İstanbul Sözleşmesi'nin Yokluğunda: Haksız Tahrik
Işıl Kurnaz

Pınar Gültekin’in yargılanması sonucu yeniden gündeme gelen haksız tahrik meselesi, o kadar da yeni değil aslına bakarsınız. “Pınar Gültekin’in yargılanması” diyorum çünkü evet, Muğla Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir kadın cinayetinin yargılanmasını değil, bir kadının yargılanmasını izledik. Bir kadının hayatı, yaşamı, giydikleri, söyledikleri, gittiği yerler yani bizatihi kadının kendisi hedef tahtasına oturtuldu. Fail ile mağdur sanki bir ve aynıymış gibi, sanki birinin yaşam fiiliyle, diğerinin cinayet fiili birbirine denkmiş gibi. Pınar’ın yaşamından aldıklarını, failin cezasından düşürdüler. Türk hukukunun aileyi ne olursa olsun korumak için teşkilatlandırılmış mahkemeleri için belki çok da şaşırtıcı değil belki. Kanunlardan mahkeme salonlarına kadar, bir kadını öldürmeye nasıl başlanacağını öğreniyoruz. Bunun ataerkiyle hesaplaşmaktan ziyade, onu tahkim etmeye çalışan yargıyla muhakkak ilgisi var.  Haksız tahrik indirimini koparabilmek için üç kere savunma değiştirmiş bir katilden bahsediyoruz. Önce Pınar’ın para talep ettiğini, sonra kendisini bıçaklamaya kalktığını, sonra da özel görüntülerini videoya kaydedip tehdit ettiğini söylüyor. Yüce yargı, nedensizce hak savunucularını tutukladığı hiçbir insan hakları davasında bulmaya çalışmadığı delilleri bulmak için 27 yaşında bir kadının tüm özel hayatını, telefonlarını, bilgisayarını, ilişkilerini ve arkadaşlarını didik didik ediyor. Bir kadını öldürmeye, tam da onun sadece yaşamından başlıyor. Evlilik dışı bir ilişki yaşadığı için ölmeyi hak ettiğine dair üstü kapalı savunmalar yapılıyor. Katilin üç kere değiştirdiği savunmasına delil olabilecek bir tanık, bir delil, video kaydı, bıçak ya da konuşma bulunmuyor.[1] Ama her aşaması tasarlanmış bu cinayet ve savunmanın sonunda katil yine amacına hâsıl oluyor ve o haksız tahrik indirimini kapıyor. Kapıyor diyorum çünkü haksız tahrik, yargı erkinin erkeklere armağanı ve katil, bu armağana kavuşuyor.

Bir kadını, ayrıntılarını anlatmaya içimin el vermediği şekilde öldüren bir erkek, haksız tahrik indiriminden faydalandı. Eğer İstinaf Mahkemesi ve Yargıtay aşamalarında sonuç değişmezse, fail indirilmiş cezanın da belli bir kısmını yatacak, ardından denetimli serbestlik hükümleri de uygulanacak ve cezaevinden çıkacak. Hukukun, bir kadını yakarak ve üzerine beton dökerek öldürmenin bedeli olarak söylediği şey bu. Aslında feminist kadınların çok eski zamanlardan beri mücadelesini sürdükleri bir haksızlık indirimi aslında.

Burçe Bahadır’ın Ölü Kadınlar Memleketi’nde dikkat kesildiği ve yakaladığı o şeyi hatırladım:

“Hepsine sorduğum birkaç soru var. ‘Pişman mısın’ bunların arasında en sevdiğim. Biri bile ‘evet pişmanım, bir insanın hayatına son verdim, ömrünü çaldım.’ demiyor. Biri bile… Pişmanlar evet ama yakalandıkları için, […] bunca zaman cezaevinde kaldıkları için.”[2]

Kadın cinayeti işlemiş erkeklerden biri orada söylüyordu: “Bu kadar yatacağımı düşünmemiştim.” Bir kadını öldürmenin bedeli olarak 10 yıl cezaevinde kaldığı için bunu söylüyordu. Bütün bir ömrünü elinden aldığı kadının eksik yaşamından ar etmeden tabii… Kendine, ne yaptığına hiç bakmadan.

Haksız tahrik, insan psikolojisinde meydana gelen “buhran” haline hukuki sonuçlar tanınmasını ifade eder.[3] Cezayı azaltıcı genel ve kişisel bir nedendir, haksız bir fiilin meydana getirdiği öfke veya şiddetli üzüntünün etkisi altında suç işleyen kişiye daha az ceza verilmesini öngörür.[4] Yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nda haksız tahrik, 29. maddede düzenleniyor. Genel hafifletici neden olarak ifade edilmesi şu anlama geliyor: Suç ne olursa olsun ve kim tarafından işlenirse işlensin, eğer haksız tahrikin şartları varsa bu indirim uygulanır. Cinsiyetsiz gibi görünen bir hukuki normdur, ama hukuki normların tarafsız ve cinsiyetsiz göründüklerinde dahi nasıl kadın aleyhtarı sonuçlar yarattığını yaşam bilgisinden zaten biliyoruz.

Haksız tahrik indiriminin uygulanması için gereken koşullar var. Şunlar:

Tahrik edici bir fiilin varlığı. Tahrik edici fiilin haksız olması. Fiilin failde hiddet veya şiddetli eleme neden olması. Hiddet veya şiddetli elemin, haksız tahriki oluşturan fiilden kaynaklanması. Failin işlediği suçun hiddet veya şiddetli elem halinin bir tepkisi olarak ortaya çıkması.

Bu beş şart kümülatif olarak gerçekleşirse uygulanması gereken bir maddeden bahsediyoruz. Bu madde, erkeklerin ne kadar kolay tahrik olabildiklerini, erkeklik imtiyazlarının ne kadar kolay zedelendiğini ve ne kadar kolay hiddetlendiklerini dikkate almadan yazılmış. Bu yüzden de erkekliği zedelendiği anda, kadının yaşamını gözü görmeyenler için bir cankurtaran ipi. Aksu Bora’nın haksız tahrik ile meşru müdafaa arasındaki boşlukta ne olduğunu anlattığı o muazzam yazısında yaralı ve kırılgan erkekliğin bir anda haksız tahrik oluveren zeminine değinilmemiş miydi?

“Biliyorsunuz, toplum olarak fıtraten her türlü şiddete karşıyız. Sadece tahrik edildiğimizde elimizden kazalar çıkabiliyor. Ki buna da şiddet değil, olsa olsa “tatsız hadise” denebilir. Tatsız hadiseleri hatırlayıp ağzımızın tadını bozmanın gereği yok. Nitekim “kaşınanı kaşırlar” diye latif bir deyişimiz de vardır.

Bu latif deyişin hukuk dilindeki karşılığı, “haksız tahrik”. “Bir kimsenin dıştan gelen haksız eylemler sonucu kışkırtılarak suç işlemesi”. Haksız tahrik, bünyede bir “gazap veya şedit bir elem” doğruyor, bünyenin bu hisler altında işlediği suçun cezalandırılması da ona göre oluyor haliyle. […] Mesela bir kadın bir adama (ki bu adam genellikle kocası ya da eski kocası oluyor) “sen de erkek misin” derse, adam büyük bir gazap ve şedit bir elem duyuyor. Ya da kadın geç saatlere kadar dışarılarda gezerse. Ya da adama onu aldattığını söylerse. Açık saçık giyinip adamın onaylamadığı kişilerle görüşürse. Herkes bilir ki erkeklik hassas bir mevzudur, tahrik edilmeye gelmez. Hâkim de bilir, yasa koyucu da (hukukun kaynaklarından biri, kültürdür). Tahrik altında tatsız hadiselere karışmış kader kurbanına şefkatle ve anlayışla yaklaşır.”[5]

Bu haksız tahrik hükmünün, bir evveliyatı var elbette. Eski TCK md. 51, haksız bir tahrikin husule getirdiği gazap veya şedit elem altında işlenen suçlardan bahsediyordu. Bu hüküm töre cinayetlerinde, faillerin haksız bir şekilde tahrik edildiği gerekçesiyle onlara indirim yapılmasını sağlıyordu. Töre saikiyle işlenen cinayetlerde, törenin hafifletici sebep değil, ağırlaştırıcı sebep olmasını sağlamak için hüküm değiştirildi. Böylece, sadece haksız bir tahrike kapılan değil, haksız bir fiil ile karşılaşan kişinin buhranına indirim yapılmış oldu. Yani artık erkeğin sadece haksız bir tahrikle karşılaşması yetmeyecekti, haksız bir fiillin kendisine karşı işlenmesi gerekecekti. Ancak hala tüm teknik anlamıyla haksız tahrik, failin kendi kusurundan ziyade, karşıdakinin haksız hareketleri sonucu bir tepki suçu işlemesidir.[6]

Peki, kadınların bizzat yaşamı, nasıl haksız bir fiilin kendisi olabilir? Bugün, bu gerekçelerle kadın cinayetlerinde haksız tahrik indirimi uygulamak, bırakın hukuka ve insan haklarına uygunluğu, bizzat kanunun kendisine aykırı değil midir? Bir kadının sadece yaşayarak bile erkeğe karşı haksız bir fiil işlediği kabulüyle o kadının öldürülmesini meşru kılarsanız, o erkeğin kendi kusuruyla değil, tepki sonucunda o cinayeti işlediğini söylerseniz, kadınların sadece yaşadıkları için öldürülmeyi hak ettiklerine dair bir açık çek sunmuş olmaz mısınız? Bir erkeğin tasarlayarak ve planlayarak, ailesiyle beraber delilleri yok ederek, “benim vicdanım rahat, heyetin de rahat olsun” diyerek, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yüksek görüşlerini beyan ederek işlediği cinayetin, sadece kadının haksız fiillerine karşı işlenmiş tepkisel bir suç olduğu sonucuna nasıl ulaşılır? O kadının öldürülmesinden sonra o delillerin yok edilmesine yardım edenler -ki bu delillerden biri kadının bizzat kendisi- nasıl beraat eder? Buna, nasıl haksız tahrik gibi bir indirim sebebi uygulanır? Nasıl bir anlık hiddet ve anlık tepki, bir kadını yakarak öldürdükten saatler sonra üzerine beton dökmeye varıp, yakalanınca da kadını ayaklar altına alan bir savunma yapmaya varır? Tüm bu kurgunun, planın ve ezberin, anlık bir tepki cinayetinden kaynaklandığına kim inanır? Pınar’ın bedeni bulunmasaydı, hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edecek olan o katil ve işbirlikçileri nasıl haksız tahrik altında bu cinayeti işlemiş görülebilir?

Hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeyen pişkin bir erkeğe, haksız tahrik indirimi tam da bu şekilde uygulanıyor: İstanbul Sözleşmesi’nin yokluğunda. Çünkü Sözleşme’nin 42. maddesi, herhangi bir şiddet eyleminden sonra başlayan cezai soruşturma ve kovuşturmalarda, erkeklerin namus, gelenek, görenek, erkeklik onuru, kültür, toplumsal durum gibi bahanelerle cezada indirim alamayacağını, bu sebeplerle haksız tahrik hükmünün uygulanmayacağını garanti altına alıyordu.

Tüm bu soruların ne anlama geldiğini, kadın mücadelesinin neleri değiştirebileceğini örnekleyerek anlatabilirim sanıyorum. Eski Türk Ceza Kanunu md. 438’e göre cinsel saldırı yani tecavüz, fuhuşu kendisine meslek edinmiş bir kadına karşı işlenirse, ceza üçte ikiye kadar indiriliyordu.[7] Bu hükmün o zamanki gerekçesi, iffetli bir kadınla iffetsiz bir kadının tecavüz fiilinden aynı ve eşit derecede zarar görmeyeceği fikriydi. Dolayısıyla eski TCK, zarar gören kadın ve suç işleyen faile bakmak yerine, suni bir şekilde ayırdığı iki kadın grubunu yani iffetli ve iffetsizleri karşılaştırarak ceza veriyordu. Bu hüküm, Antalya’da yaşanan ve kamuoyuna N.T. olayı olarak yansıyan bir suç sonrasında Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. Norm orada iptal edilmedi. Hükmü AYM’ye taşıyan Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hâkim Ali Güzel dava sırasında kadın hareketinin, feministlerin nasıl ayaklandığını, toplumun verdiği tepkiyi örnek göstermişti, “Bir Hâkim Yeter” başlıklı o haberde. Bu hükmün daha sonra SHP’nin çalışmalarıyla kaldırılmasını toplumun, hukuka sahip çıkması olarak anlatmıştı:

“Kadın cinayetlerinde kabul edilemez birtakım bahane ve gerekçelerle haksız tahrik indirimleri maalesef yapılageldi. Gerek yargıçların gerekse konularla ilgili tüm bireylerin içinde büyüdükleri toplumun zihinsel dünyasında önemli yer tutan erkek egemen kültür, kadını bir meta olarak görmekte; namus kavramını kadının cinselliğindeki meşruiyete indirgemektedir. Bu anlayışın yargıdaki uzantısı ‘Sen de erkek misin dedi’, ‘Yataktan itti’, ‘Bakire çıkmadı’, ‘Sadakatsizlik etti’, ‘Sokakta cilveli yürüdü konuştu’, ‘Sinemaya gitti…’ gibi gerekçelerle ceza indiriminde kendisini gösteriyor. Soyut hukuk metinleri, yasalar adaleti tecelli ettirmede tek başına yeterli olamaz. Kuralları hayata geçiren yargıcın yorumu büyük önem taşımaktadır. Hukuk kuralları, yasalar kâğıt üzerinde yazı metinlerdir. Onlara can veren, ruh katan yargıçların yorumudur. Toplumun hukuka sahip çıkması olarak görürüm hep o olayı.”[8]

Bugün, bu ülkede kadınlar Pınar Gültekin için de sokaklara çıkıyorlar. Çünkü bir kadının yaşamının, bir erkeğin tahrik olmasına gerekçe olamayacağını biliyorlar, biliyoruz. Öte yandan bizzat normlarla uğraşan bir hâkimin, hukuku o normun kendisinden daha farklı bir şey olarak görmesinin neleri değiştirebileceğini de göstermişti bu dava. Davayı sadece kendisine ait bir şey olarak değil, hâkimin eline düşmüş ve hükmü onun vereceği bir kapalı devre sistemi değil, toplumun hukuka sahip çıkabileceği bir mecra olarak görmüştü.  Normların, hükümlerin, insan yaşamını sayılara indirgeyen o teknik bilginin, hukukun gerekçesi olamayacağını söylemişti: “Toplumun hukuka sahip çıkması olarak görürüm hep o olayı.”

Amargi Dayanışma Kooperatifi, haksız tahrik indiriminden yola çıkarak hazırlanan serginin kitabını yayımlamıştı. Serginin katılımcıları, haksız tahrik indirimlerinden yola çıkarak bireysel feminist manifestolarını sergilemişler, daha sonra da bunu bir kitap haline dönüştürmüşlerdi.[9] Orada haksız tahrikin, kadınlar için nasıl bir manifestoya dönüştüğünü görüyordunuz. Aksu Bora’nın kitapta “kişisel hayatın politikasını yapmak” dediği türden bir şey. Bugün bu davalardan kendi adımıza birer manifesto çıkarmak gerekiyor belki de. Birilerinin içeriğine akıl almaz anlamlar atfettiği o indirimleri, o içeriklerden soyutlamak, başka bir şey olarak yeniden ifşa etmek. Kişisel hayatın politikasını bir manifesto olarak yeniden sunmak ve elbette toplum olarak hukuka sahip çıkmak.

Çünkü toplum, hukuka sahip çıkarak, yeniden toplum olabilir.


[1] Evrim Kepenek’in haberi: https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/263551-pinar-gultekin-i-olduren-fail-erkek-14-bucuk-yil-hapis-yatacak

[2] Burçe Bahadır, Ölü Kadınlar Memleketi, Ayizi Yayınları, 2014, s.137.

[3] Nevzat Toroslu: Ceza Hukuku Genel Kısım, 17. Bası, Ankara, 2012, s. 264.

[4] Nur Centel/ Hamide Zafer /Özlem Çakmut: Türk Ceza Hukukuna Giriş, 7. Bası, İstanbul, 2011 s. 428-437.

[5] Aksu Bora, Haksız Tahrik, Meşru Müdafaa, içinde “Feminizm Kendi Arasında”, İletişim Yay., 2021, s. 49.

[6] Türkan Yalçın Sancar, Türk Ceza Hukukunda Kadın, 1. Baskı, Ankara, 2013, s.215.

[7] Bu süreci anlatan ve N.T.’yi Gülşen Bubikoğlu’nun canlandırdığı film: Madde 438, Yön. Ümit Efekan.

[8]     Bir Hakim Yeter, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/bir-hakim-yeter-40657428 , (Son erişim: 24.06.2022).

[9] Haksız Tahrik: Unjust Provacation, Amargi Dayanışma Kooperatifi, ayrıntılı bilgi için, Ayşegül Sönmez: Güncel Sanatın İçinden ve Dışından Bir Sergi: Haksız Tahrik, Amargi Dergi, Yaz 2009, sayı 13, s.66.