Plütokrasi
Tanıl Bora

Plütokrasi: zenginlerin egemenliği, demek. Eski Yunanca plútos: servettir; plütokrasi, servet sahiplerinin, zenginlerin yönetimi anlamına geliyor.

20. yüzyılda bu kavram, nasyonal sosyalistlere aitti, Propaganda Nazırı Goebbels tarafından bayıla bayıla kullanılırdı. (Kayınpederine bile “plütokrat” diyor günlüklerinde.) Nazi dilinde plütokrat tabiri, Büyük Britanya ve ABD’nin, yani dünyanın büyük “kapitalist güçlerinin” adıydı. Batı demokrasisi, Nazilere göre, fiilen bir küçük zenginler grubunun güdüp yönettiği bir sistemdi. Bu plütokrasinin arka planında da, Yahudilerin olduğuna işaret ediliyordu tabii.

Naziler daha sonra inşasına abanacakları otoyollara da başlangıçta “plütokratlara hizmet edecek lüks yollar” diye karşı çıkmışlardı. “Plütokratların lüks hayatı,” Nazi basınının yoksulların hıncına hitaben zevkle işlediği siyasî magazin malzemesi idi.

Nazi dilindeki plütokrasi kavramı, faşizmin anti-kapitalizm demagojisinin çıplak bir örneğiydi. Kapitalizmi sistem olarak mesele etmek yerine, ‘bir avuç’ istismarcıyı, sömürgen zengini düşmanlaştıran bir demagoji... Komplo zihniyetiyle de bağdaşık olarak, ezilenlerin, emekçilerin, işsizlerin hoşnutsuzluğunu üzerine boca ettireceği bir günah keçisi ‘projesi’...

***

21. yüzyılda, plütokrasinin solun diline geçtiğini görüyoruz. Özellikle, Amerikan solunun.

Nixon’a da danışmanlık yapmış olan Kevin Phillips, 2002’de yayımladığı Wealth and Democracy: A Political History of the American Rich [Servet ve Demokrasi: Amerikna zenginlerinin siyasî tarihi] adlı kitabında, “Amerikan para aristokrasisinin” plütokratik bir egemenlik ihdas ettiğini anlatmış. 1790’da ilk Amerikan dolar milyoneri zuhur ettiğinde, onun yıllık gelirinin 250 dolar seviyesindeki ortalama gelire nispeti 1/4000 imiş. 19. yüzyıl ortasında en zengin Amerikalının yıllık gelirinin ortalama gelire oranı 1/80.000’e çıkmış. Bill Gates’in ‘durumunda,’ bu oran 1/1.500.000. Phillips, bu orantısız oranın, ABD’yi sadece büyük parası olanların seçilebildiği plütokratik bir düzene dönüştürdüğünü ileri sürmüş.

2018’de, sosyolog Dale L. Johnson, Social Inequality, Economic Decline, and Plutocracy: An American Crisis [Toplumsal eşitsizlik, ekonomik çöküş ve plütokrasi: Bir Amerikan krizi] adlı kitabında, büyük servetlerin yasama yürütme ve yargıyı, medyayı tamamen kontrol ettiği 21. yüzyıl ABD’sinde plütokrasinin koşullarının oluştuğunu savunmuş.

Trump’un başkan seçilmesi, ABD’de plütokrasi kavramını solun diline sağlam bir şekilde yerleştirdi. Neoliberal siyaset ve ideolojinin güçlü eleştiricisi Wendy Brown son kitabı Neoliberalizmin Harabelerinde’de, (çev. Bülent Doğan. Metis, 2021) plütokratlar-plütokrasi kavramlarını izahtan vareste olarak tekrar tekrar kullanıyor.

Daha önce de Noam Chomsky, ABD’de rejimin geriye sadece bazı demokratik kalıntıların kaldığı bir plütokrasi olduğunu söylemişti.

Bernie Sanders 2019’da “% 99, 8 adına” konuştuğunu söyleyerek, bir “plütokrasiyi önleme yasası” taslağını gündeme getirmişti.

***

Emsali yönetimlere de uyan ama bilhassa (Trump bizzat bir plütokrat olduğu için!) Trumpizme tam oturan denklem: popülist retorik + plütokratik yönetimdir. ‘Avama’ gaz verirken siyasal katılımı, denetimi, kamusal alanı gitgide zaptürapt altına alan, seçimleri büyük-liderin onaylandığı plebisitlere dönüştüren bir yönetim… Anti-entelektüalist bir söylemle muhalefete “elitler, enteller, hainler…” diye kahrede kahrede tesis edilen oligarşik bir hakimiyet… Tam teşekküllü bir güç yoğunlaşması... Oligarşinin çekirdeğinde, malî sermaye, iletişimsel-teknolojik sermaye, askerî-endüstriyel kompleks ya da mahalline göre hangi sermaye fraksiyonları baskın ise, onlar… Bazı siyasetbilimcilerin “post-demokrasi” adını koyduğu bir mutasyondan söz ediyoruz.

Antik Yunan şehir devletlerinde veya Roma’da siyasal haklar belirli bir gelir veya servete bağlıydı; modern çağda Batı’da da genel oy hakkının tanınmasından önce sadece mülk sahipleri veya verdiği vergiyle belirli bir gelir düzeyini kanıtlayanlar oy verebiliyordu.  Bu tarihsel tecrübeleri de bir çeşit plütokrasi saymak mümkün. Yakın veya orta vadede, halihazır demokrasilerin, katılımı sadece fiilen değil şeklen de kısıtlayabileceğini öngörenler yok değil. Anti-plütokratik söylem, böyle bir tehlike ‘vizyonuna’ karşı da teyakkuza çağırıyor.

Kesinlikle anti-kapitalistlik atfedilemeyecek birisi, Montesqieu, yaklaşık üç yüzyıl önce “servet tutkusunun” despotizme yol açabileceğini ikaz etmemiş miydi? Montesqieu’den ilham alan siyaset bilimci John Keane’in analizinde, yeni despotizmin ve onun işlettiği “despotik kapitalizmin” jeneratörü, plütokrasidir.[1]

***

Sol siyasal teoride ve siyasette plütokrasi kavramı ABD’de bilhassa revaçta fakat ABD’yle sınırlı değil. Thomas Piketty, azman gelir ve servetlerin ideolojik olarak da meşrulaştırılması bâbında “plütokratik aşırıcılık”tan söz ediyor. Rancière’in de kavramı kullandığı olmuş. İngiltere’de sol muhitlerde Jeremy Corbin, plütokratize karşı bir siyasal hat çiziyor diye alkışlanıyor. Almanya’da Sol Parti’den ayrılan, sol popülizmin ‘provokatif’ sözcüsü Sarah Wagenknecht, “plütokrasi” lâfını, Nazilerce kullanılmışlığından ötürü irkiltici bulunabilmesine rağmen sarf etmekten sakınmıyor.

Daha mühimi, plütokratlar-plütokrasi kavramı 2011-2016 arasındaki küresel protesto dalgasındaki “meydan hareketlerinde” yaygınlık kazanmıştı. (Esasen “Wall Street’i İşgal Et” hareketinde, İspanya’deki “Öfkeliler” ve Yunanistan’da Sintaegma meydanı işgali hareketinde, Fransa’daki “Geceleyin Ayakta” hareketinde yaygınlık kazandı. Adlı adınca değil ama kısmen ya da dolaylı biçimde, Arap baharında, Türkiye’deki Gezi ve Brezilya’daki 2013 protestolarında da anti-plütokratik motifler görülebiliyordu.) Bu hareketler, “Biz çoğunluğuz, onlar % 1” şiârı çerçevesinde, bir oligarşik tahakküme karşı ‘bütün halkın sesi’ olma iddiasıyla, sol popülist bir yanı olan bir seferberlik dalgası yarattılar.[2]

Bunun altını çizelim: Plütokrasi karşıtı söylemin sol popülist karakteri bariz, zira –yine tekrarlayalım-, bir küçük azınlığa karşı büyük çoğunluğun, bütün-halkın çıkarını temsil etme soyunuyor. Popülist üslûba uygun bir ajitatif mahiyeti var. Popülizmin ‘basit’ ama önemli bir veçhesi olarak, popülerleşmeye müsait bir mahiyeti var. Takdir edersiniz; “bir avuç zengin,” “kapitalizm”den daha somut, daha ‘canlı’ ve heyecanlı bir hedef.

***

Zenginliğin ‘aşırılaşmasının,’ kapitalizmin içinde bulunduğumuz evresini karakterize eden niteliğini de gözden kaçırmayalım. Malî sermayenin sanayiye ve üretime hükmeden hegemonik niteliği, sermayenin sınır tanımaz hale gelen akışkanlığıyla bütün zamanları ve zeminleri sömürgeleştirmesi, finans balonları, “türev piyasalar” vs., paranın hakimiyetini artırırken para varlığını da obezleştiriyor. Servetler, bundan da şişiyor. Zamanımızın “süper zengin” denen karunlarının manasız rakamlarla ifade edilen servetleri, düpedüz müstehcen. Gerçekten “ne ulan bu!” dedirtecek bir ölçüsüzlük söz konusu.

Hollandalı ekonomist Jan Pen’in 70’lerde geliştirdiği, gelir eşitsizliğiyle ilgili bir düşünce deneyi var.  “Pen geçidi” veya “gelir geçidi” deniyor. Bir ülke ahalisinin, bir trenle önümüzde geçtiğini tasavvur edeceksiniz; insanlar, yıllık gelirlerine boy bol sıralanacaklar. İspanyol yazar César Rendueles, günümüz İspanya koşullarında bir “gelir geçidi” tasarlamış. Onun modellemesinde 2010 ölçüleriyle brüt 1700 Avroluk ortalama gelir, 1, 70 boya tekabül ediyor. Geçit başlıyor; 35 dakika sonra, tren katarının (yani nüfusun) yarısından fazlası geçtiğinde, 1,70 boyundakilera anca sıra gelmiş oluyor. 48. dakikada, basketbolcuya benzeyen, iki metreyi aşan insanlar beliriyor. Son 5 dakikada, 3 metreyi aşan zebellahlar geçilyor. Son 1 dakika, daha da ilginç. Nüfusun en yüksek gelirli yüzde yarımlık bölümü geliyor. En kısaları, 10 metreden uzunlar. Muhafazakâr Parti’den Başbakanlık yapan Mariona Rajoy, 15 metre. Yine eski muhafazakâr başbakanlardan José Maria Aznar, yaklaşık 50 metre boyunda… Banco Santander’in uzun süre başkanlığını yapan Alfredo Sáenz Abad 750 metre. İnşaatçı (uzun süre Real Madrid’in başkanlığını yapan) Fiorentino Pérez’in boyuysa 6, 5 kilometreye ulaşıyor, yani Alplerin zirvesinden yüksek. Zara ve Massimo Dutti’nin de dahil olduğu Inditex holdinginin patronu Amancio Ortega, 100 kilometre boyunda, kafası termosfere eriştiği için nefes alma zorlukları çekebilir. Bu deney, yıllık gelire göre yapılıyor. Serveti esas alırsak, ölçüler daha da ‘abarır.’

César Rendueles, bu deneyi bir de başka türlü düşünmeye davet ediyor bizi: şayet Fiorentino Pérez’i 1, 70 kabul edersek, ortalama gelirli İspanyollar kurtçuk boyutlarında olacak, yani görünmez.[3] Ortalama gelir sahiplerini görünmez kurtçuk mesabesine indiren bir plútos, bir servet ölçüsü.

Eşitsizliğin ‘manyakça’ boyutlarına ulaştığını gösteren bu deneyi acaba memleketimize de tatbik edecek bir vatan evladı çıkar mı? Bir akademisyen, bir kuruluş, bir parti? Bir hayalî Te-Cim-Dal-Dal treni geçse de önümüzden, gösterse zenginlerin boyunun ölçüsünü…

Zenginliğin saçmalığını, Ayşe Çavdar’la Aysuda Kölemen’in “Zenginler ne ister?” sohbetinden de dinleyebilirsiniz (https://www.youtube.com/watch?v=LOUg2r_0J2A).

***

Türkiye’de plütokrasi kavramını, Fikret Başkaya hoca, sarı yeleklilerle ilgili bir yazısında kullanmış.[4] Yaygın kullanıldığı söylenemez. Memlekette plütokrasi karşıtı motiflere, 1950’lerde, 1960’larda anti-komünist söylemde “servet düşmanlığı” lâfıyla kara çalınırdı. Solun eşitsizliği sorgulaması, onun yokluğu-yoksulluğu istismar etmeye ve ‘sefalette eşitlemeye’ azmetmiş bozuk zihniyetinin bir alâmeti olarak işlenirdi.

Bugün, “servet düşmanı” tabirini inadına üstlenen bazı anarşist ve/veya komünist kalem/klavye sahipleri var. Adı anti-kapitalist Müslümanlar hareketiyle özdeşleşen İhsan Eliaçık, zenginleri ‘mesele’ etmekte, ayan beyan diline dolamakta, bilhassa ataktır.[5]

Muhalefetin “beşli çete”yi dile dolaması da, -galiba biraz düşük yoğunluklu olsa bile-, plütokrasi karşıtı bir kampanya…

Şu bahsettiğimiz servetler, şu bahsettiğimiz zenginlik, kamu yararına aykırıdır. İnsan haklarına aykırıdır.


[1] John Keane: Yeni Despotizm. Çev. İsmail F. Çekem. İletişim Yayınları, İstanbul 2021, s. 59-73.

[2] Bu sol popülist momenti ele alan bir kitap: Paul Gerbaudo: Maske ve Bayrak. Çev. Diyar Saraçoğlu. Kafka, İstanbul 2018.

[3] César Rendueles: Soziophobie. Suhrkamp, Berlin 2015, s. 167-169.

[4] https://dunyalilar.org/sari-yelekliler-plutokrasiye-karsi.html/

[5] https://www.haberyuzdeyuz.com/guncel/eliacik-zenginler-neden-sorgulanmiyor-h8197.html; https://ihsaneliacik.com/karun-kissasi-veya-zenginin-genetigi/