Kararsızlardan çok bahsediyoruz. Ya kararlılar? Ya “kararcılar”?
Alp Kayserilioğlu, Birikim-Güncel’de iktidarın ekonomi-politik analizini yapan makale dizisinde,[1] Türkiye’de rejimin giderek daha “desizyonist ve polikratik” hale geldiğini yazdı. Desizyonist -veya “kararcı”- olmanın tarifi şuydu yazıda: “Siyasal yapı, kuralların ve yasaların anayasanın ve kurumların ‘kısıtlayıcı’ çerçevesi kapsamında müzakere edilmesi yerine, güçlü iktidar öznelerinin kararları tarafından belirlenmesi…” Günümüzün ne-olduğunu-bilirsin-sen rejimlerinin analiz test kitine Kayserilioğlu’nun kattığı bu kavramı biraz evirip çevirelim…
***
Desizyonizm kelimesinin masdarı olan Desicion, Batı dillerinde “karar” demek. Desizyonizm, düz çevirisiyle “kararcılık” oluyor. Nitekim “kararcılık” diye karşılanıyor. Kulağa tuhaf, zorlama geliyor ama bir fikir veriyor yine de: Desizyonizm, karar verme kabiliyetini ve iradesini bir ‘izm’ haline getirmektir.
Benim Türkçesi için önerim, biraz uzatmak pahasına: Hükümran karar vericilik… Biraz zorlarsak: Kararın iktidarı.
***
Hukukta, kararı ve karar vericiyi merkeze koyan bir desizyonizm teorisi var. Hukuk normlarının ancak somut yasa koyucunun iradesiyle yürürlüğe konabileceği, pratiğe dökülebileceği gerçeğinden dayanak alıyor. Önemli olan içerik değil, kararın ve karar verme iradesinin kendisi, buna göre. Gerekçelendirme olanağı (ve ondaki yetersizlik) ile uygulama/ifa yükümlülüğü arasındaki boşluğu, karar dolduruyor. Kararı ahlâkî veya mantıkî bir gerekçeden muaf sayan bu teori, keyfîliği meşrulaştırma riski nedeniyle eleştiriliyor. Bu teoriyi benimseyen hukukçular, desizyonizmi bir değer olarak savunmadıklarını, sadece fiilî durumu saptadıklarını söylüyorlar. Yine de, temel ilkeleri ve felsefeyi hukuku tek tek hükümlere ve kanunlara indirgedikleri eleştirisi karşısında ayazdalar.
Akif Kurtuluş’un Ukde romanında hâkim Cavidan’ın şu sözleri, hukukta desizyonizmin mükemmel bir teşrihidir: “Devlet, kendisi namına hüküm vermemiz için bir kürsü ve cübbe vermiş, ‘Sizin işiniz yargılamak,’ demişti. Adaleti sağlamak değildi maksat, hüküm vermekti. Verdiğimiz hüküm, adaletin ta kendisiydi nasıl olsa.”[2]
***
Siyaset teorisinde desizyonizmin kökü, Ortaçağ Hıristiyan siyasî düşüncesinin pîri Ockhamlı William’a dayandırılıyor: Tanrının hükmü, o tanrı olduğu için iyi ve doğrudur; başka türlü karar verebilecek olsa, her şeye kadir olmazdı. Kısacası: ortada bir hüküm, bir karar varsa, doğrudur ve haktır.
Varoluşçulukla, özellikle Heidegger-meşrep bir varoluşçulukla da bağlantılı düşünülebiliyor desizyonizm. Siyasetbilimci Wolfgang Kraushaar, desizyonizmi, iradecilikle birlikte varoluşçuluğun üzerindeki “çatı-kavram” olarak ele alıyor[3]. Desizyonizm kavramını 1950’lerde nasyonal sosyalizm deneyimini sorgulayan eleştirel bir bakışla işlemiş olan Christian Graf von Krockow’a atıfla, desizyonist “düşünce yapısı”ndan söz ediyor. Desizyonizm, bir ideolojiyi değil, bir zihniyeti veya zihniyet yapısını anlatıyor yani.
***
Desizyonizm kavramını modern siyaset teorisine katmış olan düşünür, menhus Carl Schmitt’tir. Geniş bir hukuk içtihatına dayanarak geliştirdiği bu kavram,[4] onun meşhur Siyasî İlâhiyat’ının[5] yapıtaşlarından biridir. Son on on beş yılda Schmitt’in siyaset teorisi fazlasıyla revaç görürken, galiba, düşmanı ve istisnayı tayin erkiyle ilgilenildiği kadar, desizyonizm kavramıyla ilgilenilmedi.[6]
Schmitt’in desizyonizm kavramı, değindiğimiz Ortaçağ Hıristiyan düşüncesine, Katolisizme dayanır neticede. Bu kavramı, liberalizme, parlamentarizme, “tartışan sınıf” dediklerine, yani uzlaşmaya gelmeyeceğini düşündüğü konularda uzlaşmaya açık olanlara karşı bir balta olarak da savurur.
Schmitt’e göre herhangi bir normatif değerin otoriteye öncel olmayacağı ve otoritenin herhangi bir normatif değerle kayıtlanamayacağı ilkesi, karar ediminin -politik açıdan- ilâhî niteliğinde billurlaşır. Siyasî erkin karar verme kabiliyeti, tanrısal ilk-nedenin sekülerleştirilmiş ifadesidir, Yaradan’ın yoktan var edici iradesini dünyevî iktidara devrederek sürdürmesinin temsilidir.[7] Schmitt, “kararın hukuksal gücü”nün altını çizer. Karar, Hiç’ten doğarak hüküm ifa etmesiyle, kurucu mahiyet taşıyordur. Otoritenin teyidi ve gerekçesi olmanın ötesinde, içeriğinden de bağımsız olarak, kararın kendisinin bir edim olarak ‘yüceliği’, buradan doğar.
Karar mitosu, beraberinde kararlılık mitosunu inşa eder. Desizyonizm, meşruiyetin kaynağı olan kararın yüceliğiyle beraber, kararlılığın bizzat haklılık alâmeti olduğunu ve kararlı olanın netice alabileceğini, kazanacağını imâ eder. Kanıtı kendisi olan bir iddia ve irade… Kuşkusuz, günlük hayattaki ve reel politikadaki kararlı-olma karizmasından da güç alıyor… Kuşkusuz, narsistik enerjiyi de besliyor...
Burada, desizyonizmle iradecilik/volontarizm birbirlerine kavuşurlar. Desizyonizmin güç istenciyle belirlenmiş oportünist-faydacılığı, volontarizmin kendine hayranlıkla yüceltilmiş eylemciliğiyle bütünlenerek, hudutsuz keyfîliğe yelken açabilir.
***
Marksist nasyonal sosyalizm tarihçisi Mason, Kavgam’da “büsbütün dayanaksız ve gaddarca bir desizyonizm” görmüştü. Kanıtlama ve tutarlılık mükellefiyetinden tamamen azade, ahlâkî-insanî-medenî ölçülerle ve itidalle bağını koparmış, kendi güç istencinin ve iddiasının cezbesine kapılmış bir söylem söz konusuydu.
Mussolini, “emretme iradesi”nden söz ederken, karar verme yetkisinin ve ‘kabiliyetinin’ cezbesiyle konuşur. 1922 Kasım’ında yeni rejimin ‘tanıtımında’ “kanun koyucu tedbirlerin inisiyatif kullanıcı gücü”nden söz ederken,[8] normatif ölçülerin, yasallığın zembereğinden boşanmış bir karar erkinin özerk kudretine hayrandır. İtalyan faşizmiyle ilgili araştırmalarda, rejimin kararnameleri “olağanüstü” bir ara döneme mahsus, geçici olmaktan çıkartıp geleneksel hukuk düzenini yıkacak ve onu ikame edecek şekilde kurumsallaştırmaya girişmesi, desizyonist dönüm ânı olarak tanımlanmıştır.[9]
Kararnamelerin anayasanın yerine geçer ya da pseudo-anayasal, gûya-anayasal işlev görür hale gelmesi, desizyonist zihniyetin nişanıdır. Adı üstünde: kararname. Meclis’ce onaylanmış uluslararası bir yasal metin olan İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı Kararı’yla iptalinin Danıştay’ca uygun bulunması, bunun son numunesi… (İstanbul Sözleşmesi davasında ne oldu?)
Desizyonizm, faşizan bir popülizmle ve otoriterlikle tanımlanan, “21. yüzyıl faşizmi” de denen günümüz rejimlerini çözümlemek için işe yarar bir kavram. Bu rejimlerin temel bir veçhesini aydınlatıyor. Keyfîliğin ve Nilgün Toker’in üzerinde durduğu rejimleşmiş belirsizliğin[10] ‘ilâhiyatını,’ başka deyişle, keyfîliğin ve belirsizliğin bir siyasî ilâhiyat kurduğunu faş ediyor.
***
Desizyonist zihniyetin hâkimiyeti, kurumların canına okunmuş olmasının, kurumlara güvenilemeyeceğinin bir başka ifadesidir.
Bu zehrin panzehirini, zaten bazen onunla bağlantılı düşünülen iradecilikte (volontarizmde) mi aramalı? Yapıların, yapısal-olanın nesnel etkisine pek ‘güvenmeden,’ iradî müdahaleden daha fazla yardım almayı kastediyorum. Keyfîliği ilâhiyata dönüştüren hükümran karar vericiliğe (desizyonizme) karşı, normların, hakların, hakkın hâkimiyetini tesis etmeyi, asıl önemlisi keyfîliğe mahal vermeyecek kamusal alanlar açmayı hedefleyen (panzehir de bir zehirdir; zehrini böylece akıtan!), kurucu bir iradecilik…
Bu zehrin panzehirini, belki de daha derinde, reşit insan ve yurttaş olmanın temelini oluşturan bir yeti olarak karar yetisini açığa vuracağı müzakere ortamlarına tutunmakta (ve yine, onları var etmekte, kurmakta) aramalı. Zira neticede tehdit altındaki, odur.
[1] Patates Soğan Güle Güle Erdoğan - Türkiye'de Hegemonya Mücadeleleri
[2] Akif Kurtuluş: Ukde. İletişim Yayınları, İstanbul 2014, s. 44.
[3] Wolfgang Kraushaar, “Entschlossenheit: Dezisinoismus alz Denkfigur”, Die RAF und der linke Terrorismus (der. Wolfgang Kraushaar) içinde, Hamburger Edition, Hamburg 2006, s. 140-156.
[4] https://core.ac.uk/download/pdf/14507674.pdf
[5] Türkçesi: çev. Emre Zeybekoğlu. Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2020.
[6] Ertan Kardeş’in Schmitt’le Beraber Schmitt’e Karşı’sında, kısa-öz, vardır (İletişim, 2015).
[7] Aşağıdaki birkaç paragrafta, şu kitaba yazdığım kısa sunuşu tekrarlıyorum: Albrecht Koschorke: Hitler’in Kavgam’ı Üzerine Bir Analiz. Çev. Ayşe Kurultay. İletişim, İstanbul 2016.
[8] Jens Petersen ve Wolfgang Schieder: “Das faschistische Italien als Gegenstand der Forschung,” Faschismus und Gesellschaft in Italien içinde, SH-Verlag, Köln 1998, s. 35.
[9] Jens Petersen ve Wolfgang Schieder, age., s. 24.
[10] https://www.gazeteduvar.com.tr/fasizan-rejimlerin-karakteridir-belirsizlik-makale-1502407. Nilgün Toker’e bu yazıyla ilgili istişare için de teşekkür borçluyum.