir savaşa kalkıştı. Bir ülkenin var olma hakkının aslında olmadığını iddia ederek binaları bombaladı, köprüleri yıktı. Rusya’nın Ukrayna’nın askeri altyapısını alt üst eden, binlerce sivili hayatından ve yerinden eden, dünyayı bir kez daha bir büyük güçler çatışmasının eşiğine getiren bu hareketiyle Ukrayna sorununun daha da çözülemez bir hal almasına yol açtı. Bu sorun bir kez daha çözümün sivillerin yaşamı üzerinden kurgulandığı, bütün tarafların tüm kirli savaş taktiklerini sonuna kadar kullandıkları bir filler savaşına dönmüş durumda.
Batı Putin’i bu popüler olmayan savaşta ekonomik yaptırımlarla içeride iyice zayıflatmaya, Putin ise sırtını sıvazladığı ortaklarının ihtiyaç duyduklarında yardımına koşmayan çıkarcı/yayılmacı Batı imgesini iyice güçlendirmeye çalışacak. Bu hareket Transatlantik devletlerinin arasındaki çatlakları kısmen de olsa onaracak, Rusya’nın Çin ile ticari/askeri ilişkisini güçlendirecek. Böylelikle yepyeni (soğuk?) savaşın tarafları biraz daha belirginleşmiş olacak. Ukrayna’da ise Rusya ya mevcut hükümet ile müzakere masasına oturup Ukrayna’dan Donbas’a otonomi isteyecek ve tarafsızlık garantisi alacak ya da Ukrayna’nın tamamını askeri olarak kontrol altına alarak kendisine bağlı bir hükümet kurmaya çalışacak. Ukrayna’nın Rusya Federasyonu'na bağlanması da hatırı sayılır derecede güçlü bir arzu.
Ama Ukrayna sadece buzdağının görünen kısmı. Bugün uluslararası silahsızlanma rejimin çöktüğü, zaten ağır aksak işleyen norm ve kuralların giderek daha az aktörü bağladığı, silahlanmanın büyük ve küçük devletler için inanılmaz hızlandığı bir küresel ara rejim döneminden geçiyoruz. Bu dönem büyüklü küçüklü onlarca savaşa yol veriyor, savaşları önleyecek diplomasi mekanizmalarının altını oyuyor.
Savaş, liderlerin niyetlerinden bağımsız kendi mekanizmaları olan bir sosyal olay. Kontrol edebildiğinizi sandığınız anda elinizden kaçan, kendi kurallarını bütün dünyaya dayatan devasa bir mekanizma. Bu savaşın sonucunun tam olarak ne olacağını bu aşamada sadece tahmin edebiliriz, ancak bildiğimiz bir şey var ki ne olursa olsun bu savaşın kazananı olmayacak.