Orhan Pamuk ve Romanın Alt-türleri
Murat Belge

Orhan Pamuk, birçok bakımdan fevkalade bir yazar. Bu yazıda onun çok sayıdaki romanlarından birini incelemek yerine genel olarak eserlerinin belirli bir yönünü çözümlemeye çalışacağım. Yazıyla ilişkisinin belirli bir özelliğine, "kendini bir yazar olarak inşa etme" tarzına dikkat çekmek istiyorum.

Pamuk ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları'nı 1982'de yayımladı. Romanı birkaç yıl önce bitirmiş ve 1979'da Milliyet gazetesi yılın romanı ödülünü kazanmıştı. Ödülü aldığında 27 yaşındaydı ve bunun böyle bir ödül için çok genç bir yaş olduğunu söyleyebiliriz.

Cevdet Bey ve Oğulları realizm tarzında yazılmış, natüralizme de yakın bir romandır. Türk edebiyatı tarihinde kırsal tema ve sorunlarla ilgilenen "köy romanları"nın hegemonyası sona ermeye ve onların yerini kentin sorunlarıyla ilgilenen romanlar almaya başlamıştı. Pamuk kesinlikle bu ikinci gruba aitti.

Kendileri de genellikle bir kırsal arkaplandan gelen "köy" romanlarının yazarları anlaşılır nedenlerle "folk" bir yazım tarzı kullanıyor ve bunu olabildiğince süslüyorlardı. Orhan Pamuk bu yazım tarzından tutarlı biçimde kaçındı. Bilinçli olarak son derece kuru bir dil kullandı. Rasyonalist ve olgucuydu. Her türlü duygusallıktan uzak bir ironik tondan yanaydı. Cevdet Bey o tarihlerde Türk romanına özgü edebi moda ve trendleri takip etmemeye yönelik sağlam bir kararı yansıtıyordu. Ben de o tarihlerde bunun "sağlıklı" bir tutum olduğunu düşünmüştüm zira folk yazım tarzı ve onun katkı yaptığı duyarlıktan epey bunalmıştım.

Pamuk'un bir sonraki romanı Sessiz Ev 1983'te yayımlandı. Sessiz Ev'i okumak benim için biraz sürpriz oldu. Çünkü gerçeği bilmeyen birisi Cevdet Bey ve Sessiz Ev'in aynı yazarın romanları olduğuna inanmakta zorlanabilirdi.

Pamuk'un ikinci romanında benimsediği teknik büsbütün modernistti: "Bilinçlilik akışı"ndan ziyade "iç monolog"a yakındı. Roman, yapısal olarak, bana Faulkner'ın Döşeğimde Ölürken'ini anımsatmıştı zira karakterlerin her birine düşüncelerinin serbestçe aktığı ayrı bölümler verilmişti. Sessiz Ev'de bir anlatıcı ve anlatım yoktur; roman, sonuçta, karakterlerin bireysel görüş açılarının bir toplamıdır ama yine de olan bitene ilişkin görece nesnel bir görüş oluşturmak mümkündür. "Ev" "sessiz" olabilir ama roman bu farklılaşan öznel monologlarla bir arı kovanı gibi vızıldar.

İki roman da, farklı biçimlerde, sınırlı sayıda insan grupları -genellikle yakın akrabalar- arasında geçtiği halde, içerdikleri dolayımları takip ederek ülkede olan bitene dair fikir edinmek mümkündür. Bu iki çok farklı romanın yazarının ülkedeki siyasi ve toplumsal gelişmelere çok duyarlı olduğu besbelliydi.

1985'te Orhan Pamuk'un üçüncü romanı Beyaz Kale yayımlandı. Bir başka sürpriz! Hikâye on yedinci yüzyılda geçiyordu ve dolayısıyla görünen o ki sıra "tarihî roman" alt-türüne gelmişti. Gelgelelim Beyaz Kale, postmodernist devirle bağlantılı birçok yeniliğin sergilendiği bir "postmodern" roman olarak yazılmıştı. Böylece Pamuk, Türk romanını tarihyazımsal üst-kurmacayla tanıştıran ilk romancı oluyordu. Ayrıca birbiriyle ikame edilebilir kimlikler motifiyle oynayarak hikâyeyi postkolonyal bir çerçeveye oturtuyordu.

Beyaz Kale'nin hikâyesi Osmanlı korsanları tarafından ele geçirilen, köleleştirilen ve satılan bir Venedikli bilginle ilgilidir. Venedikli bilgin tam da ona benzeyen bir Osmanlı bilgini tarafından satın alınır ve ikisi dayanışma kadar karşılıklı gücenme ve rekabet de içeren bir birliktelik kurar. Romanı okudukça ikisi arasındaki özdeşlik ve farklılığı fark ederiz. Bu da ister istemez modern (belki de "postmodern") bir ilgi alanını akla getirir: "kolonyalizm". Batı'yla Doğu'yu ayıran nedir? Batılı ya da Doğulu olmak bir insanın nihai kimliğinde önemli bir öge midir?

Vurgulamak istediğim nokta Orhan Pamuk'un her romanı için seçtiği anlatı tekniklerinin çeşitliliği. Beyaz Kale'yi okuduktan sonra Pamuk'un roman türünün evrimini kendi eserinde minyatür bir ölçekte yeniden üretmeye mi çalıştığını düşündüğümü hatırlıyorum. 19. yüzyıl romanına özgü klasik anlatımdan (Bildungsroman'dan) modernist ve daha sonra postmodernist anlatım tarzlarına yönelik gidişat açıkça bilinçli bir stratejiye işaret ediyordu: Türk roman sahnesini o tarihe dek denenmemiş alt-türler ve üslûplarla tanıştırmak.

Pamuk'un dördüncü romanının bitmesi için beklemeye başladım ve Kara Kitap, 1990'da yayımlandı. Bu kitapta esaslı bir yön değişikliğinden ziyade kaydadeğer bir varyasyon sözkonusuydu. Kara Kitap edebi, tarihsel, kültürel ve jurnalistik açıdan yoğun bir metinlerarasılığa dayanan bir çerçeve hikâye olarak okunmaya müsaitti. Roman, kahramanın karısı ve aynı zamanda kuzini "Rüya"nın kayboluşuyla başlar. Bu kayboluş Rüya'nın üvey erkek kardeşi ve hem Rüya'nın hem de Galip'in hayranlık duyduğu bir yazar olan Celal'in kayboluşuyla aynı zamana rastlar. Bu, evli bir kadının aşığıyla kaçması olabilir mi? Olabilir ama bunu hiçbir zaman öğrenemeyiz. Galip, 18. yüzyıl Divan şairi Şeyh Galip'le adaştır – geleneğin muhtemelen son temsilcisi olan Şeyh Galip çağdaş hayatla ilgilenen yeni bir tür şiir başlatmaya yönelik edebi arayışın da ilk temsilcisidir. Galip'in Rüya'yı arayışı Şeyh Galip'in uzun şiiri Hüsn-ü Aşk'ı akla getirir. Öte yandan Celal'in adı 12. yüzyıl Divan şiiri klasiklerinden Mevlâna Celaleddin Rumi'yi de çağrıştırır. Bu basitleştirilmiş arayış çerçevesinde, Galip'in Rüya'yı arayışı Şeyh Galip'in Mevlâna'nın yol göstericiliğinde yeni bir şiirsel anlatım tarzı arayışının alegorisi olabilir (ve muhtemelen öyledir). Rumi, Şeyh Galip'in de mensup olduğu Mevlevi tarikatının kurucusuydu. Celal'in modern hayatın çeşitli boyutlarıyla ilgili birçok makalesi de genel anlatıya eklenir. Kitaptaki bazı pasajlar doğrudan çağdaş yazarlardan kopya edilmiştir ama yazar bunu belirtmez. Okur bunların nereden alındığını bulmaya davet edilir.

Dolayısıyla burada alegori ve metinlerarasılıkla karşılaşırız. Aynı zamanda Orhan Pamuk'un başından beri temel meseleleri olan Doğu ve Batı, sahicilik, özgünlük ve öykünme temalarıyla.

Kara Kitap'ın ardından 1994'te Yeni Hayat yayımlandı. Yeni Hayat'ta kayboluş teması ve "kadın" arayışı farklı karakterlerle sürdürülür. "Arayış"a koyulan genç mühendislik öğrencisinin adı Osman, aranan genç öğrenci kızın adı ise Canan'dır. Sık sık alıntılanan açılış cümlesiyle romanı başlatan anlatıcı Osman'dır: "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti." Osman, Canan'ı bulmak için bütün Anadolu'yu dolaşır. Romanın adı kuşkusuz Dante'nin Vita Nuova'sına bir göndermedir.

Yeni Hayat, Türkiye'nin yakın tarihiyle ilgilidir: Cumhuriyet'in kuruluşu, devrin vizyonları ve özlemleri; gerçek hayatta ve tarihte bu özlemlerle uyuşmayan gelişmeler. Ana simge Cumhuriyet devrinde ulusal birlik ve toplumsal bütünleşmedir. Başlangıçtaki fikir ve plan karmaşık bir demiryolu ağı örmekti ama 1950'den sonra bir otoyol ağı örüldü (otomobil satmak isteyen Ford'un da etkisiyle). Cumhuriyet'in daha erken devirlerine özgü kültürel, mimari ve yarı-sosyalist tasarılar etkili olmadı. Osman birçok yeri ziyaret eder ve her nereye gitse çirkin taş bloklarla; bankalar, benzin istasyonları ve ticari işletme zincirlerinin tabelalarından akan bir tekdüzelikle karşılaşırız. Ulusal birlik bunlarla kurulur.

Osman en sonunda sayısız şehirlerarası otobüs yolculuklarından birinde geçirdiği bir otobüs kazasında ölür. Bir noktada "Yeni Hayat"ın bir ciklet markasının adı olduğunu fark ederiz. Bu, "modernizm"in beklenmediği ve istenmediği halde topluma sızmasının harikulade bir "serimleniş"idir. Aynı zamanda Türk roman geleneğinde hâkim bir eğilim olan ulusal alegorinin alaşağı edilişidir.

Yeni Hayat'ın ardından Pamuk, bir süredir üzerinde çalıştığı Benim Adım Kırmızı'ya devam etti. Onun kariyerinde tarih genel olarak gittikçe önemli bir rol oynadı. Yine tarihsel bir roman olan Benim Adım Kırmızı'da 1590'larda geçen dokuz gün anlatılır. Pamuk burada Doğu (esasen Ortadoğu) ve Batı'nın resim sanatlarını karşılaştırır. Temel mesele perspektif sorunudur. Giotto ve daha sonra Masaccio ve Uccello gibi Batılı ressamların perspektife uygun resmin öncüleri olduğunu biliyoruz. Uzakdoğu'da, örneğin Japonya'da ise ressamlar optik bir yanılsama olarak gördükleri için perspektifi önemsememiştir. Öte yandan İslâm'da perspektife uygun betimleme, ikonoklazma dönüş korkusundan ötürü, bir tabudur. İslâm realist resmi yasaklar zira bunu "yaratma"ya yönelik kafirane bir çaba olarak görür; "yaratım" sadece Allah'a mahsustur. Bu türden bir yaklaşım Müslüman toplumlarında resim sanatını doğal olarak boğmuştur. Pamuk yasağın resim sanatındaki sonuçlarının yanısıra Müslüman toplumlarda yetişmiş insanların psikolojik formasyonu üstündeki etkilerini de inceler.

Benim Adım Kırmızı'da iki yenilik yapılır. Pamuk, kendi anlatısına daima –E. M. Forster'ın Aspects of the Novel'da bahsettiği türden– bir gerilim ögesi koyar. Okura "sırada ne var?" sorusu sordurmayan bir anlatının başarı şansı çok düşüktür. Benim Adım Kırmızı'da Pamuk klasik bir gizem aracına başvurur: Bir cinayet işlenir ve olağan polisiye romanda olduğu üzere katili bulmamız beklenir. Türk okur açısından yenilik, romanın doğu ve batının resim tarzları arasındaki farklılıkların altını çizmek için sıklıkla görsel-dramatik betimlemelere (ekphrasis) başvuran başlıca karakterler ve kişileştirmelerin (kırmızı, ölüm, şeytan, hayalet, bozuk para) monologlarıyla ilerlemesidir.

Benim Adım Kırmızı'dan sonra siyasi roman kategorisine tam anlamıyla uyan Kar yayımlandı. Kar, belirli bir konumu savunan bir siyasi roman değildir; daha ziyade Pamuk'un Sessiz Ev'de yaptığı üzere siyasi militanlığın psikolojisini inceleyen bir romandır. Öte yandan siyasal İslâm'la ilgilenmesine bakılırsa, Kar'ı pekâlâ Pamuk'un kendi repertuvarına eklediği bir "siyasi roman" olarak sınıflandırabiliriz. Roman ayrıca Rus sınırındaki –hayli ilginç bir tarihi olan– Kars şehrine ilişkin betimlemeleriyle de önemlidir. Tarih Pamuk'u daima büyüler ve neredeyse bütün romanlarında başlıca protagonistlerden biridir.

Pamuk'un bir sonraki romanı Masumiyet Müzesi ilginç bir yaratım sürecinin ürünüdür. Masumiyet Müzesi "aşk romanı" türüne aittir ve aşkın önemli bir tema olduğu ne ilk ne de tek Pamuk romanıdır. Pamuk'un neredeyse bütün eserlerinde aşkın yeri vardır ama Masumiyet Müzesi kelimenin tam anlamıyla bir aşk romanıdır. Ancak ona bir müzenin inşası eşlik ettiği için sadece bir "aşk romanı" da değildir. Müze romandaki karakterlerin, özellikle kadın kahraman Füsun'un kullandığı nesnelerle açılır. Füsun erken öldüğü için bu bir "mutlu son" romanı değildir ama erkek kahraman Kemal hayatının kalan bölümünü Füsun'a ait nesnelerle bir müze açmaya adar. Parfüm şişesi, giysi, ayakkabı gibi sıradan, gündelik nesnelerdir bunlar. Hepsi bir araya geldiğinde Türk gündelik hayatının belirli bir döneminin somutlaşmasına katkıda bulunurlar. Bunların çoğunu "kitsch" başlığı altında gruplandırabiliriz.

Masumiyet Müzesi'yle ilgili nefis makalesinde Jale Parla, "parataksis" diye bir teknikten bahseder.[1] Parataksis Yunancada "yan yana koyma" anlamına gelir. Kelime öbekleri ve önermeler aralarındaki bağlantılar açıklanmadan ya da ima edilmeden peş peşe sıralanır. Parla, Müze okurundan/izleyicisinden müzede sergilenen nesnelerle romanın anlatımı arasında bağ kurup bir semantik bütün oluşturmalarının beklendiğini belirtir. Bu tabii çok özgün ve ilginç bir yöntem.

Pamuk'un kurmaca olmayan yazılarından bu sergileme ve anlatım fikrinin romanı yazmaya başlamadan önce zihninde şekillendiğini biliyoruz. İlk romanından itibaren karakterlerin etraflarındaki nesnelerle ilişkisi Pamuk anlatılarının hayati bir parçası olsa da Masumiyet Müzesi bu ilişkiyi yeni bir biçimde vurgular: Romanın asli değil tali parça olduğunu hissederiz. Roman, müzenin varlığına ilişkin bir açıklama olarak oradadır.

Masumiyet Müzesi'nden sonra Kafamda Bir Tuhaflık'a (2014) geliriz. Romanın protagonisti Mevlüt, on iki yaşında Orta Anadolu'dan İstanbul'a göçer. En büyük çekim merkezinin İstanbul olduğu kentlere yönelik bu devasa göç süreci 1950'lerde başlamış ve son beş-on yılda yavaşlamakla birlikte o tarihten beri devam etmiştir. Mevlüt şehre 1969'da gelmiş ve düzenli bir seyyar bozacı olmadan önce birçok işe girmiştir. İstanbul'dan çıkmaya cesaret edemese de İstanbul içinde sürekli hareket eder. İşi gereği hareket etmek zorundadır. Dolayısıyla bu romanı Pamuk'un "pikaresk" eseri olarak sınıflandırabiliriz. Mevlüt kırk yıldan fazla süre İstanbul sokaklarında dolaşıp yoğurt ve başka şeylerle birlikte esasen "boza" satar ve sonuçta Orhan Pamuk'un kurmaca olmayan metinlerinin de daimî temalarından olan şehirdeki büyük değişimi gözlemler. En erken örneklerinden itibaren pikaresk, bütün sınıflardan insanların karşılaşması için birçok fırsat sunmuştur ve Orhan Pamuk şehirdeki bu gezintilerin dağınık yapısını sadece İstanbul'daki hayatın çeşitli yönlerini sergilemek için değil özellikle bina ve inşaat projelerine odaklanarak şehrin tarihini kayıt altına almak için de kullanır.

Mevlüt, İstanbul'da daima hareket halindedir; boza ve yoğurt gibi şeyler satarak şehrin sokaklarını arşınlarken her kesimden insanlarla karşılaşır; toplumun bütün katmanlarının ev ve dairelerine boza servisi yapar ve "pikaro"nun tipik hareketliliğini, onun serseriliğine bulaşmadan, hayata geçirir. Dolayısıyla Mevlüt'ü bir modern pikaro; Kafamda Bir Tuhaflık'ı da anlatının kırk yıllık zaman diliminde şehrin toplumsal değişimini betimleyen bir modern pikaresk olarak tanımlayabiliriz.

Kırmızı Saçlı Kadın, 2016'da yayımlandı. Bu romanı daha öncekilerde yaptığım gibi bir alt-tür içinde sınıflandırmam zor. Ancak psikolojik sembolizmle dolu bir roman olduğunu söyleyebilirim. Orhan Pamuk, özellikle, suları çekilen Boğaziçi'nin asırların enkazını açığa vuran dibi, yerli özelliklerini koruyan cansız mankenlerin konduğu bodrum katının labirentvari geçitleri ya da apartman bloklarında loş bir ışıkla aydınlanan ve sonunda çöple dolan dar boşluklar gibi derinliklerin metonimik potansiyelinden yararlandığı Kara Kitap'ta yeraltına merakını göstermişti. Protagonistin genç bir kuyu kazıcısı olduğu Kırmızı Saçlı Kadın'da bu motifler merkezî bir yere oturur. Hikâyedeki yeraltı kuyuları açıkça romanın protagonistinin derin ve karanlık bilinçdışının simgesi olduğu için Kırmızı Saçlı Kadın bir psikolojik alegori olarak okunabilir.

Bir delikanlı olarak Cem yaşlı ve epey tecrübeli bir kuyu kazma ustasına çırak olur ve ustasından çok şey öğrenir. Hiçbir zaman bir ilişki kuramadığı babası ise evi terk edip hayatından çıkar. Bu yüzden babasının yerini ustası Mahmut alır. Ancak bir gün kazmaya çalıştıkları bir kuyunun içinde Mahmut'un kafasına bir kova düşer. Kahramanımız Cem, Mahmut'u o delikten çıkarmayı beceremeyip onu orada bırakır ve babası yerine koyduğu adama ihanet eder. Mahmut'un ölümünden önce aldığı iş sırasında Cem bir aktris olan kırmızı saçlı bir kadınla ilişki yaşar.

Yıllar sonra Cem'i başarılı, zengin bir işadamı olarak görürüz. Tesadüfler onu kazdıkları kuyunun olduğu yere yeniden götürür ve seviştikleri gece kırmızı saçlı kadının hamile kaldığını, ardından Enver adında bir oğlan doğurduğunu öğreniriz. Cem'in babasının, uğruna evi terk ettiği kadının da aynı kırmızı saçlı kadın olduğu ortaya çıkar. Cem ayrıca ustasının ölmediğini, kuyudan tırmanıp çıktığını ve ölene kadar şehir ahalisinden saygı gördüğünü, kendisinin (Cem) ise hain olarak bilinip nefret edildiğini öğrenir. Artık bir delikanlı olan oğluyla kavga eder ve oğlan babasını vurup öldürür. Dolayısıyla Pamuk, romanda Oedipus temasıyla oynar. Doğu'yla Batı arasındaki fark meselesi Pamuk'un daimî kaygısı, neredeyse bir saplantısıdır ve o da hikâyeye girer. Jale Parla'nın dikkat çektiği üzere burada Doğulu ve Batılı Freud arasındaki farkların sergilendiği bir durum sözkonusudur. Batı'daki klasik hikâyede oğul, babayı öldürür; Firdevsi'nin Şahname'sinin temsil ettiği Doğu'daki hikâyede ise baba, oğulu öldürür. Romanda durum böyle olmasa da Rüstem teması sürekli vurgulanır.

Orhan Pamuk'un son romanı Veba Geceleri (2020) bir Ege adasındaki salgınla ilgilidir. Salgın diye bir "alt-tür"den gerçek anlamda bahsetmek pek mümkün olmasa da salgın, edebiyatta sıklıkla işlenen bir temadır. Bir dünya klasiği olan Boccaccio'nun Decameron'u doğrudan "kara veba" üzerine olmasa da onunla bağlantılıdır. Manzoni'nin Nişanlı'sı bir on dokuzuncu yüzyıl klasiğidir. Albert Camus, Veba'yı, Katherine Anne Porter Pale Horse, Pale Rider'ı (İspanyol gribiyle ilgili) yazmıştır. Marquez kolera üzerine yazmıştır. Başka birçok yazar sayılabilir ve perspektifimizi "edebiyatta hastalığı" kapsayacak şekilde genişletecek olursak, tabii ki Soljenitsin'in Kanser Koğuşu ve Türkçede Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (kemik veremiyle ilgili) var.

Veba Geceleri salgınla ilgili yazma tasarısı olmadan da başlayabilirmiş izlenimi veriyor çünkü bir "ulus-inşa" sürecinin parodisi olarak adlandırılabilecek paralel bir olay örgüsü var. Olay Türkler, Rumlar ve Gürcü kökenli ufak bir grubun yaşadığı ama bir Osmanlı valisi tarafından yönetilen bir adada geçiyor. Hindistan'a gitmek üzere yola koyulan ama adada kalmaya karar veren bir padişah kızı (tahttan indirilen V. Murad'ın kızı) ve onun kocasına eşlik eden bir Osmanlı subayı adaya geliyor. Adada siyasi bir rol de oynayan bazı gerici Müslüman tarikatlar var. Orhan Pamuk, hem adanın hem de bağımsızlık ilanından sonra başkent olan en büyük şehrin ayrıntılı haritalarını çizmiş. Ulusların kuruluşu ve yükselişine ilişkin anlatıların paradigmatik bir özelliği olarak irili ufaklı siyasi aktörler arasındaki birçok entrika, siyasi rekabet ve çatışma da olay örgüsüne katkıda bulunuyor.

Orhan Pamuk'un başlangıçtaki planı bu muydu? Bir romancı olarak kariyerini sürdürürken belirli türler ve alt-türlere yönelmeyi planlamış mıydı? Bir "edebiyat insanı" olarak Pamuk günümüzde dünyada üretilen edebiyatın aktif ve dikkatli bir takipçisi. Her türden edebiyatın sıkı bir okuru. Bu, çeşitli türlerle kurduğu epey oyunbaz ilişkilerde muhtemelen etkili oluyordur ama bütün bu deneylerden sonra karşımızda bir Orhan Pamuk var. Son derece tutarlı biçimde kendisi olabilen, Türkiyeli ve Nobel ödüllü bir Orhan Pamuk.

İngilizceden Çeviren: Barış Özkul


Kaynakça

Pamuk, Orhan 2018. Benim Adım Kırmızı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 1996. Beyaz Kale. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2020. Cevdet Bey ve Oğulları. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2016. Kafamda Bir Tuhaflık. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2016. Kar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2002. Kara Kitap. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2020. Kırmızı Saçlı Kadın. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2019. Masumiyet Müzesi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2014. Sessiz Ev. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 1997. Yeni Hayat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan 2021. Veba Geceleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Parla, Jale 2018. Orhan Pamuk'ta Yazıyla Kefaret. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.


[1] Jale Parla, Orhan Pamuk'ta Yazıyla Kefaret, s. 66-67, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018.