Zalim iyimserlik... Bu kavram daha önceden zaten akledilmiş olmasaydı, şu Altılı Masa'nın siyasal tavrını ve ethos'unu anlatmak için icat edilebilirdi.
İnsanın zararına sonuçlar doğuran, hayatını olumsuz etkileyen, bir iyimserlik halini anlatıyor, zalim iyimserlik kavramı. Bir nesneye, bir duruma, aslında bizi tahrip ettiğini, aleyhimize işlediğini fark etmeden ya da görmezden gelerek, iyimserlikle bağlanmayı anlatıyor. Gerçeklikten kaçmamıza yol açan yanlış vaatlere bağlanmayı anlatıyor.
Altılı Masa muhalefetinin, aylardır aylardır, nasıl bir toplum istediğini, -veya bir toplum haline gelmemizi nasıl sağlayacağını-, anlatmadan, neyi nasıl onaracağını anlatmadan, "saha"yla[1] ve anket nesnesi olarak gördüğü seçmenle etkileşimli bir ilişki kurmadan,[2] insanları vatandaşlıklarına döndürecek bir toplumsal seferberlik yaratmaya çalışmadan, toplumsal muhalefetle, protestolarla canlı bir temasa gönül indirmeden, zahmet etmeden, hayat pahalılığına güvenerek, istibdat bıkkınlığına güvenerek, "gidecekler," "çözeceğiz," "iyi olacak," "merak etmeyin" telkinleriyle tutunduğu iyimserlik, işte tam da zalim iyimserlik değil mi? "Zulmün artsın - ki çabuk zeval bulasın" düsturunun, bazen adeta gerçekten zulmü artırmaya adandığı bir iyimserlik.
***
Kavramın mucidi olan Lauren Berlant'ın Zalim İyimserlik kitabındaki (Cruel Optimism, 2011[3]), tezini kabaca özetlersek... Arzu nesnelerimizle içkin olarak iyimser bir ilişki kurarız. Sımsıkı bağlanmış olmamızdan ötürü, o nesneler bizi yaralasa, üzerimizde tahripkâr bir etki yaratsa bile, onları kaybetmek hayatın anlamını kaybetmek anlamına geleceğinden, iyimser fanteziler devreye girer. Hayatımızı sürdürmek için, bunlar biraz da, -bir derece-, elzemdir. Fakat işte, iyimserliğin tahripkârlığı çoğalttığı, süreğen kıldığı bir derece, bir düzey vardır, onun farkında olmak gerekir.
Johann Hari, zalim iyimserliğin güçlü bir dinamiği olarak, günümüzün kendine-iyi-bak kültürünü görüyor. Sistemden kaynaklanan yapısal dev sorunların sorumluluğunu insan teklerine yükleyen, dolayısıyla çözümü de onların bireysel "performanslarına" emanet eden bu gündelik ideolojinin, zalim iyimserliği çoğalttığına dikkat çekiyor.[4] (Buna toksik pozitiflik diyenler de var.)
Berlant, zalim iyimserliğin karşısına “depresif gerçekçiliği” koyuyor. Trajik ve "karanlık" olmayan, fakat dünyadaki 'kötülüğü' görmekten imtina etmeyen; iyimser fantezilerin fantezi, ütopyaların ütopya olduğunun bilincinde olmak kaydıyla onların "faydasını" reddetmeyen bir tutum... [5]
***
İyimserliğe karşı uyaran, anti-iyimser meşrepler tavsiye edenler o kadar fazla ki, son zamanlarda. Siyaset felsefecisi Michael Hirsch, mesela “ilerici hayal kırıklığı” telkininde bulunmuş. Depresif ve teslimiyetçi hayal kırıklığı yerine, ayık kafalı, gerçekçi bir tutum takınmak, anlamında... Terry Eagleton'ın İyimser Olmayan Umut'u,[6] iyimserliği men etmenin adeta kutsal kitabıdır. Eagleton, iyimserliği basbayağı “banal” bulur. Sinir bozucu türden bir neş'e, ahmakça bir sırıtış gibi görür onu. Kitabının başlığının da altını çizdiği üzere, umuda değil, iyimserliğe karşıdır.
***
Son zamanlar... dedik. Sanırım bu zamanlar, 1980'ler/90'lar dönümünde başladı. Öncesinde, sosyalizm, iyimserlikti. Genel olarak sol, insanlığın iyiye gitmekte olduğuna, tarihin netice itibarıyla eşitlik ve özgürlük yolunda bir "ilerleme" olduğuna inanmak, inançtan öte bundan emin olmak, bunu bilmek demekti. (Muhafazakârlık, bünyevî olarak kötümserdir. Malûm, liberalizm de iyimserdir. Karl Popper, “iyimserlik görevdir” dememiş miydi? - "Geleceğin daha iyi olmasını sağlayacak şeyleri yapmak, yapabilmek için...") 1990'lardan beri şu dünyanın başına gelenler, solun ruhuna sinmiş o büyük tarihsel iyimserliği en hafif tabiriyle çok yıprattı. Neoliberal kapitalizmin kudurganlığı ve iklim felâketi, dünyanın, insanlığın, en azından medenî diyeceğimiz insanlığın sonunun gelebileceğine dair korkuları 'gerçekçi' hale getirdi. Evet, iyimser olmak zor, hatta yersizdir.
***
İyimser kelimesinin Osmanlıcası, nikbin, Farsça nik (iyi, güzel) ve bin (görmek) kelimelerinin terkibidir: iyi-görmek, iyi-tarafından-bakmak, anlamında. Etimoloji sözlükleri 19. yüzyıl sonundan önce rastlanmadığını söylüyorlar. Bildiğim kadarıyla eski Türkçe lehçelerinde de bir dengi yok. Nikbin, muhtemelen, Frenkçedeki optimist'i karşılamak için terkip edilmiş. Optimist/iyimser, modern bir kelime. 18. yüzyılın ikinci yarısında çıkmış. Fransız Cizvitleri, Leibniz'in teodise anlayışını alaya almak için türetmişler. Leibniz, tanrının bu dünyayı mümkün dünyaların en iyisi (optimum'u) olarak yarattığını (Çünkü O'nun muhakkak mümkünün en iyisini yaratacağını) söylüyordu ya... 19. yüzyılda popülerleşerek bugünkü anlamını kazanan optimizmin/iyimserliğin kökünde, bir 'azamîcilik' vardır yani: sadece iyi değil, en iyi, en yüksek iyi... Hem de, tevekkül var kelimenin kökünde, İyi'nin mukadder olduğuna bağlanmak var.
İyimserliğin zaafı, öncelikle pasifliğinde, pasifleştirme istidadında. İyimser, hayrı dışarıdan, kendi dışında bir şeylerden bekler. Baktığı yerde sadece kendi arzusunu, emelini görür; gerçeklikle ilişkisi kolayca kopabilir, sislenebilir. Hüsnüzanna yatkındır.
***
İyimserliğin haklı itibar kaybı, dahası zalim iyimserliğin mahzurları, acaba öteki uçta, bir zalim kötümserliğe güç ve haksız itibar kazandırmıyor mu? Yani kendini tahribe yönelen bir kötümserlik, pasifize eden bir karamsarlık; sinizmin nihilizme doğru koşması...?
İyimserliği men ederken onun karşısına umudu çıkaranların meselesi, zaten buna mani olmak. Umut, sonucundan bağımsız olarak, yapılmasının doğru olduğuna inanılan eyleme yapılan duygusal yatırımdır zira. Umut filozofu Ernst Bloch'un anlattığı şekliyle, Daha-İyi'nin mümkünlüğüne, Halihazır'dan Başka-Türlü-Bir-Şey'in mümkün olduğuna ilişkin içkin yönelimdir.
***
Fakat iyimserliğe bunca kahretmek, bir zalim kötümserliğe kapı aralıyor gibi geliyor bana. Umutla iyimserliği birbirinden bu kadar mı koparmalı? İyimserliği bu kadar derine mi gömmeli?
Ernst Bloch, “otomatik iyimserliğe” ve "yanlış," "çürük," "hilekâr," "köhne" dediği iyimserliklere karşı dururken, “militan iyimserliğe” sahip çıkmıştı. "Eleştirel-militan iyimserlik" tanımını da kullandığı bu iyimserlik, ona göre, "doğru iyimserlik"tir. Taşıyıcı sütunlarının cesaret ve bilgi olduğu, "temellendirilmiş" bir iyimserliktir bu.[7] Bloch, bu doğru-iyimserlikle, pragmatizmin “yaşamı teşvik eden” çehresi arasında da bir bağ kurar.[8] Bloch, militan iyimserliğin, azamîciliğe (mükemmeli, optimum'u, istemeye, aşağısına razı olmamaya) karşı, "Mümkün’ün muadilinin idraki"ni gerektirdiğini söyler. Nihayetinde mükemmelen Mümkün olabilecek olanın arka yüzünü teşkil eden, "bu [somut] durumda Mümkün Olanın" kıymetini bilmek gerekiyordur.[9] Zaten ona göre iyimserlik, ancak asla "tamamlanmamış bir iyimserlik" olarak meşrudur.[10]
Bloch, umudun filozofu olmaktan öte, solun 'objektif' iyimserliğini yitirmediği zamanların insanıydı. Çağdaş bir teoloji ve felsefe profesörü, Hartmut von Sass, umutla iyimserliği birbirinden koparmamanın imkânını arıyor; iyimserliğin "umudun entegrali" olduğunu savunuyor.[11] İyimserlik, umudun bir somutlamasıdır ona göre; umuda duygulanımsal etkinlik kazandırır, umutlu yaşama anlayışını derinleştirir. Meâlen söylersem: Umuda dayanmayan bir iyimserlik körleşir; İyi’nin mümkünlüğüne dair bir duygu olarak iyimserlik, umudun gözünü gönlünü açar.
Von Sass, futboldan teşbih getirerek, iyimserliğin üç kipini ayırt ediyor. Maçın son 15 dakikasına mağlup girerken, “uzun vadede iyiler kazanır... hem zaten biz büyük takımız, kazanırız” diye düşünmek, önsel veya değersel iyimserliktir. “Neden olmasın, şans işi, belki de kazanırız” diye düşünmek, tutumsal iyimserliktir. “Rakip yoruldu, sağ kanadı aksıyor, oradan yüklenirsek kazanabiliriz," diye kurmak, olgusal iyimserliktir. Olgusal iyimserlikte hiç mahzur yoktur yazara göre. Aksine, umudu biler, kazanabilme şansını artırır.
Gramsci’nin ünlü şiârı: aklın kötümserliği - iradenin iyimserliği, tabiatıyla, şu karanlık ve karamsar dönemde çok revaç buldu. İyimserliği, iradeye yapışık bir sıfat gibi de okuyabilirsiniz; irade göstermek, iyimser kılar. İrade ile iyimserlik, birbirlerinin biley taşı olabilir. Zalim iyimserlikten, zalim kötümserliğe savrulmamak için...
[1] https://birikimdergisi.com/haftalik/11132/saha
[2] https://birikimdergisi.com/haftalik/11212/secmenler-siyasete-dahil-mi
[3] Kendi dilinden bir özet (Mustafa Çağlar Atmaca çevirisi) https://textumdergi.net/zalim-iyimserlik-uzerine/
[4] Jonathan Hari: Çalınan Dikkat. Çev. Barış Engin Aksoy. Metis Yayınları, İstanbul 2022, s. 151. vd.
[5] http://madame-psychosis.com/essays/depressiver-realismus/
[6] Çev. Emine Ayhan. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2016.
[7] Umut İlkesi- Cilt I, çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul 2020 (4. baskı), s. 241,247-249, 538.
[8] ay., s. 339.
[9] ay., s. 257.
[10] Umut İlkesi- Cilt II, çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul 2020 (3. baskı), s. 807.
[11] https://www.academia.edu/34355468/Hoffnung_mit_Optimismus_