Saha
Tanıl Bora

Dün iktidar medyasında, “sahadan verilerle dönen” AKP milletvekillerinin “saha gözlemleriyle” ilgili bir haber vardı. Canan Kaftancıoğlu da bir ay kadar önce, CHP il örgütünün 2,5 milyon haneyi ziyaret ederek yaptığı “saha gözlemlerini” açıklamıştı.

Siyasi parti sözcüleri, -muhalifi muvafığı-, aralıklarla, saha gözlemlerinden, sahadaki izlenimlerinden söz ediyorlar. Sahada duyup işitilenler, en sağlam hakikat oluyor. Fikirlerin, siyasî düsturların geçerliliği, sahada ölçülüyor; “sahada karşılığı olup olmadığına” hükmediliyor.

Siyasetçiler “biz sahada…” diye başlayan cümleleri bilhassa cakalı kuruyorlar. Sahada olmak, sahaya çıkmak, onların işlerini iyi yaptıklarının, gerçekten siyaset yaptıklarının delili gibi karşılanıyor.

***

Zamanın kelimelerinden biri, bu da. Siyasî dilde sanırım üç beş senedir kullanılıyor. Halk, toplum, denmiş oluyor “saha” deyince. Sahaya çıkmak veya sahada olmak, halkla-toplumla iletişime ve ilişkiye girmek, onlarla konuşmak, onların durumunu ve eğilimlerini gözlemek, demek oluyor.

Saha, akademik dilden ve halkla ilişkiler/kamuoyu araştırmalarından naklolmuş bir terim. Sosyal bilimde, araştırma konusu olan toplumsal grupla mülakat yaparak ve onları yakından gözleyerek, böylece veri toplayarak hipotezler sahada sınanır. Halkla ilişkiler faaliyetlerinde ve kamuoyu araştırmacılığında da, tasarlanan kampanyayla veya cevabı aranan soru setiyle ilgili anket yaparak, veri toplayarak saha araştırması yapılır. Saha, analitik bir mesafeyle yaklaşılan, yaklaşılması gereken inceleme-araştırma nesnesidir.

***

Peki neden toplum, halk, vatandaşlar, seçmenler, sokak, mahalle vs. denmiyor, özellikle de neden eskiden çokça söylendiği gibi taban denmiyor da “saha” deniyor? Neden bu akademik ve kamuoyu araştırması terimine geçildi - belki de gayrı ihtiyarî?

Sanırım bunun, siyasetin halkla ilişkiler faaliyetine benzer bir karaktere bürünmesiyle ilgisi var.[1] ‘Eskiden’ halkın nabzını tutarak, tabana kulak vererek öğrenilen, şimdi “sahaya inerek” öğrenilmeye çalışılıyor. Sahaya inmek/çıkmak, siyasî çalışmanın bir etabı, bir merhalesi gibidir sanki – belirli aşamalarda, ihtiyaç duyulduğunda ya da aralıklarla, veri toplamak üzere yapılıyor. “Sürekli sahadayız” dendiğinde bile, bir mesafe var arada: saha, yani toplum, halk, taban, siyasî halkla ilişkiler çalışmasının araştırma nesnesidir.

Sanırım bu konuştuklarımızın parti merkezlerinin tabanlarıyla, örgütleriyle ilişkilerinin önemsizleşmesiyle, dolayısıyla örgütlerin önemsizleşmesiyle de ilgisi var. Saha çalışması, örgütlerin toplumsal ilişkilerinden süzülüp gelecek bilgilerin, gözlemlerin ikamesi oluyor. Örgütün ‘organik’ bağlarının yerini, saha çalışması alıyor.

Saha teriminin siyasî terminolojiye girişi, toplumun, halkın, tabanın “saha”ya dönüşmesinin bir yansıması; siyasetin teknikleşmesinin-profesyonelleşmesinin, ‘eski tabirle’ yabancılaşmasının bir alâmeti.

***

Yanlış anlaşılmasın: Canan Kaftancıoğlu’nun, müesses siyasette örgütsel çalışmaya, örgütlenmeye, örgüte itibarını geri kazandırma çabasının müstesna bir örneği olduğuna şüphe yok. Hatta onun ‘bile’ meramını bu kelimeyle anlatmasını, kelimenin nüfuz gücünün ek bir delili sayabiliriz. Burada malûm, dile yerleşen, kullanımı olağanlaşan kelimeler üzerinden zamanımızın hegemonik zihniyet dünyasını keşfe çıkıyoruz.

***

Saha kavramının sosyal bilimdeki kullanımına değinmiştik, Bourdieu’nün “saha teorisine” bir parantez açalım. Bourdieu, “saha”ları, toplumsal küre içinde kendi özgül iç ilişki dinamiğine sahip görece özerk alanlar, adeta mikrokozmoslar olarak alır. Her sahanın, orasının gerçekten o sahaya mahsus amaçlar, dertler tasalar tarafından yönlendirildiğini kabul eden bir yanılsama da yarattığını ‘öğretir.’ Siyaset de sahalardan bir sahadır, onun teorisinde. Bu sahanın esaslı ‘içkin’ dinamiklerinden birinin, siyasetçilerin siyaset aygıtını ve bizzat siyasetçiler olarak kendilerini yeniden üretme saiki olduğunu söyler.[2] Yani bir saha olarak siyaset aygıtı da saha çalışmasına muhtaçtır.

***

Bundan tam 42 yıl kadar önce, 6 Eylül 1980’de, -bir haftaya kalmadan darbe olacak-, CHP genel başkanı Bülent Ecevit Petrol-İş Genel Kurulu’nda, kritik bir konuşma yapmıştı. “Saha”lı bir konuşmaydı, o da. Başka bir manâda “saha”lı. Uzunca aktarayım:

“Toplum tribünde seyirci, partiler de sahada oyuncu durumunda olursa, yalnızca partilerle politikacılar soyunup sahaya çıkar... Halk da tribünde seyirci gibi kalırsa demokrasi gerçeklik kazanmaz... Tribünden sahaya ininiz... Yalnız işçiler değil, tüm çalışanlarınızı, köylüsüyle memuruyla hayatını çalışarak kazananları düşünerek, gözeterek bir strateji saptayınız... O zaman siz de kurtulursunuz, demokrasi de kurtulur. Demokrasimiz, o zaman işleyen ve halka mutluluk getiren gerçek bir demokrasi olur ve sahada kavga biter.”

Ecevit’in yıldız haritasında halkçı ve demokrat burcun yükseldiği bir an... (Askerî darbeye bir hafta kala… 1978-1979’daki iktidarı döneminde emek örgütlerini itip kaktıktan, demokratik kitle hareketini azarlayıp durduktan sonra. Ama konumuz bu değil.) “Saha”ya bir de bu gözle bakabilirsiniz. Bir faillik imkânı olarak; oyuna katılmanın, bizzat özne olmanın zemini olarak… Siyasetin asıl eksiği, o çeşit bir “saha çalışması” değil mi?


[1] Bu konuyu anketler bağlamında konuşmuştuk: https://birikimdergisi.com/haftalik/10887/anket-demokrasisi

[2] Pierre Bourdieu: Das politische Feld: Zur Kritik der politischen Vernunft. UVK, Konstanz 2001, s. 53.