Muayyen günler takviminde 15 Mayıs’ı iklime tahsis etmişler: Dünya İklim Günü. Gündemi dolduran nice musibetle beraber, bir yandan da bu var. Bu, hep var. Mevsimlerin birbirine girmesinden anlıyoruz. Baharın, sadece mecazen değil düz meteorolojik anlamıyla da, bir türlü gelmemesinden, anlıyoruz.
14 Mayıs da Göçmen Kuşlar Günü imiş. Onlar da iklim krizinin mağdurlarından: Göçe gecikiyor, üreme zamanını şaşırıyor, ölüyorlar, bazılarının nesilleri tükeniyor. Bir arkadaşımın kuş tutkunu oğlundan başka bildiğim ‘kuşçu,’ Amerikalı romancı Jonathan Franzen var.[1] Onun kuşların peşinden diyar diyar gezmesini, kuşlar üzerine ve kuşlarla beraber düşünmesini, deneme kitabı Uzaktaki’nde okuyabilirsiniz.[2]
İklim Günü ve Göçmen Kuşlar Günü vesilesiyle, Franzen’ın nakilcisi olayım; onun iklim krizi üzerine çok tartışılan görüşlerini aktarayım.
***
Jonathan Franzen’ın 2019’da New Yorker dergisinde çıkan “Kendimizi kandırmayı ne zaman bırakacağız?” başlıklı yazısı, kendisinin “iklim cemaati” adını verdiği çevrede infiale yol açtı. Daha önce de, 2018’de Dünyanın Sonunun Sonu (İngilizcesi güzel tekerleniyor: The End of the End of the Earth) adlı bir derlemede bir araya getirdiği yazılarıyla tartışmayı başlatmıştı aslında.
Franzen, az evvel zikrettiğim, “iklim cemaatine” hitap ettiğini söylüyor. İklim redcilerini veya bu felâketi görmezden bilmezden gelenleri ikna etmek çok zor, ona göre. “Fridays for Future” kampanyasını yürütenlere, “Yeşil Yeni Uzlaşma” gibi ekolojik endüstri reformuna iman edenlere, yani iklim krizini önleme hedefiyle seferber olanlara anlatmaya çalışıyor derdini. “İklim cemaati” demesinin bir imâsı da elbette bu topluluğun içine kapanmış, etrafını –ve dünyayı!- görmez hale gelmiş olması.
Romancı-kuşçunun söylediği sözün özü şu: İklim felâketini önleyemeyeceğimizi kabullenelim. “Çocuk kuyuya düştü!” Şimdi ne yapabiliriz, onu düşünelim.
Franzer’e göre altmışından küçük olanlar, büyük ihtimalle yeryüzündeki yaşamın iklim değişiminden ötürü radikal bir şekilde alt üst oluşunun tezahürlerine tanık olacaklar; otuzun altındakilerse, kesin. Küresel ısınmanın teorik olarak geri çevrilebilir olduğunu söylemek, Franzen’ın görüşüne göre bir yanılsama. Bu sadece “teorik olarak” mümkün. Teorik olanın gerçekleşmesi için, yani atmosferdeki 2 derece artışı önlemek için, önümüzdeki otuz yılda emisyonları sıfıra indirmek gerekiyor. Bunun bütün dünyada, bütün devletler, bütün endüstriler tarafından yapılması gerekiyor. Bütün hükümetlerin ve ‘bütün sermayenin’ bir anda bu radikal kararı alması mümkün mü? Franzen, göreli bir ekolojik duyarlılığın gündemde olduğu son otuz yılda bile, sanayileşmenin önceki iki yüz yıldaki performansından daha fazla karbondioksit ihracına yol açtığını hatırlatıyor.
“Dünyayı kurtaracak” bir radikal değişimin vuku bulmasını, siyasî ve iktisadî nedenlerden öte, antropolojik açıdan mümkün görmüyor Franzen. İnsan denen mahlûk günü yaşıyor, sabah kahvaltı ediyor, günlük meşgalelerine takılıyor, akşam güzel bir filme kendini kaptırıyor. Oysa iklim krizini “önlemek” için, “her sabah kahvaltıyı değil ölümü düşünmek” lâzım! Bunu da insancıklardan bekleyemeyiz. Üstelik iklim felâketinin tedricîliği, bir anda sökün etmemesi, usul usul ilerlemesi, git gelli seyretmesi ve tabii her yeri ve herkesi aynı biçimde, aynı vahamette etkilememesi, onu algılamayı, idrak etmeyi olağanüstü zorlaştırıyor.
Velhâsıl, romancımız, kabullenmek ve başka bir yaklaşım benimsemek gerektiği kanısında. Kalemize giren golü röveşatayla çizgiden çıkarabileceğimizi (tabii o bu teşbihi kullanmıyor) düşleyenleri silkeleyip uyandırmak gerekiyor.
***
Jonathan Franzen, iklim krizinin artık önlenemeyeceğini kabul etmenin, insanları artık herhangi bir önlem almaktan alıkoyacağını ve ekolojik duyarlılığa tamamen ket vuracağını söyleyerek kendisini suçlayanlara kızıyor. Onun fikrine göre insanlardan gerçeği saklamak, vesayetçi-velayetçi bir tavır. İmkânsız bir kurtuluşu vaat etmek, dahası basbayağı zararlı, ona göre. Şu benzetmeyi yapıyor: Günde iki paket sigara içen birine böyle devam ederse dert sahibi olacağını, ömrünün kısalacağını söyleyerek sigarayı bırakmasını telkin etmek başka, “sigara içmeyi bırakırsan ölmezsin!” demek başka! Franzen, gerçekçi olmayan umutların peşinden gitmemeyi, daha salih ifadesiyle, ‘sahici,’ ‘doğru’ umutlar kurmayı savunuyor. Franzen’a göre sahici umudun koşullarından biri dürüstlüktür. Umut da başka yatırımlar gibi bir yatırımdır ve ayık kafayla, gerçeğe karşı dürüst olarak yapılması gerekir. Dinleri de meşgul eden ezelî davayla bağlantılı görüyor bunu: İnsanların ucunda cennet veya selâmet vaadi olmadan da erdemli davranmasını nasıl sağlayabiliriz?
Başka bir ahlâkî bir tartışma da açıyor yazar. “Önleyebiliriz” fanatizmi ve radikalizmi içinde kampanyasını yapıp, manifestolar çıkarıp kendi önlemlerini alıp, “Yapılabilecek olan her şeyi yaptım” hoşnutluğuna sarılmak, Franzen’ı ifrit ediyor. O paradoksal hoşnutluk, somut durumlara, somut vakalara, somut gidişata, somut sorunlara gözünü kapatmaya yol açabiliyor zira.
Bu radikalizmin ve fanatizmin, eksik veya kısmî çözümlere hıyanet muamelesi yapan tavrına ifrit oluyor. Yarım yapmak pekâlâ hiç yapmamaktan iyidir, Franzen’e göre; yumuşatmak da bir şeydir, falan yerde tek bir hortumu, tek bir orman yangınını engellemek de bir şeydir. Franzen'in Özgürlük romanında altını çizdiğim bir tanımını hatırlıyorum: "Boyun eğmiş pragmatizm." Burada, bunun zıddına tutunuyor: Boyun eğmeyen bir pragmatizm!
İklim felâketinin geri çevrilemeyeceğini kabullenmemiz gereken bu noktada gelip çatan “Ne yapmalı?” sorusuna Franzen’ın verdiği cevaba geçebiliriz buradan. Özetle, kaynaklarımız sonsuz değil, o halde bütün imkânlarımızı beyhûde kurtuluş ümidine yatırmak yerine, felaketlere hazırlık yapmaya ayırmalıyız, diyor. Mesela Kuzey Amerika’da bir milyar doları karbonmonoksit ifrazatını azaltmaya yatırmak yerine âfet yardımına, sel baskınlarına uğrayan ülkelere yardım etmeye ayırmanın, daha anlamlı olabileceğini söylüyor.
Öncelik, yangınlara müdahale, orman ekimi ve yenileme çalışmalarını geliştirmek, et tüketimini (fanatik veganizmle değil!) tedrîcen ve olabildiğince azaltmak olmalı; çok önemli bir alem olarak, kaçınılmaz görünen kitlesel göçlere insanî ve siyasî hazırlık yapmak olmalı, Franzen’ın iklim krizi stratejisinde. Bunun için, ekolojik demokratik cemaatler oluşturmalı. Bunun için, işleyen, sağlam demokrasiler olmalı. Bunun için, göçmen ve yabancı düşmanlığını geriletmek için canla başla uğraşmalı. Şu söylediklerini, slogan gibi aktaracağım:
“Adil seçim güvencesi sağlamak, bir iklim eylemidir. Aşırı gelir eşitsizlikleriyle mücadele etmek, bir iklim eylemidir. Sosyal medyanın nefret makinelerini durdurmak, bir iklim eylemidir. İnsanî bir göçmen politikası, ırksal ve cinsel eşitlik mücadelesi, bir iklim eylemidir.”
Bu arada, topyekûn değil ama bazı alanlarda felâketlerin pekâlâ geri çevrilebileceğine dikkat çekiyor. Tür çeşitliliğinin yitimiyle ilgili hâlâ bir şeyler önlenebileceğini vurguluyor – burada kuşçu konuşuyor, tabii.
***
Franzen’in Dünyanın Sonunun Sonu’nda yer verdiği yine provokatif başlıklı bir makalesi var: “Sevdiğini kurtar!” İnsanın bilhassa gönül verdiğimi bir şeyleri kurtarmaya çalışmasının ‘meşruluğunu’ savunuyor. Küçük başarılardan güç devşirmeyi gözeten stratejik bir anlam da atfediyor buna. Sevdiğimiz bir şey oldukça, umut edeceğimiz bir şey de olur. Franzen’ın nazarında sahici umudun dürüstlük yanında diğer koşulu da aşk: Çünkü en fazla umut etmeye değer olan şey, aşktır, diyor. Sevdiğimiz bir şey varsa, umut vardır…
[1] Türkçedeki romanları: Saflık (Sel Yayınları, çev. Emrah Serdan), Özgürlük (Sel Yayınları, çev. Sevin Okyay), Aile Sırları (Altın Kitaplar, çev. Füsun Doruker). Franzen, 140 karakter devrinde de 600-700 sayfalık romanın pekâlâ hayat edebileceğinin kanıtıdır.
[2] Sel Yayınları, çev. Zarife Biliz. Hande Gürses’in bu kitap ve Franzen üzerine bir yazısı: https://t24.com.tr/k24/yazi/franzen,229