Kemal Varol’un romanı Haw’ı bilirsiniz değil mi?[1] Mo Yan’ın Kızıl Darı Tarlaları’ndan bir cümleyle açılır: “İnsanlığın şanlı tarihi köpek efsaneleri ve köpek anılarıyla doludur: Nefret edilesi köpekler, saygı duyulası köpekler, korkulan köpekler, acınası köpekler!”
Başındaki epigraf kadar etkileyici bir şekilde açılır roman.
“Dedem, rüzgârın bir masaldan kopmuş gibi uğuldadığı, yağmurun olanca hızıyla boşaldığı bir sonbahar gecesi barınağa kan revan içinde getirilmiş. Yaralandığında öldü diye boş bir çuval gibi dağların arasındaki incecik yolun kenarına atılmış önce. Gelen geçen umursamamış, kimse duymamış iniltisini. Sonra, dünyanın cümle mahlukatı eğilip yerde acı içinde inleyen dedeme bakmış. Uzaklardan geçen tekinsiz bir atmaca şıp diye görmüş onu, boz bir kurt durup yaralı kokusunu içine çekmiş, bir yaban domuzu hızla ona doğru koşmaya başlamış, yılanlar kıvrıla kıvrıla yer değiştirmiş. Bulutlar geniş geniş yayılıp dedem için o sonbahar günü gözyaşı dökmüş. Yaşadığı, kalbinin hâlâ inatla attığı, henüz kuyruğu titretmediği anlaşılınca barınağa ulaştırılmış tez elden.”
Dünyanın tüm gürültüsünün bir köpek için, bir barınakta yedi gün boyunca nasıl şıp diye kesiliverdiğini anlatır o giriş. Çünkü bir köpeğin yaşamı, bir romanın konusu pekâlâ olabilir. Bir romanın konusu, o yaşamın nasıl da yaşanmaya değer olduğunu anlatır.
Yaşamın, aynı zamanda teknik bir hak olarak düzenlenmesi ilginçtir; çünkü, bir şeyi normatif olarak hukukun alanına soktuğumuzda, onun sınırlanması ve ihlal yöntemlerini de söylemiş olursunuz. Yani o yasanın boşluğundan nasıl sızılacağını, o kuralın nasıl dolanılacağını düşünmenin yolları da açılır. Öte yandan yaşam hakkı, sanıldığının aksine o kadar da türcü bir hak değildir. İnsan hakları dediğimizde saydığımız mülkiyet hakkı, özel hayata saygı hakkının aksine, yaşam hakkı insan haklarından taşar. Çünkü dünyanın, sadece insanlara ait bir yer olmadığını da anlatır. Dünya, yaşayan bir yerdir. İnsanın nefretinden büyük, dünyaya hükmetme ve dünya sadece kendisi için varmış zannetme yanılgısından ibaret olmayan bir haktır o.
Bütün bunları düşündüren, Haw’ı ve Mikasa’yı aklıma getiren şey, Haziran ayından beri tartışılan ve bu hafta iyiden iyiye faaliyetleri açığa çıkan Havrita oldu. Hayvan hakları örgütleri açığa çıkardı ki yer sağlayıcı olarak faaliyet gösterdiğini iddia eden ve hayvanları haritalayan, kendilerini “başıboş köpek haritası” olarak tanımlayan Havrita sitesi, sokak köpeklerinin bulunduğu bölgelerin kullanıcılar tarafından işaretlenip fotoğraflanmasına imkân veriyor, daha sonra bu bölgelerden çok sayıda köpeğin öldürüldüğü haberleri gelmeye başlıyor. Her politik mesele gibi burada da sorun düğümleniyor, çetrefilleşiyor. Temmuz 2021’de Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılmış, hayvanlara karşı işlenen suçlar tanımlanmış, cezalar arttırılmıştı. Bir yandan buna bakıyorduk tabii ama 23 Temmuz 2022’de, henüz birkaç hafta önce yayımlanan genelgeyi hatırlıyor musunuz? Bir genelge ile petshoplar, Kasaplar Odası’na bağlanmıştı. Federasyon Başkanı’nın açıklaması, sanırım meselenin bürokraside nasıl görüldüğünü anlatması bakımından temsili: “Bizim alanımız hayvanlar olduğu için, bunlar da hayvan kısmına girdiği için ondan birleştirildi.”
Türkiye’de hayvan haklarının seyir tarihi epey yeni. Ama yaşam hakkının, sadece insanlara ait bir hak olmadığı bilgisi o kadar da yeni olmamalı. Üstelik Havrita ve onu savunanların yaşamdan ne anladığı, toplumsal sorunları çözmekten bahsederken nasıl başka içtimai ve kamusal sorunlar yarattıkları ortada değil mi? Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi ve hatta Türk mevzuatı olan Hayvanları Koruma Kanunu’na göre bile kamusal-özel ayrımı olmadan hayvanların yaşam alanları, sokaklar, parklar, site ve apartman bahçeleri ve sokaklardır. Bir cinayet şebekesi gibi örgütlenerek, devletin ve hükümetin hayvanlara yönelik politikasızlığının bedelini o hayvanları öldürmeye teşvik ederek ödetmek, onların zehirlenmesine göz yummak, onları yaşamın kendisinden koparmaya çalışmak adlı adınca suçtur.
Hayvanlara yönelik politikasızlığın nasıl bir tarihi olduğunu, devletten ve yerel yönetimlerden geçerek Abdullah Onay anlatmıştı:
“Devletin sokak hayvanları “sorun”unu çözmeye yönelik ilk girişimi, 1911 yılında 60-70 bin köpeğin İstanbul’dan toplatılıp, Hayırsızada’ya atılması ile başlar. Köpekler açlık ve susuzluktan, birbirlerini parçalayarak ölürler. Ama yine de “sorun” çözülmemiş olacak ki, bir süre sonra İstanbul Belediye Reisi olan Cemil Topuzlu, anılarında 30 bin köpeği yavaş yavaş imha ettirdiğini yazmakta sakınca görmez.”
Devlet ve toplumun kıskacında hayvanlardan bahsederken, hayvan saldırılarındaki asıl sorunun hayvanlar olmadığını görmek gerekmez mi? Üstelik bu yaşam alanlarının düzenlenmesi, bizzat insanın sorumluluğundayken. Barınakların bir çözüm sunamadığı ortadayken, çünkü köpekler barınaklarda yaşamaz, köpekler barınaklardan kurtarılır.
Bizzat hukuka ve yasalara aykırı olarak yer sağlayıcılık yaptığını iddia eden uygulamalara dair hayvan hakları hareketi, Sulh Ceza Hakimliği’nden erişim engeli kararı talep ettiklerini duyurdu. Siyasal muhalefetin dilindeki en ufak bir cümle için dakikalar içinde alınan erişim engeli talebinden bu sefer hiç ses duyulmadı. Muhtemelen işin içinde siyasal iktidarın yakın olduğu medya organları ve grupların desteği olduğu için henüz hala bir adım atılmadı. Ama burada sesimizi sokaktan yana çıkarmak her şeyden evvel yaşama hakkının korunması için gerekmez mi? Çözüm ararken, sokağa dönüp bakmamız gerekmez mi?
“Yani sokakları onların daha iyi yaşamaları için değiştirebiliyor muyuz, yollarını arayalım. Bu değişiklikleri yapabiliyorsak, zaten o sokaklar bizler için de daha iyi daha yaşanılası yerler olacaktır mutlaka.”[2]
Hikâye, Haw’la başlamadı muhakkak, ama hikâyenin Haw’la bitmesi mümkündür. Çünkü aynı romandaki gibi, köpekler, yaşam hakkı olan canlılardır. İnsanın gözü körleşmiş bencilliği, grupların rant ve uygulamaların tıklanma kaygıları, hayatın ve sokağın sadece güçlü olana ait olduğuna dair o yanılsama, dünyanın çivisiyle ilgili bir şeyleri gösterir. Halbuki dünya ve siyaset, örgütlü ve genişleyen ağlarla, yaşama hakkının bir zeytin ağacından bir köpeğe kadar herkese yayılmasını göstermez mi?
[1] Kemal Varol, Haw, İletişim Yay.,2014.
[2] Abdullah Onay, Devlet ve Toplum Kıskacında Sokak Hayvanları, https://birikimdergisi.com/guncel/9310/devlet-toplum-kiskacinda-sokak-hayvanlari