Solun krizi ya da beceriksizliği ve başarısızlığı. Sağın hakimiyeti ya da. Sadece burada da değil, dünyanın her köşesinde en rezil, en sefil sağ iktidarların alternatifinin yine sağ olması. Biraz uzaktan bakıp topluca bir akıl tutulmasına kapıldığımızı, ama bunun gelip geçici bir durum olduğunu söyleyerek kendimizi yine de rahatlatmayı, çaresizlik içinde “belki de sadece beklememiz gerekiyor, ne yapabiliriz ki zaten” tesellisine sığınmayı düşündürtecek denli vahim bir manzara bu. Bunu, bu üzücü ve kahredici durumu anlamaya çalışıyoruz, kıyısından köşesinden.
Güç, zenginlik ve iktidar arzusuyla yanıp tutuşan gruplar/liderler ve yönetimler, mütemadiyen dost-düşman ayrımı yapan ve aynı dost-düşman ilişkisi içinde sıkışıp kaldığımızı, tek seçeneğimizin burada olduğunu ileri sürerek hepimizi esir eden insanlık düşmanı anlayışlar, korku ve yılgınlık uyandıran nefret söylemi ve politikaları, habis yıkıcılık pratikleri her yerde çünkü. Onların ezici varlıkları hayatla bağlarımızı aşındırıyor. Hayata ve sevgiye ilişkin bir tutumdan ve söylemden bile yoksunuz artık. Günümüzün en acil politik projesi, içimizde var olan, büyük insanlık ailesine aidiyet olgusunda temellenen asli dayanaklarımızı keşfetmek olmalıdır, eğer ille de politikadan bahsetmemiz gerekiyorsa. "İnsanların ve halkların genleri, toprakları, toplulukları, ritüelleri, inançları, düşünceleri ne kadar farklı olursa olsun, insanlık tektir" çünkü. Başka bir dünya ve hayatı bütün boyutlarıyla tahayyül etmeli, düşünmeli, tartışmalıyız. O hayali canlı tutmak, ete kemiğe büründürmek, yol ve yordamlarını tasarlamak için çabalamalıyız. ”Sıradan, bildik politikanın ötesinde, daha derine kazınmış olan bir umudun peşine düşmekte" ısrar etmeliyiz. Evrensel kardeşliği, eşitliği, aynı insanlık bahçesinde ikamet ediyor olmanın farklı temsil ve anlamlarını, hayata yönelik arzuyu bir araya getirecek bir umut siyasetini. Şimdi, buradan ne kadar ve niçin uzak olduğumuzu, anlamak istiyoruz
***
Derin bir hayal kırıklığı yaratan bu durumu, öfke ve kızgınlık hislerine teslim olmadan merak edip yorumlayabildiğimiz ölçüde aşmayı umabiliriz demek ki. Kendi sorumluluk, eksik, kusur ve aşırılıklarımızla cesaretle yüzleşebildiğimiz ölçüde. Çünkü, ne yapıyorsak onu, bir tür kahır eşliğinde, neşenin ve sevincin büsbütün uzağında bir ruh haliyle yapmak hepimizin solcuğunda varolagelmiş bir şey sanki. Eşitlik/özgürlük/kardeşlik ideallerine hiç yakışmayan bir sertlik, kesinlik ve katılıktan bir türlü kurtulamıyoruz. Acılaşmış, canlılığını, heves ve arzusunu kaybetmiş bir insanlık ve ruh durumundan. Giderek birbirimize yönelik bir kıyıcılık, kırıcılık ve tahammülsüzlük istisnasız bütün sol yapı ve örgütleri kat ediveriyor. Birbirimizin kusur ve zaafları karşısında bir türlü bağışlayıcı ve hoşgörülü olamıyoruz. Solculuk illa bağıra çağıra yapılması gereken bir şeymiş gibi. Bunun, kendi konumuna ve görüşlerine (genel olarak tarihin ve toplumun değişmez yasalarına) mutlak biçimde bir tür iman etmekle ilgisi var belki de. “Tarih bizim tarafımızda” inancına, bir tür evrimci/ilerlemeci fikre/hissiyata yaslanmak, bunun keyfini sürmekle.
***
Wendy Brown “Sol Melankoliye Direnmek” başlıklı makalesinde, W. Benjamin’i anarak bir tür melankoliden (“sol melankoli”) muzdarip oluşumuzu o kusurlar arasında sayar ve şöyle yazar:
“Benjamin sol melankoli terimini icat ettiği metin olan Weimar Cumhuriyetinin sol şairi Erich Kastner’e yönelik eleştirisinde “eski tinsel malların kalıntılarıyla, burjuvanın maddi eşyalarıyla gururlanması gibi” gururlanan sol melankolik için, duygulanımların bir “şey” haline geldiğini savunur. Sol tutkularımızı ve gerekçelerimizi, sol analizlerimizi ve inançlarımızı, bunları kullanarak değiştirmeye çalıştığımız mevcut dünyayı veya bunlarla uyumlu hale gelecek olan geleceği sevdiğimizden daha çok sever hale geliriz.
Kısacası, “sol melankoli” Benjamin’in, solcunun kalbinde şeyleşmiş ve donmuş olan bir hisse, analize veya ilişkiye beslenen yaslı, tutucu, geçmişe dönük bağlılığa verdiği addır. Burada Freud’a bakmak oldukça yardımcı olacaktır, çünkü bu durum muhtemelen tarif edilemeyen bir kayıptan, açıklanamayan çökmüş bir idealden -günümüz terimleriyle ifade etmek gerekirse, sol’dan, sosyalizm’den, Marx’tan veya devrimci hareket’ten- kaynaklanmaktadır.
Elbette günümüzde de solun açıklanabilen ve açıklanamayan çok sayıda kaybı söz konusudur. Sosyalist rejimlerin ve Marksizm’in meşruluğunun kelimenin tam anlamıyla çöküşü bu kayıpların en önemsizi olabilir. Bütünlüklü bir analizin ve hareketin, siyasi analizin ve seferberliğin dokunulmaz öncülleri olan emeğin ve sınıfın, kapitalizmin siyasi ekonomisine karşı uygulanabilir olan tutarlı bir alternatifin kaybı karşısında dağılmış durumdayız. Üstelik bu kayıplar sırtlarında başka kayıplar da taşıyor. Uluslararası, hatta genelde yerel bir sol topluluk duygumuz yok, sosyal düzenin hakikatine dair bir inancımız yok, siyasal çalışmalara yol gösterecek ve bunları sürdürecek zengin bir ahlaki-siyasi vizyonumuz yok… Ancak bütün bu kayıpların boş çekirdeğinde, muhtemelen politik bilinçaltımızın bulunduğu yerde, dile getirilemeyen bir kayıp da yok mu -sol çözümlemenin ve sola bağlılığın yandaşlarına iyiye, doğruya ve hakiki olana götüren net ve kesin bir yol sağlayacak olduğu vaadi. Solda olmanın bize verdiği tatminin ve aslında solcular olarak kendimize ve yoldaşlarımız olan diğer solculara beslediğimiz aşkın temelini oluşturan da büyük ölçüde bu vaat değil midir? Ve eğer bu aşktan, tam da aşkımızın temelinde, siyasi aşk veya bağlılık kapasitemizde radikal bir dönüşüm talep etmeksizin vazgeçilemiyorsa, sol melankoliye, sadece üzücü değil aynı zamanda kendini tahrip edici etkilere yol açacağı kesin olan bir melankoliye mahkum değil miyiz?”[1]
“Solun içinde bulunduğu krizin” nedenlerini, bir kayıp mantığına göre, bir kayıp mantığı uyarınca anlama çabasına ihtiyatla yaklaşmalıyız, bence. Melankoli çünkü, kayıp karşısında, bir kayıp deneyimi sonrasında verdiğimiz tepkilerden birisidir. Diğeri de, bilindiği üzere, yas tepkisidir. Burada ayrıca, bana öyle geliyor ki sola/solculuğa ilişkin temel bir noktayı ıskalama ve bir tür kolaycılığa teslim olma riski bulunuyor. Buradan devam etmek üzere.
[1] W. Brown, Sol Melankoliye Direnmek, Çev. Şeyda Öztürk, Cogito, sayı 51, yaz 2007, s: 267-74