Utanç Kaybı ve Sapkınlık (IV)
Erdoğan Özmen

Konuyu dağıttım bir miktar. Asıl olarak utanma duygusunun olmayışı (ve de vicdansızlık) ile sapkın öznellik arasındaki ilişkiye yoğunlaşmak üzere yazmaya başlamışken, konuyu, psikiyatri/psikolojinin günümüzdeki konumuna, bu konumun eleştirisine getirmiş oldum. Sebepsiz değildi bu sapma belki de. Aşırı bireyciliğin ve bireyselleşmiş bir toplum haline gelişimizin semptomlarından ve onların aradaki bağlantıyı oluşturduğundan söz ediyorduk çünkü. Kendini belirleme ve gerçekleştirme, kendi üzerinde tam bir egemenlik ve kontrol sağlama, rasyonel ve özerk bir birey olma, kendi seçimlerini yapma, başarı ve başarısızlığını sadece kendiyle sınırlamaya yönelik katı bir buyruklar ağıyla kuşatılmış günümüz bireyi ile, o bireye indirgenmiş devasa bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzdan.

Baktığı her yerde toplumu, toplumsal ilişkileri, karşılık bağları görmek yerine sadece kendisini gören ve kendini sorunsallaştıran -kendini buna mecbur hisseden- kendine batmış/gömülmüş birey çağı bu. Mevcut psikiyatri/psikoloji aygıtının gördüğü şeyin de tastamam aynı olduğundan söz ediyorduk: Baktığı her yere bir yargıç edasıyla bakan, biz sağlıklı ve normal bireylerin oluşturduğu neşeli, saf, pürüzsüz toplamı kirleten, sakatlayan ötekileri damgalamaya ve tecrit etmeye konsantre olmuş bir aygıt bu. Aramızda serbestçe dolaşan narsist, şizoid, borderline, histerik, obsesif vb. bireyleri, bunların oluşturduğu kötücül/tehlikeli fazlalığı işaret edip duruyor. Onların, mütemadiyen olumlu duygular içinde ve olumsuzluk, acı ve gerilimden azade bir halde kendimizi kusursuz kılma, performansımızı daha da geliştirme, güç ve enerjimizi özgürce sergileme, doyurucu ilişkiler kurma ve mutlu olma çabalarımızı baltalayan artıklar olarak temsil edilmesinde hepimize iyi gelen, teselli edici, dahası zevk veren bir şey var. Kendi güçsüzlük ve başarısızlığımıza bir tür meşruiyet sağlamak üzere sahneye çağrılan günümüzün günah keçileri. Her daim saf, sağlıklı, zinde, başarılı, mutlu, süper olma takıntısı karşılıklı bağları ve ilişkileri aşındırırken bir tür kalpsizliğe ve şefkat kaybına neden oluyor.  Psikiyatri/psikoloji aygıtının her birimizi itham eden, olağan şüpheli konumuna yerleştiren, sahtekar olduğumuz imasında bulunan, içimizde yetersizlik ve utanç duyguları uyandıran, her seferinde kendimizi yoklama/sınama testine tabi tutan, kendimize batma/gömülme halini pekiştiren güncel söylemi ile “bir başına olduğumuz” duygusu arasında yakın bir bağ var demek ki. Burada bir de hayatlarımızı bir dizi görev ve mecburiyetten ibaret bir biçimde yaşıyor olmak var. Byung-Chul Han’ın da ifade ettiği şey bu:

“Neoliberal rejim tükenme çağını başlatmıştır. Şimdi sömürülecek olan ruhtur. Bu yüzdendir ki bu yeni çağa depresyon ya da tükeniş (burnout) gibi ruhsal rahatsızlıklar eşlik ediyor.. Neoliberal rejimin öznesi kendini optimize etme buyruğuyla, sürekli olarak daha fazla performans gösterme baskısıyla harap olur. Tedavinin öldürme olduğu ortaya çıkar.”[1]

Utancı, “kendi varlığımı ileri sürmekten, varlığımın dışa açılışından kaynaklanan ve bütün bedenime yayılan en başlangıçtaki tepki.. bir özne olarak ortaya çıkmamdan önceki, varlığımın kaidesini oluşturan duygu/duygulanım” olarak görebileceğimizden söz etmiştik. Yüzümü ve kim olduğumun ölçü ve referanslarını kaybetmiş hissettiğimde utanırım. Kimliğimden, ötekiler arasındaki yerimden uzaklaşmış/düşmüş hissettiğimde utanca kapılırım. Demek ki, insanlık ailesine/insanlığın ortak bahçesine aidiyet olgusunda temellenen asli dayanaklardan mahrum kalmış, o ortak yerin norm ve değerlerini, temel ahlaki buyrukları  çiğnemiş/ihlal etmiş hissettiğimde. Bir arada olmanın, müşterek bir hayatın en temel teminatıdır bu: Ötekinin bu türden bir ihlali/başarısızlığı üstleneceğini ve utanç içinde geri çekileceğini peşinen varsayarım. Utanma kapasitesini/yeteneğini kaybetmiş yüzsüzlerin, demek, hiçbir durumda kaybetmiş bile hissetmeyeceği ölçüde kalınlaşmış bir yüze sahip olanların karşısında duyduğumuz tiksinti ve irkilme bundandır.              


[1] Byung-Chul Han, Psikopolitika, Çev: Haluk Barışcan, Metis, 2019, s. 38-9.