Sol Üzerine (4)
Erdoğan Özmen

Siyasal alanı, siyasetin yapıldığı ve konuşulduğu şartları belirleyen belirli bir söylem biçimine, onun mantığına ve terimlerine hepimiz teslim olmuş durumdayız. Siyaseti ve siyaset alanında olan biten gerçek olayları onlar aracılığıyla düşünüyor ve tartışıyoruz. Diğer yandan söz konusu söylem siyasal yapı, pratik ve ilişkilere hükmettiği ölçüde onları biçimlendirerek bizzat gerçeklik düzeyinde bariz bir takım sonuçlar/etkiler üretiyor. “Seçmen kümeleri” var artık örneğin, anketlerin ölçtüğü “seçmen davranışları” filan var. Siyaset hakkında konuşmaların çerçevesini anket şirketlerinin açıkladığı veriler çiziyor epeydir. Uzun boylu analizlere, belirli bir kavramsal disiplin ve çerçeve içinde ince ince düşünmeye ihtiyacımız yokmuş gibi yapıyoruz. İktidar ve tahakküm ilişkilerinden, eşitsizliklerden, sömürü süreçlerinden, sınıflardan, kahredici yoksulluk hallerinden, kapitalist ideolojinin gücünden ve işleyişinden söz etmenin ne yeri ne gereği varmış gibi. Tartışmayı ve düşünmeyi ilerletmek için yeni anket verilerinin yayınlanmasını bekliyoruz. Ham veriyi/enformasyonu işlemek, onların çokluğunu ve akışını düzenlemek/sabitlemek, uygun biçimde eklemleyerek anlamlı bir bütün oluşturmak için ihtiyacımız olan referans noktalarını ve kavramları kaybettik. Neredeyse verilerin bizim yerimize düşündüğü bir seviyeye kadar geriledik.

İnsanın davranış ve güdülenmeleri hakkında bilmek istediğimiz her şeyi anketlerle, soru-cevaplarla, istatistik hesaplarla, farklı alanlarda yaptığı seçimlere bakarak elde edebileceğimize dair safça bir inanç taşıyoruz. İnsan güdülenmelerinin bütünüyle saydam ve pürüzsüz olduğunu, herhangi bir gizem, belirsizlik, kapalılık taşımadığını sanıyoruz.  Mantıklı, makul, akılcı olduğunu düşündüğümüz biçimlerde davrandığımıza, ve çatışma ve anlaşmazlıklarımızı rasyonel bir çerçevede çözebileceğimize inanmak istiyoruz.   

“Sol Üzerine” ya da genel olarak siyaset üzerine düşünmenin fiili zemini böyle böyle oluşuyor. Akışkan, gevşek, biçimsiz bir zemin bu. Vasatın işgaline ve egemenliğine fazlasıyla müsait, “ne olsa gider” ilkesinin zemini. Vasat siyaset yorumcularının, vasat siyasi figürlerin sinir bozucu bolluğu ve ortalığa böylesine saçılmış olması sebepsiz değil demek ki.

Mevcut siyasal alanı kuşatan, siyasetin zeminini aşındıran ve çaresizce inkar etmeye/yok saymaya çalıştığımız bir tür güçsüzlük ve acizliğe gömülmüş olmak meselesi var bir de. Derin bir düzeyde işlevsel olan temel bir zihinsel güç ile -tekrarlama zorlantısı ile- ilişkili olduğunu düşündüğüm bir şeyden söz ediyorum. Geçmiş başarısızlık, yenilgi ve hüsranları, onlarla bağlantılı acı ve melankoliyi mütemadiyen tekrarlamaktan, onları her şimdiki zamanda canlandırmaya ve sahnelemeye hazır ve teşne olmaktan. Ve belki de bu tekrarlama zorlantısının verdiği tuhaf hazdan. Kolektif her türlü çabayı, işbirliği ve dayanışma içinde davranmayı, belirli ilkeler dahilinde örgütlenmeyi daha baştan iptal eden inançsızlığın gerisinde biraz da bu yok mu? Giderek hayatlarımızda herhangi bir şeyi gerçekten değiştirmeyi imkansız görmeye varan bir inançsızlık bu.   

Hızlı, çabuk çözümler istiyoruz bu yüzden. Acı ve çaresizliğimizi birden ortadan kaldıracak, zedelenmiş haysiyetimizi, dışlanmışlığımızı ve aşağılanmışlığımızı tek seferde onaracak çözümler. Beklentimiz mümkünse hiçbir zahmete girmeden, çabalamadan, emek ve zaman harcamadan dışarıdan bir müdahale ile dertlerimizden kurtulmak ve tatmine ulaşmak. Efendinin ve efendi söyleminin hayatlarımızdaki yeri ve gücü meselesi bu.

Efendi söylemi ve onun etrafında örgütlenen ilişki ve pratikler her yerde artık: Psikiyatri/psikoloji kliniğinin büyük ölçüde psikotrop ilaçlara bağımlı hale gelmesi; kliniğin -ve dolayısıyla bir bütün olarak ruhsallığın- farmakolojiye/biyolojiye/biyokimyaya indirgenmesi; depresyon ve anksiyete ilaçlarının bütün sahneyi işgal etmesi bunun mükemmel bir örneği değil mi? Herhangi bir konuda adım atmak, karar vermek, seçim yapmak ancak bir uzman tavsiyesi ve müdahalesiyle mümkün çoğumuz için. Psikoterapi bile, söz konusu edilecekse eğer, ancak rasyonel bir söyleşiden, bir uzmanın bilişsel kusurlarımızı ve uygun akıl yürütmeleri bize göstereceği tek yönlü bir ilişkiden ibaret artık. Sol siyaset konuşacağımız alanı fazlalıklarından ve “artefact”larından arındırmak derken buraya kadar geldik. Buradan devam etmek üzere.