Yasadışı Yasa İnfazcıları, Yeni Sürüm
Orhan Koçak

Son yirmi yılda vigilante terimiyle ifade edilen faaliyetin yerellikten küresel gündeme terfi edişine tanık olduk. Henüz tek sözcüklü bir Türkçe karşılığı bulunmayan terim Vikipedi’de şöyle tanımlanıyor: “Vigilantizm (uyanıklık, nöbetçilik, teyakkuz ya da kanunsuzluk) bazı, kurum, kişi veya grupların yasal yetkili olmadığı halde suç olarak algıladıkları durumlara soruşturma, cezalandırma ve infaz etme gibi eylemleri de içerebilecek şekilde müdahale etme durumunu ifade eder.” Gazeteci-sosyologlar bunu aynı dönem içinde kitlesel göç ve sığınmacılığın da geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde artmasına bağlama eğilimindeler. Olgular arasında bir ilişki olduğunu herhalde yadsıyamayız, yine burada katı bir sebep-sonuç ilişkisi aramak yanlış olur.[1] Bugün gördüğümüz biçimiyle kitlesel göç/sığınmacılık da yasa-dışı yasa bekçiliği de görece modern olgulardır ama uzun bir süre birbirlerinden bağımsız dinamikleri olmuştur. Aslında vigilantizmin (her zaman bu adla anılmasa da) çok daha eski bir şeceresi vardır, Vikipedi’de verilen akraba terimlerin de belli ettiği gibi: “ödül avcısı, ölüm mangası, yargısız infaz, linç, mahalle baskısı, teyakkuz komitesi (1800’lerde ABD’de organize kanunsuzlar), şiddet içeren devlet dışı aktör, beyaz Toros, Haşdi Şabi, Posse comitatus (Kuzey Germen hird veya fyrd sisteminin dolaylı soyundan [?] gelen, popülist kötülüğün kanunsuzluğuna dönüşerek istisnai yasal adalet ajanı olarak hareket edebilen ‘sivil infazcı’ grup)…” (Türkçe adaptasyon, Wikipedia’nın zihinsizliğini daha da acayipleştiriyor.) Buna karşılık, sığınmacılık/iltica diye bir şeyin düşünülebilmesi için önce devletlerin sabitlenmiş ve karşılıklı tanınmış sınırların da kesinleşmiş olması gerekir –demek 19. yüzyıl ve sonrasından söz ediyoruz. Eğer bugünün kaçış ve kurtuluş gibi anlamlar üstlenmiş mecburi kitlesel göç olgusunun bu sabitlenmiş devlet ve sınırların tekrar titreşmeye, çözülmeye başlamasıyla bağlantılı olduğunu söyleyebiliyorsak[2] o zaman kitlesel sığınmacılığın kabaca Birinci Dünya Savaşı’yla yaşıt olduğunu da öne sürebiliriz.

Biz burada göçten çok vigilante ile uğraşacağız. Tureng sözlüğünde, biraz daha düzgün bir karşılık buluyoruz: “kanuni yetkisi olmayan, kendi fikrine göre zorla düzen sağlayan kimse; yasadışı kanun infazcısı.” Tarih kısmında yine tek örnek ABD: “ABD’de iç savaş sırasında siyahi insanları ve kölelik karşıtlarını kontrol etmek ve bastırmak için kanun dışı araçlar kullanan bir örgütün üyesi.” Terimin içerdiği çelişkiye dikkat çekmekle yetinelim şimdilik: kanun-dışı kanun infazcısı.

***

Terim Latince “gece nöbeti” ve buradan naklen “uyanıklık, uyumamak” anlamına gelen vigil sözcüğünden türemiş olabilir, ama bugün İran’da rejimden beslenmeyen herhangi birine vigilante nedir diye sorsanız alacağınız cevap “besic” olacaktır. Besic, 1979 devriminden sonra Humeyni’nin kurduğu ve daha sonra Devrim Muhafızlarının bir alt kolu şeklinde örgütlenen gönüllü milis birlikleri. Bu kez Vikipedi daha az derme çatma:

İran yasalarının hiçbir kısmında Besicin barış zamanında silahlanma gibi bir yetkisi bulunmamasına rağmen silahlı bir güç oluşturmuştur. İslam cumhuriyeti yasalarında Besicin yargının yaptırım kolunu oluşturabileceğine dair maddeler bulunduğu için polis hiçbir zaman Besici sokaklarda yaptıklarından alıkoyamamış, ancak yıllardan beri Polis-Besic arasında tartışmalar yaşanmıştır. 2009’da Mahmut Ahmedinejat’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığını ilan etmesini takiben çıkan olaylarda Besic ana baskı kolunu oluşturmuş, [ama] resmi bir makam olmadıkları için işledikleri cinayetlerin sorumluluğu hiçbir organ tarafından kabul edilmemiştir. Besic’in hiçbir üniforması bulunmadığına istinaden ülkede onlara takılan lakap “sivil kıyafetliler” olmuştur. Olaylarda kimi zaman Besic’e bağlı kuvvetler özellikle protestocuların evlerini veya kaçtıkları apartmanları basmış… İddialara göre yıllardan beri camileri karargâh olarak seçen Besic güçleri, camilerin bodrum katlarında tutukladıkları rejim muhaliflerine işkence uyguluyor ve gayr resmi Devrim Muhafızları hapishanelerine gönderiyor.

Bu örnekte de yasal şiddetle yasadışının, görünenle görünmeyenin birbirine karıştığını not edelim. İktidar sürekli bu ikisi arasında oynayarak sürdürmektedir gücünü. Hegemonik bir boyut da içeren bir güç.

***

Yukardaki anlatımlarda vigilantizm konusunda ABD’den başka bir örneğe yer verilmemesi ilginçtir (Vikipedi ve Tureng içeriklerinin üretimine Avrasyacıların sızdığını sanacak insan). Oysa Manş deniziyle Urallar arasındaki geniş coğrafya da bu bahiste ne Amerika’dan ne de İran veya Türkiye’den geri kalır.[3] Türkçeye genellikle “olaylar” (1934 Trakya olayları, 6-7 Eylül olayları gibi) diye çevrilen 1880-1920 arası Doğu Avrupa pogromlarını hatırlamak yeterlidir.

European History Quarterly dergisinde (Ocak 1988) çıkan “İtalyan Squadrismo’su ve Çağdaş Vigilantizm” başlıklı bir makalede, yazar Martin Clark, bu “gönüllü nöbetçilerin” dört dönüm ânında öne çıktığını belirtir: 1920-1922 yıllarının faşist squadrist’leri (takım, müfreze, ekip vb.), 1943-1945 yıllarında partizanların ve faşist çetelerin savaşı, 1945-1952 yıllarında komünistlerin hükümet ve yerel yönetimler içinde kazandıkları mevzilerden sürülmesi için örgütlenen sağcı gruplar ve son olarak da 1968-1972 “kurşun yılları”. Bütün bu örnekler, devletin asayiş sağlamakta aciz kaldığı ya da bilerek bundan kaçındığı bir anla ilgilidir; devletin zor kullanma yetkisini gönüllüler üstlenir.  

Ama belki de bu eski vakalara gereğinden fazla değer biçmemeliyiz: zulmün ve eşkıyalığın kadim ve evrensel tarihi, bugünün vigilantizminin özgüllüğünü karartmamalı. Bu özgüllüğü tanımlamaya çalışalım. Evet, yeni göçmenlik önemli bir bağlam sunuyor, vigilante gruplarının tek hedefinin mülteciler olmadığını unutmamak koşuluyla. Grup dedik, “müfreze”: kanun-dışı kanun infazcısı bir “yalnız kurt” değildir. Yöntemler, araçlar: terör uygulasa bile terörist olduğu da söylenemez: bomba ve EYP kullanmıyor, çünkü sadece yasalara uygun davranmakla yetinmeyip yasayı bizzat uyguladığını iddia ediyordur. “Masum sivillere” zarar vermekten kaçınır. Bir vigilante grubu seçilmiş hedeflere linç de uygulayabilir; ama sırf bu amaçla bir araya gelen ve olaydan sonra dağılan rastgele bir güruh değildir, yasa infazcılığında belli bir “misyon” sürekliliği üstlenmiştir. Nihayet, bir Abdullah Çatlı’yı veya Alaattin Çakıcı’yı da vigilante olarak sınıflandıramayız: devletin bel-altı organları tarafından yetiştirilmiş olsalar bile, o devlet onları en kirli işlerinde ve gizlice kullanmıştır. Bugünün vigilante’leri gizli iş görmek şöyle dursun, başta polis olmak üzere herkese örnek olsun diye, “göstere göstere” yapmaktadır eylemlerini. Kendilerini meşrulaştırma argümanları, yasayı uygulaması gereken polisin ve bazen de (sık sık da) yasanın kendisinin suçla başa çıkmakta yetersiz kaldığıdır. Yukarıda değindiğim İtalya yazısında şu kısa tanımda karar kılmıştı yazar: “Paramiliter gruplar tarafından, devlet otoritelerinin büyük kısmı ve yerel düzeyde elit üyelerin onayıyla ve bazen de ön ayak olmalarıyla ‘yıkıcı unsurlara’ karşı uygulanan küçük-ölçekli veya ritüel şiddet.” (2000’lerdeki birçok vaka, “paramiliter” sıfatının her zaman çok isabetli olmadığını da gösterecektir.)

Le Monde Diplomatique’te birkaç ay önce çıkan ve daha çok Rusya’daki vakalarla ilgilenen bir yazıda, olguya tarihsel özgüllük kazandıran önemli bir gözlem yer alıyordu: “Rusya’da vigilantizmin artışı, ancak son on yılda sosyal medyanın yükselişiyle vuku bulabilirdi. Baskın yapmak ancak filmi çekildiği ve [internete] yüklendiği sürece anlamlı olabilir.”[4] Sanırım, “Gösteri toplumu” (imajların tahakkümü) yeni iletişim teknolojisi olgularının yanına, günün en yaygın kentsel ulaşım aracını da eklememiz gerekiyor: motosiklet (“biker’lar”) sivil yasa infazcısının bir suç mahallinden ötekine hızla intikal etmesinin en kolay ve en sevilen aracıdır. Teknoloji ve hız hayranı klasik faşist ve Nazilerin motor tutkusu, 60’lı yılların Hell’s Angel’ları üzerinden 21. yüzyıla bağlanıyor burada. Bir parça ehlileşmiş olarak.

***

Yine İtalya’dan başlayalım. Recep Tayyip Erdoğan’ın bir zamanlar yakın dostu olan Silvio Berlusconi’den çok şey öğrendiği (gülümseme hariç) iddia edilmişti, vatan hainleri tarafından. Berlusconi, üçüncü ve nihai başbakanlığının sonuna doğru, bu gönüllü asayiş müfrezelerini yasallaştıracağını ilan etti: silah taşımayacak, polis-tipi üniformalar giymeyeceklerdi, tek ekipmanları sadece onları mahalli polis ve jandarmayla irtibat halinde tutacak telsizler olacaktı, şu halde bunlara “paramiliter” denemezdi (The Guardian, 7/8/2009). Sonra, Kuzey Ligi partisi dışındaki partilerin ve bazı polis birimlerinin itirazları sonrasında bundan vazgeçildi. Ama zaten İtalyan Ulusal Muhafızları adlı, Torino savcısı tarafından soruşturulmakta olan, 2.000 kişilik bir “yarı-yasal” örgüt yıllardan beri çingenelere, göçmenlere ve uygunsuz elemanlara karşı faaliyet halindeydi.

Kendimizi sadece İtalyan vakalarıyla sınırlarsak, “devletin zafiyete girmesi” tezine fazlaca haklılık kazandırmış oluruz. İtalya da, İran da yıllardır bir çeşit “sürekli kriz” içinde debelenen zayıf devletler. Güçlülerine bakalım. Şüphesiz en başta Çin. Guardian’ın (30/10/2021) resmî Çin basınına dayanarak yayımladığı bir haber-yorumda, Beicing’de 2017 yılında 850 binden fazla insanın “Chaoyang kitleleri” adıyla anılan bu gönüllü gözleme-izleme gruplarına katıldığı belirtiliyor. Hırsızlıktan terörizme, casusluktan fuhşa ve uyuşturucuya kadar çok çeşitli suçları izleyen bu gönüllüler, cezalarını kendileri vermek yerine onları polise ihbar ve gereğinde de teslim etme görevlerini üstlenmiş durumda. Devlet (ve sınırlar) zaaf içinde değil, ama halktan (“muhbir vatandaşlar”) yardım almakta bir sakınca görmüyor, çünkü böylece somut bir suçun önlenmesi/cezalandırılmasının yanında, ayda 300-500 yuan ücret karşılığında halkın rejimle ve resmiyetle bütünleşmesi gibi hegemonik bir işlev de icra edilmiş oluyor. Öte yandan, son yirmi yılda Çin’de meydana gelen devasa iç göç ve karantinalar da hesaba katıldığında, yakın gelecekte bu gönüllülerin daha fiilî bir “cebir” gücüne dönüşmesi de ihtimal dışı sayılmaz.[5]

Almanya (Almanya’da olan her şeyin daha döküntüsünün Fransa’da da bulunduğu gerçeğinden hareketle, o ülkeyi pas geçiyoruz). Göçmenlere, ama sadece Müslümanlara değil, Polonya sınırından ülkeye sızmaya çalışan bütün yabancılara karşı, NDP gibi neo-Nazi partilerin desteğiyle örgütlenen sopalı/silahlı gönüllülerin zaman zaman muhafazakâr hükümetleri bile rahatsız ettiği biliniyor (çoğu zaman o devletin gizli birimleri tarafından beslenip büyütülmüş olsalar bile). Alman ordoliberalizminin çok değer verdiği “kural-temelli” düzenin 1945’ten 60’lara ve ötesine kadar Amerikan güçleri ve istihdam ettikleri eski Naziler “temeli” üzerinde inşa edilmiş olmasının doğurduğu çelişki, önümüzdeki dönemde de peş peşe yeni skandallarla açığa çıkıp çıkıp örtülecek gibi görünüyor. Ama tabii, tıpkı Çin gibi Alman devletinin de en korktuğu şey zayıf görünmektir, asayişi halka havale etmek zorunda olmadığını sürekli göstermek zorundadır. Bu açıdan yasa ile yasadışı arasındaki sınırın fazla belirsizleşmesini tehlikeli bulur.

Rusya’da gönüllü izleme-gözetleme-ihbar etkinliğinin SSCB’deki Komsomol gençlik örgütüne kadar giden bir tarihi var. Ama Sovyet-sonrası dönemde ilk akla gelen örnek, Batı medyasında “Putin’in gençlik örgütü” olarak sunulmuş Gençlik Demokratik Anti-Faşist Hareketi Naşi (“Bizim”). 2005’te kurulan örgütün lideri Vasili Yakemenko, amaçlarının “oligarkların, anti-semitlerin, Nazilerin ve liberallerin vatan-karşıtı birliğine” son vermek olduğunu belirtiyordu. Putin’den ve danışmanı Vladimir Surkov’dan hararetli destek gören grup, sonradan muhalefete geçen bir başka Putin danışmanı Gleb Pavlovski tarafından “eylemlerde yeterince gaddar olmamak”la eleştirilmişti. Ama muhalif grup ve partilerin içine ajan sızdırmak, muhalefet mensuplarını taciz etmek ve Rusya’yı eleştiren yayınları halka açık törenlerde yakmak gibi faaliyetleriyle bir ara 120 bin üyeye ulaştığı öne sürülmüştür (bkz. Wikipedia, ilgili madde). Bu yarı-resmî kurumun yanı sıra son dönemin asıl dijital vigilantizmini Lev Protiv (“Karşı Aslan”?) gibi gönüllü “müfrezelerinin” yürüttüğü söylenebilir. Kullanım tarihi geçmiş ürün satan dükkânlara, hırsızlığa, fahişeliğe, uyuşturucuya, pedofiliye, “illegal” göçmenlere ve bütün bunlar karşısında aciz kalan kolluk kuvvetlerine karşı YouTube’da teşhirle başlayıp, bazen linçe varan fiziksel şiddetle devam eden bu eylemler, yönetim tarafından seçici bir şekilde ödüllendiriliyor veya cezalandırılıyor. Kendi deyişleriyle, “toplum sağlığını geliştirmek için” çalışan insanlar bunlar. Ama teşhir veya taciz ettikleri insanların rütbesi/kademesi yükseldikçe devletin desteğinin azaldığı, kesildiği ve sonunda kendilerinin bir hedef haline geldiği görülüyor.       

Vigilantizmin sadece devlet ve otorite yanlısı, özgürlüklere kuşkuyla yaklaşan, insanlara boyun eğdirmeyi hedefleyen ve genel olarak “sağcı” (hele faşist) bir hareket olarak düşünülmesini zorlaştıran bazı örneklere de rastlanabiliyor. Kadına şiddet ve tecavüzde belki de Türkiye’yi aşan bir üne sahip Hindistan’da ev-içi şiddete karşı cep telefonu ve internet üzerinden örgütlenen Gulabi (pembe) Çete kadın hareketi de bunlardan biri. Daha çok Mumbai’nin gecekondu mahalleleriyle sınırlı bir hareket de Mahila Aghadi (Kadın Cephesi). 2000’li yılların başında bu mahallelerde bir saha çalışması yürüten antropolog Atreyee Sen, bir aktivistin davetiyle tanık olduğu bir “cezalandırma” sahnesini şöyle aktarıyor: Cinsel tacizle suçlanan bir erkek işveren yere yatırılmıştır, kadınlar ellerindeki cetvellerle adamın testislerine vurmakta ve taciz ettiği kadından özür dilemesini istemektedir.[6]

***

Devletin göz yumduğu yasadışı şiddet… Devletin ön ayak olduğu devlet-dışı şiddet… Devletin razı olmak zorunda kaldığı devlet-dışı şiddet… Devletin Blackwater (ABD), Wagner (Rusya) ve SADAT gibi özel sektör yüklenicilerine ihale ettiği şiddet… Ve tabii devrimci şiddet. Max Weber’in “Bir Çağrılma Olarak Politika” makalesinde verdiği devlet tanımı, bütün bu farklı ihlal biçimlerinin birbiriyle ilişki içinde tartışılması sağlayan bir çerçeve sunabiliyor mudur hâlâ? Ama bunları birbiriyle ilişki içinde tartışmak gerekli midir? Yerim dar, oynayamayan gelinin belirttiği gibi. 


[1] Yakında, hatta şimdi, vigilantizmin sebep ve göçün de sonuç olduğu vakalara tanık olabiliriz bu ülkede.

[2] Kavimler Göçü diye bilinen büyük tarihsel nüfus hareketleri bugünkü anlamda ülke sınırlarının olmadığı dönemlerde meydana gelmiştir.

[3] Ama Manş’ın batı yakası da bazı garip örnekler sunabilir: İngiltere’deki çeşitli yerel polis birimleri, internet hesaplarında, pedofiliye karşı örgütlenmiş vigilante’lere son derece nazik bir dille bir dille teşekkür ediyor, ama polisin işini daha da zorlaştırmamak için bu gibi faaliyetlerden vazgeçmelerinin iyi olacağını belirtiyordu.

[4] Gilles Favarel-Garrigues & Laurent Gayer, “Vigilantes 2.0”, Le Monde Diplomatique, Aralık 2021. Hâlâ var mı bakmadım, ama yakın zamana kadar Cumhuriyet bu derginin kendince bir Türkçe versiyonunu yayımlıyordu. Ama bu yazı çıkmamış olabilir, çünkü Türkiye’yi ve Rusya gibi anti-emperyalist müttefiklerini eleştiren yazılar sansürleniyordu. Yönetmen Serge Halimi de herhalde farkındaydı bunun ama alan razı satan razı: Türkiye de zaten ABD ile itişiyordu.

[5] Çin’de de izleme-gözetleme gönüllülerinin internet öncesi bir geçmişi vardır. 60’larda SSCB-Çin rekabeti ve çatışmasının artmasıyla, Sovyet casuslarının ortaya çıkarılması işini de resmî görevlilerle beraber siviller üstlenmişti.

[6] Atreyee Sen, Shiv Sena Women: Violence and Communalism in a Bombay Slum, Londra, 2007. Akt. Favarel-Garrigues ve Gayer, a.g.e.