Kısa ve Acıklı bir Psikiyatri-Psikoloji Tarihi (3): Freud'un ve Psikanalizin Bahtsızlıkları
Erdoğan Özmen

Yeni mesleğimde yolumu aramakla meşguldüm.

                                                           Freud

Yani Freud kendisini ve yaşamını kendisi tanımlamak istiyordu. Belki de Freud’un kuşağından bir Yahudi’nin kusursuz bir kendi kendini tanımlama olasılığına ilgi duyması ve bunun imkansızlığını ortaya koyacak bir bilim icat etmesi şaşırtıcı değildir.

Phillips

…konuşmaya başlarsa ne düşündüğünü keşfedeceğini umuyordu.

McEwan

Freud tarafından kurulduğu tarihten bu yana, psikanalizin tam olarak ne hakkında olduğu, hangi özgül sınırlara ve alana sahip olduğu, bilim mi felsefe mi olduğu hep tartışma konusu olagelmiş. Şayet bilimse bilimsel statüsü, ne tür bir bilim olduğu, nesnesinin ve inceleme yönteminin ne olduğu, uygulanma sahası ve bunun teknik ve koşullarının neler olduğu da. Bu durumun belki de en önemli sebebi, Freud’un kendi klinik pratiğinde karşısına çıkan sorunlar hakkında söyleyecekleri, söylemek istedikleri için yeterli bir dile, sözlüğe ve kavramlara sahip olmayışı idi. Keşfettiği şey için, bilinçdışı kıtasını bilime açarken, bilinçdışını bilimsel bir bilgi nesnesi olarak inşa ederken sadece yöntemi değil ilgili kavramları da bizzat icat etmek zorundaydı. Keşfini düşüneceği, sınırları ve konumları tayin edeceği hazır kavramlardan yoksundu. Bu yüzden başlangıçta çaresizlik içinde habire kıvranan ve farklı disiplinlerden ödünç alınmış kavramlar ve farklı düşünme biçimleri/usulleri arasında gidip gelen bir Freud vardır.

“Bilimsel Bir Psikoloji Projesi” metnini (1895) baştan aşağı kat eden  nörofizyoloji, fizik ve biyolojinin kavramları (sinir hücresi tipleri, sinir hücresi güçlerinin ekonomisi, değişmezlik ilkesi, enerji nicelikleri, niceliğin niteliğe dönüşümleri vb.) ve ruhsal aygıtın neredeyse bir makine düzeninde tasviri, daha sonra yerini (“Rüyaların Yorumu”nda (1900), örneğin) bir tür yorumbilgisinin kavramlarıyla iç içe geçmiş daha “psikolojik”, yer yer edebi kavramlara (istek/arzu, cinsellik, yorumlama, isteğin varsanısal tarzda doyurulması, rüya çalışması, daha sonra Lacan tarafından dilbilimsel çerçevede yeniden ele alınacak ve yeni bir bilinçdışı kavramına yol açacak olan yerdeğiştirme/metonomi ve yoğunlaştırma/metafor düzenekleri, vb) ve buna uygun bir ruhsal aygıt tasvirine bırakacaktır. Gerçi bu gerilim ve ikili yapı, daima ısrar edecek, Freud’un eserine/psikanalize musallat olmayı sürdürecektir. İnsanın içerisi/dışarısı, ben/öteki, beden/zihin, biyoloji/kültür kutupları boyunca varoluşu, gelişimi ve ruhsallığını düşündüğümüzde kaçınılmazdır da bu.

Freud’a ve psikanalize yöneltilen itiraz ve eleştiriler epeyce geniş bir yelpaze oluşturur: Herşeyi cinselleştirdiği, felsefi ve/ya da spekülatif olduğu, farklı bir dizi saha ve disiplinin (sanat, edebiyat, bilim vb.) sınırlarını ihlal ettiği ve iç işlerine karıştığı, kendini klinikle sınırlamaktan kaçındığı, gerçek bir tedavi yöntemi olmadığı, bunların başlıcalarıdır.

Psikanaliz, klinikten doğmuştur. Klinikte histeri ile, histerik semptomlardan muzdarip kadınlarla karşılaşmadan. Demek Freud’un histerinin acı dolu bedensel semptomlarının sebep ve anlamlarına yönelik tutkulu merakından doğmuştur. Ve onların tedavisi için bir klinik inşa etme ısrarı ve çabasından. Bunun için hipnozdan telkine, katarsisten serbest çağrışıma bir dizi teknik ve yöntemi bıkıp usanmadan deneyecek, test edecektir. Eşzamanlı bir çabadır bu.

Freud’un büyük başarısı -klinik pratiğini tam da öyle yürüttüğü için karşısına bambaşka biçimde çıkan olay-, nevrozları tanıdığı ve/ya da keşfettiği ölçüde psikanalitik yöntemi geliştirmiş olmasıdır. Yani hem bir tedavi hem de bir inceleme yöntemi olarak psikanaliz pratiği tanı koyma süreci ile eşzamanlıdır. Tanı ve tedavi birbirinden ayrılması mümkün olmayan bir bütün oluşturur. Buradaki biricik norm ve referans çerçevesi yardım talebiyle klinisyene başvuran öznenin bizzat kendisidir artık. Ruhsal/psikolojik sorunların anlaşılması, kavramsallaştırılması ve tedavisinde epistemolojik bir kırılma anıdır bu. Çeşitli prosedür, teknik ve tanı sistemlerinin yardımıyla önce tanının saptanması (hastalığın teşhisi) ve sonra buna uygun tedavi şeklindeki ayrımın, bu art-zamanlı ve aşamalı modelin aşılması demektir. Tedavi süreci (yani ne kadar özgün olsa da iki insanın ortaklaşa yürüttüğü bir faaliyet) aynı zamanda bir tanı/tanıma sürecidir. Kendini bilmek -ya da kendi olmak- denen şey ancak ortaklaşa/birlikte var edilen bir çalışmadan sonra, öteki sayesinde, ötekinin varlığında, ötekini dolanarak mümkündür demek ki.

Bugün de ruhsal sorunların kliniğine, yeni ruhsal ızdırapların sebeplerine, psikiyatri/psikolojinin mevcut yönelimlerine, bu alanda ortaya çıkan tuhaflık ve aşırılıklara bakarken yaslanacağımız kaidenin ipuçları ve öncülleri buradadır.