Endişe Eğitimi
Tanıl Bora

Başlıktaki söz, endişe eğitimi, şair Ahmet Güntan'dan. Bir sohbetinde geçti. Bir gaileyi soğukkanlılıkla karşılamasına şaşıranlara, "endişe eğitimindeyim" diye açıklıyordu bu Stoik tavrını. Arkası kesilmeyen gailelerin verdiği endişelerle sınanıyor, bunlarla başa çıkmayı talim ede ede tecrübe kazanıyordu.

Evet, endişe eğitimindeyiz.

***

Sık sık, endişeli muhafazakârlardan söz ediliyor. Millet İttifakı cephesinden, onların endişelerini yatıştırmak gerektiği üzerinde duruyor ve endişeye mahal olmadığı “mesajı” veriyorlar. Beri yandan, endişeli muhafazakârların varlığını ve onların endişelerinin gerçekliğini sorgulayanlar çıkıyor; bu endişelere prim vermemek gerektiğini, muhafazakârların endişelerinin muhalefete pranga olmaması gerektiğini savunuyorlar.

2010’ların başında ise, -Anayasa referandumu civarı, Gezi öncesi-, “endişeli modernler”den konuşuluyordu. (Hatta Kemal Gökhan Gürses 2012’de bir ara Taraf’ta çizdiği banda bu adı vermişti.) Kastedilen, modern seküler hayat tarzının yasaklar ve kısıtlarla boğulacağı, marjinalize edileceği endişesi idi. İktidar mahfilleriyse bu kavramı “modernler”le hafiften alay etmek için kullanıyordu - onların evhamlılığıyla ve acziyle de, alay etmek için. Şimdilerde “endişeli laikler” kavramı benzer işlev görüyor ve onun da epey bir kullanışlılığı var.

2015'te çıkan Endişeli Muhafazakârlar Çağı kitabında da (Orient Yayınları) Volkan Ertit, "endişeli modernler"e hitaben, derinden derine işlemekte olan sekülerleşme sürecinin hegemonik etkisi nedeniyle asıl endişelenmesi gerekenin muhafazakârlar olduğunu ileri sürmüştü.

Bu endişeler rekabetinin, “Genç subaylar rahatsız” (2003) - “Genç siviller rahatsız” (2006) match’iyle (eşleşme ve müsabaka) devamlılık ve farkları üzerine düşünmek de ilginç olabilir…

Bir de, bu endişe ‘konusunun,’ güvenlikçi ideoloji denen zihniyetle alâkasını düşünmeliyiz, sanıyorum. Tam olarak neden endişe edildiğinin çok daha az, endişelerin ve endişelilerin varlığının ise çok daha fazla konuşulması, böyle bir bağa işaret ediyor.

***

Endişeli insan hakları savunucularından mesela, söz eden pek çıkmıyor, değil mi? Onların her alandaki sistematik hak ihlâlleriyle ilgili, insan hakları savunuculuğunun kriminalize edilmesiyle ilgili, giderek bizzat hak sahibi olma hakkının tehdit altına girmesiyle ilgili endişeleri, “gündemde” yer almıyor.

Anlaşılan, endişenin ‘tanınması’ da bir statü. Kimin endişesinin dikkate alınacağı ve “endişeli” statüsü edinebileceği, bir imtiyazın konusu. “Endişeli” brövesini takabilenler, belki de güç ve iktidar sisteminde bir yeri, kaybedecek bir şeyleri olanlardır - en azından öyle hissedenler.

Bu bröve, bu “kart,” galiba bir çeşit veto hakkı da kazandırıyor sahibine. Endişelilik, bir naz-niyaz faktörü olarak, talepkâr bir “hassasiyet”[1] olarak iş görüyor.

Duygular siyasetinin pasif-agresif bir aleti olan şu endişe mefhumuna eğilelim…

***

Psikolojide korkunun dört şiddet seviyesini ayırt ediyorlar. En ağır dördüncü kademede, dehşet duruyor: İleri derecede bir donakalma hali, felâket hissi… Üçüncü seviye, panik: bunaltıcı bir korku ve teyakkuz. İkinci kademede ürkme yer alıyor: Bir tehlikeyle karşı karşıya olunduğu kanaati ve korkutucu bir durumla yüzleşmeye karşı güçlü bir isteksizlik, diye tanımlıyorlar. Korkunun en hafif birinci basamağında işte o duruyor: endişe. Bilimsel tanımıyla: hafif-orta şiddette bir kötü olay beklentisi.[2]

(“Endişeli modernler” kavramını geliştirenlerden Binnaz Toprak, 2014’te bir söyleşisinde,  endişeli modernlerin korku skalasında “panik modernler” aşamasına geçtiğini söylüyordu.[3])

***

Kelimenin İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve İtalyancadaki sözlük karşılığı anskiyete’dir; kaygı bozukluğu. Türkçede bunu tıbbî bir terim olarak kullanıyoruz; anksiyete deyince vaziyet tıbbîleştirilmiş oluyor.

Endişenin Almancadaki karşılığı olan Angst ise, psikanaliz ve psikoloji literatürün bazen çevrilmeden kullanılan güçlü bir içeriğe, bir kavram statüsüne sahip. Anksiyeteden farklı değil aslında ama sanki biraz daha ağır bir çağrışımla yüklü: Bedensel bütünlüğe veya özsaygıya veya kendilik imgesine dönük bir tehdit algısını işaret ediyor.

Her halükârda, olası bütün nüanslarıyla anksiyete/Angst/endişe, evrimsel olarak güçlendirici bir temel duygu olma vasfını taşıyor. Tehlikeleri algılamayı sağlayan, onlara önlem almaya, çare geliştirmeye çağıran bir yakıttır. Tabii, onu böyle bir yakıta çevirebiliyorsak…

***

Covid-19 salgınının ilk günlerinde ‘bu sütunlarda’ bahsettiğim,[4] “korkunun filozofu” olarak nam salmış düşünür Günther Anders’in kullandığı kavram da Angst’tır aslında; endişe. Yani korkunun endişe basamağı…

Hatırlayalım, Anders, geç-kapitalist medeniyet şartlarında yaşayan çağımız insanının, korkma kabiliyetinin ciddi biçimde aşındığını ileri sürer. Biz şimdi Anders’in Angst’ını endişe diye çevirelim, meselemize odaklanmak bakımından; endişe kabiliyetinin aşınması diyelim. “Endişe cehaleti” kavramını da kullanır Anders. Bununla anlatmak istediği, ‘doğru’ biçimde endişe etmeyi önleyen, yani endişeyi çare düşünmek ve eyleme geçmek için bir itkiye dönüştürmeye mani olan bir cahillik veya gaflettir.

Günther Anders, bu cehaletin veya gafletin kaynağında endişenin de bir bakıma metalaşmış olmasını görür; herkes endişe üzerine konuşuyordur (“güncel” olmanın icabıdır bu) ama endişesinden hareketle, endişesinin sevki ile konuşan kimse yoktur. Yani gündemdeki endişe konuları üzerine konuşabiliyoruzdur, endişe beyan edebiliyoruzdur da, o endişe ile ne yapacağımız üzerine konuşmuyor, konuşamıyoruzdur.

Zaten Anders, endişe kabiliyetsizliğinin ta diplerinde bir özerklik ve özgürlük endişesinin yattığı kanısındadır – özerk ve özgür davranmakla-eylemekle ilgili bir kabiliyetsizlik… Bu kabızlığın, bu darlığın, endişeden endişe duymaya yol açtığını söyler; hem kendi endişesinden, hem ötekinin endişesinden endişe… Özetin özeti, korkunun veya endişenin filozofu, endişenin adını koymak, neden endişe ettiğimizi bilmek, anlamak ve ‘gereğini yapmak,’ yani endişenin sevki ile harekete geçmek lâzım geldiğini anlatır.

***

Türkçe etimolojinin de bize söyleyecekleri var. Endişe kelimesi Farsçadan geliyor. Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü’ne göre anlamları şöyle sıralanıyor: 1- Düşünce, tefekkür. 2- Üzüntü; kaygı, tasa. 3- Kuruntu, vesvese; şüphe.

Günlük dile hâkim olan ikinci, üçüncü anlamları, ilk anlamını gömmüş, unutturmuş. Endişe, düşünmek, tefekkür etmek demek aynı zamanda. Farsçada, sonuna getirildiği kelimeye de, onunla ilgili düşünmek anlamını katıyor: nîk-endiş (iyi düşünen), durendiş (uzağı düşünen, uzak görüşlü olan), axerendiş (işin sonunu düşünen) gibi; çare-endiş (çare düşünen) gibi. [5] Endişe-endiş’i türetebiliriz buradan; endişe üzerine düşünmek…

***

Endişeliler üzerine değil de, endişeler üzerine konuşsak, daha hayırlı olacak galiba. Pasif-agresif bir duygu istismarı makamı olarak endişeliler yerine, endişeleri muhatap almak ve endişe konusu olan somut soruları, somut meseleleri tartışmak ve çare, çözüm aramak…


[1] Tanıl Bora: Zamanın Kelimeleri. İletişim Yayınları  2018, s. 274-278.

[2] Salman Akhtar: Acının Kaynakları. Çev. Elif Okan Gezmiş. Psike İstanbul Psikanaliz Kitaplığı - İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017,  s. 6.

[3] https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/173078-binnaz-toprak-endiseli-modernler-artik-panik-modern

[4] https://birikimdergisi.com/haftalik/10019/korku. Anders’in eseri: Die Antiquiertheit des Menschen, Münih, Beck 1980. Burada aktardığım fikirler, bu basımın ilk cildinden, s.  138-139, 258-259 ve 264-265’ten. [Türkçesi: İnsanın Eskimişliği. Çev. Herdem Belen - Hüseyin Ertürk. İthaki Yayınları, İthaki Yayınları, İstanbul 2018]

[5] Örnekler için Seda Altuğ’a teşekkür borçluyum.