Recep İvedik: İçeriksel Kopuş mu, Estetik Süreklilik mi?
Aybars Yanık

2019’dan beri bekleyen recepivedikseverlerin hasreti yedinci filmle sona erdi ancak sadık izleyicisi aradığını bulamadı gibi görünüyor. Ya da şöyle de diyebiliriz: Recep İvedik’i geleneksel değil de kıyıdan köşeden, utangaçça izleyenler bu kez daha çok benimsemiş gibi görünüyor.

Recep İvedik’in yedinci filmi, farklı bir mecrada, Disney +’ta yayınlandı. Ne kadar izlendi, ne kadar beğenildi, ölçmek zor. Fakat geleneksel seyircisinin bir bölümünü oluşturanlar tarafından protesto edildi, sosyal medyada “boykot” çağrılarının muhatabı oldu. Filmin açılışında Recep’in ancak bir şarküteriye gelebilecek bir elektrik faturası yüzünden “dellenmesi” mi rahatsızlık yarattı, yoksa doğa talanına karşı köylülerle ortaklık kurarak “siyasete bulaşması” mı, bilinmez ama bir kısım sadık seyircisi, Recep’in ekseninin kaydığını düşünmüş olmalı. Bu eksen kayması hususunda bazı şüphelerim var. Bu yazıda bunları tartışacağım.

Recep İvedik’e dair bir yorumdan hareket edelim: Son film için “yoga yapan bir kadına anlayışla yaklaşarak Recep'in tabularını yıkıyor” deniyor. Bu doğru mu? Bence değil. Çünkü Recep’in ne yoga yapan biri ne de yoganın kendisiyle ilgili bir tabusu olduğunu iddia etmek zor. Recep’in ne yogayla ne de genel anlamıyla sporla bir derdi yoktur. Hatta bu tür faaliyetlere ortalama birinden daha fazla kredi tanır. Olimpiyatlarda ülkemizi temsil etmiş, futbolun borsada değil arsada güzel olduğuna iman etmiş, çocukken kendisinin de top oynadığı arsayı kodamanlara değil, çocuklara emanet bırakmak için satın almış, borcunu ödemek için de survivor adasında çetin mücadelelere girmişti.

Çeşitli mecralarda, Recep’in “küfür” ve “kabalık” dozunda belli bir erimenin gözlendiği de söyleniyor. Bu da çok doğru değil. Birincisi hiçbir filminde o kadar küfür ettiğini hatırlamıyorum. İkincisi, mesele kabalıksa, bu son filmde sonradan işbirliği yapacağı avukat hanıma da en başta kabalığın âlâsını yapıyor; yanındaki yol arkadaşını “eziklemekten”, üstünde tepinmekten geri kalmıyor. Recep, medeni standartlara göre hep kabaydı; hem kendi toplumsal konumuna yakın kişilere karşı hem kadınlara karşı, hem de ve belki de en çok ayrıcalıklı konumda olduğunu düşündüklerine karşı; örneğin bu filmde Çökelek Holding’in patronuna, onun yanaşmalarına, muhtara, ilk filmde otel sahibine, ikinci filmde iş bulma maceraları sırasında patronlarına ve bizzat şirket sahibi yeğenine, beşinci filmde olimpiyat komitesinin başındaki adama… (Muhtar demişken, hiç şaşırtıcı değil, “demokrasinin bel kemiği muhtarlarımız”, kendilerini düzenbaz, üçkâğıtçı ve yoz karakterler olarak temsil eden bu filmin yayından kaldırılması için “gerekli başvuruları” yapmışlar.).

Recep’in köy ahalisi önünde muhtarla atışmasından

 

Hep beklersin alkış şak şak

Otobanda olur kavşak

Muhtarı gören ahali

Der ki bu ne büyük yavşak

 

Bebek gibi hiç ağlama

Boşuna yalan sallama

Bütün köyü sattın muhtar

Bu ne büyük bir dallama

 

Ben horozum sense tavuk

Başına sarayım kavuk

Yolun sonu görünüyor

Hadi sana bay bay lavuk

Kısacası Recep onu muhalefette konumlandıranlara da, hayal kırıklığına uğrayıp onu sistemin yanında yöresinde görenlere de her an o meşhur el hareketini çeker gibidir. Bunu da ilerleyen kısımlarda değineceğim kendine has estetiğine borçludur.

Recep’in filmde doğrudan bir adalet mücadelesine dahil olması onu sevmeyenlerin sevmesine, sevenlerin ise sevmemesine neden olmuş görünüyor. Popüler kültürel figürlerin hemen hepsi için durum böyledir çünkü zaten toplumun çok farklı kesimlerine hitap ederek popülerleşebildikleri için her hareketleri popülaritelerinin üzerinde yükseldiği kitle arasında kırılma yaratabilir. Patronlar, CEO’lar, doğa talanından çıkarı olanlar, doğa talanından çıkarı olanlardan çıkarı olanlar, doğa talanından çıkarı olanları da içine alan egemen ideolojinin paydaşları Recep’in “bu kez güldürmedi”ğini düşünüyorlar. Bunların dışındaki kesimlerse Recep’in kaba sabalıklarını, hödüklüğünü, yol yordam bilmezliğini kafayı hafif aşağı eğip utangaçça kıkırdayarak karşılıyorlar.

Peki, bütün bunlar, bildiğimiz Recep İvedik’in sonuna mı işaret ediyor? Şenay Aydemir’in Evrensel’de yazdığı gibi içeriksel olarak “radikal bir kopuş” mu söz konusu?

Şenay Aydemir, kopuşu ifade ederken tam tamına şöyle söylüyor: “’Recep İvedik 7’, serinin önceki filmlerinden estetik olarak değilse de içerik olarak radikal bir kopuşu temsil ediyor.” Estetik olarak değilse de… ifadesi kritik. İçerik olarak, evet, Recep İvedik “İnek Şaban” gibi 1 Mayıs’a katılacak biri değildi; bu anlamıyla, bu film bir kopuş olarak değerlendirilebilir. Ama “Recep İvedik” etiketine temel motifini, bana kalırsa, her zaman, içeriği değil, estetiği veriyordu. Onu sembolleştiren o estetikti. Onu ayırt edici kılan, sevenlerini kahkahalara boğan ve onunla özdeşleşmesini sağlayan; uyuz olanı da “uyuz eden”, içeriğinden çok estetiğiydi. İşte bu estetiğin, daha doğrusu Recep İvedik tarzının muhafaza edildiğini ve bu yönüyle radikal bir kopuşun olmadığını düşünüyorum. İçeriğin nefesi o kopuşa yetmiyor.

Bu estetik, en açık biçimde, üçüncü filmdeki bir tiyatro sahnesinde belirginleşiyor. Recep ve arkadaşı bir oyuna gidiyorlar. Recep patlamış mısırı elinde, oyunun başlamasını bekliyor. Oyunda bir kadın, kadının âşığı ve kadının kocası var. Kocası, karısını yatakta âşığıyla basıyor. Silahını çekiyor, bir bakıyor ki, karısının âşığı en yakın arkadaşı. Arkadaşı “Açıklayabiliriz,” derken Recep protokolden “Neyini açıklayacan la,” diye söylenmeye başlıyor bile. Derken kadının âşığı, kocasını vuruyor. Recep yıkılıyor, “gocaman adam yerlerde sürünüyor”. Yerde yatan zavallı adam “Yüce Tanrım şu dünyada bu kahpe düzeni düzeltebilecek bir yüce ruh yok mu?” diyerek son sözlerini söylüyor. O sırada kamera Recep’e odaklanıyor ve Recep ağzında mısır, kalakalmış; “Bir yüce ruh yok mu?” sorusu şüphesiz Recep’te karşılık buluyor. Sahneye dalan Recep, “var gardaşım merak etme diyerek” hem kadına hem âşığına verip veriştiriyor ve sonra: Dan! Kadının âşığını vuruyor. Kadın “hayır” çığlıklarıyla bu kez âşığının üzerine kapanıyor ve seyirci alkış kıyamet ayağa kalkıyor. Dakikalarca bu sonu alkışlıyor. Recep’in sahneye dalışını ilk başta yadırgayan seyirci, artık onun oyunun bir parçasına olduğuna ikna oluyor. Oyuncular perde kapanır kapanmaz onu azarlasalar da alkışların gürlemesiyle Recep’in elinden tutup bozuntuya vermeden seyirciyi selamlıyorlar.

Recep’in estetiği işte tam tamına budur: Recep, kendine göre, “olağan”ın içindeki haksızlığı, saçmalığı, mantıksızlığı bir anlığına kesintiye uğratan “şoke edici” bir kaçak ve bu kaçağın yarattığı geçici bir albenidir. Bir anlığına tersine döndürmenin, yerinden etmenin, hiyerarşiyi geçici olarak altüst etmenin albenisi… Bu albeni, çeşitli politik tasarılarla eklemlenebilecek bir (politik) estetiği de üretir. Recep bu estetiğiyle “beyaz Türkler” karşısında “ezilmiş muhafazakârlar”ın da sembolü olabilir, “İslâmcı oligarşi”nin karşısında ezilmiş seküler muhaliflerin de. Bu yüzden “agresif, kompleksli ama perdelerini kaldırdığında kedi gibi bir insan” olmasıyla “yumurta topuğu gafaya koyma” arasındaki mesafe oldukça kısadır. Recep İvedik estetiğinde geçişler oldukça kararsız ve çabuktur. Örneğin Recep’i her türlü otoriteyi boşa düşüren bir taşra fantezisi gibi görmek ilk bakışta isabetli görünebilir ama Recep’in son derece pragmatik estetiği böyle bir varsayımı da kolayca boşa düşürebilir. Recep zaman zaman “kendisinden beklenmeyecek kadar” çağdaştır ve kentli değerlere uyum sağlar. Kredi almak üzere bankaya gittiği bir sahnede, karşısındaki kadının “böyle bir mevlayı” veremeyiz lafını, “ona meblağ denir” diye horlar, aşağılar. Çok karmaşık bir matematik problemini eline kâğıt kalem almadan çözüverir, âdeta bir bilgeliği temsil edecek yanıtlar verir. Ama Victor Hugo’yu 90’ların televizyon yarışmasındaki sağa sola zıplayarak maceralara atılan “Hugo” ile karıştıra da bilir.

Depresyonda olduğu seride, ezberci zihniyete hayır diyerek konuk olduğu üniversite sınıfında öğrencileri “hoca”ya karşı seferber eder ve “hoca” otoritesini öğrenciler nezdinde sorgulamaya açar (“Bu düzen böyle gitmez arkadaş. Dünyanın her yerinde soruyu halk sorar, cevabını hoca verir ya!”). Ama öte taraftan, son seride gördüğümüz üzere, “normal” koşullarda pek yan yana duramayacağı avukat hanımı köylülerin hukuki mücadelesi çerçevesinde bir “otorite” figürü yerine koyar, “baş tacı” eder.

Recep İvedik, olağan ve alışıldık değerlere, normlara ve tutumlara geçici kaçaklar yapan estetik bir tariftir. Anlık, geçici şoklar yaratmaya eğilimli bir estetiğin tezahürüdür. Cazibesini işçi-işveren, hizmet veren-müşteri, elit-sıradan arasındaki hiyerarşileri kısmen tersyüz etmesinden alır. Bu estetik pekâlâ politik bir dile eklemlenebilir ama o politik dilin kendisine indirgenemez. Dolayısıyla örneğin ilk üç filminden yola çıkarak Recep İvedik’in anti-Kemalist retorikle eklemlenebileceği söylense de anti-Kemalist bir içeriği olduğunu ileri sürmek çok zorlama bir yorumdur. Bu tarz bir estetiğin sınırları içinde “radikal bir kopuş” olması neredeyse imkânsızdır. Recep’in gözünün zaman zaman birlikte hareket ettiği topluluğun “saçmalıklarına” takılması da bundandır. Hiyerarşik açıdan kendi üstündekilere karşı hödüklükleri (örneğin son filmde inşaat şirketi patronunun tehdidine “senin yaratacağın felaket, bize festival olur gardaşşş!” diye karşılık vermesi) ya da bir şirketin ortağı olduğunu öğrendiği filmde şirket çalışanlarına kan kustururken yaptığı hödüklükler (örneğin “Benim dedem tırnaklarıyla kazıya kazıya kurdu bu şirketi” deyip tek tek çalışanları gezerek absürd isteklerde bulunması) içeriğe ilişkin bir kopuştan ziyade, estetik bir sürekliliğin izdüşümüdür.

Tam da bu nedenle bu estetik üzerinde durulmalıdır. Recep İvedik’in bir kopuşu mu yoksa bir sürekliliği mi temsil ettiğine takılmaktan ziyade, “o estetiğin” niçin cazip bulunduğunu düşünmek daha verimli tartışmalara kapı aralayabilir. Örneğin bunu güncel popülizm tartışmaları içerisinde “popülist cazibe”nin ele alındığı literatürle ilişkili bir biçimde okumak, en azından popülist siyaset ile bu estetiği “aynı” şeylermiş gibi görmemeyi ama o eklemlenmeyi görebilmeyi mümkün kılabilir.

Recep İvedik, en nihayetinde, müesses düzenin değer ve normlarıyla kavgası olanlara, o norm ve değerlerle uyumsuzluk yaşayanlara balığı verebilir ama tutmayı öğretemez.