Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı.
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk.
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza.
Turgut Uyar
Sol siyaset asıl olarak bir dinleme siyasetidir belki de. Bir dinleme sanatı, başka türlü duyma, işitme hüneridir. Sahici bir dinleme çabası, dinleme emeğidir. Bunun için gösterilen dikkat, özendir. O sırada sergilenen eşsiz cömertliktir. Çünkü böylece, ötekini dinliyorken, onun kendinde henüz farkında olmadığı, henüz bildiğini bilmediği bir şeyin ortaya çıkması, bir biçime kavuşması, tanıdık sözcüklerle buluşması, düşünceye taşınabilmesi mümkün olur. O sırada diğerinin, muhatabın en derin ve tahmin edilemez hakikatinin gün yüzüne çıkma imkânı elle tutulur hale gelir. İçeride biriken acı, çaresizlik, öfke, isyan, hasret ve umut sözcüklerine, temsillerine kavuşarak kendine nihayet bir çıkış yolu bulur. Konuşmaya davet eden sabırlı ve dikkatli bir sessizlik içinde nazikçe beklemek kadar muhatabımızı yücelten ve değerli kılan başka ne vardır ki; o sırada kalplerin ümit, heves ve coşkuyla titreşmesi ve genişlemesinden başka?
Beni dinleyen ötekine hitap ederken, ona konuşurken mahrum olduğum şeyi dile getiriyorumdur: ıstırabımı, güçsüzlüğümü, yetersizliğimi, çaresizliğimi. Demek, o muhataplık ilişkisi içinde eşit ve haysiyetli bir özne olarak ortaya çıkma talebimi. Ancak bir ilişki matrisi içinde/sayesinde mümkün olan bir anlam alanında ortaya çıkarak var oluruz çünkü.
***
Komünist Manifesto’nun “Proleterler ve Komünistler” başlıklı ikinci bölümüne, “Komünistlerin, proleterlerin tümü karşısındaki konumu nedir?” sorusuyla başlayan Marx ve Engels tam bir açıklıkla şunları yazarlar:
“Komünistler, öbür işçi partilerine karşı çıkan ayrı bir parti oluşturmazlar. Onların, bütün proletaryanın çıkarlarından ayrı hiçbir çıkarları yoktur.
Komünistler, proletarya hareketini biçimlendirmek amacı güden özel ilkeler öne sürmezler.
…Komünistlerin kuramsal önerileri hiçbir biçimde, şu ya da bu dünya reformcusunun düşüncelerine, bulduğu ya da icat ettiği ilkelere dayanmaz.
Bunlar var olan bir sınıf mücadelesinin, gözlerimizin önünde gerçekleşen tarihsel bir hareketin gerçek koşullarının genel açıklamalarıdır yalnızca.”
Bu satırları, insanların kendi gündelik hayatlarında, dünyayı/hayatı adım adım daha iyi yapmayı amaçlayan çabalarını hiç fark etmeyen bir kibirlilik halinin ve seçkinciliğin eleştirisi olarak okumalıyız demek ki. Kendilerini kendi özgül dönüştürme pratiklerinin özneleri katına yükseltme çabalarını küçümseyen bir küntlüğün/sinikliğin eleştirisi olarak. “Kitlelerin” o anki gelişkinlik düzeylerini hiç kale almayan, halden anlamayan, bir tür tahakküm/tabiyet ilişkisi kurmak arzusuyla motive olan, zaten hakikati elinde bulundurduğu vehmiyle hareket eden bir sol zihniyet dünyasına işaret etmek bu. Kendi ‘biricik’ hakikatine gömüldüğü ölçüde herhangi bir toplumsal hareketin/eylemliliğin hakikatine sağır kalan bir anlam ve zihniyet dünyasına işaret etmek. Farklı bir bağlamdan kaynaklanıyor -ve farklı bir biçimde- olsa da aynı içgörü Feuerbach Üzerine Tezler’de de karşımıza çıkıyor: “Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilemeyeceği sorusu, teorik değil pratik bir sorudur. İnsan, düşüncesinin hakikatini –yani gerçekliğini ve gücünü, bu-yanlılığını- pratikte kanıtlamalıdır.”
***
Asıl olarak, yok sayılmış ve sesi kısılmışların konuşma, söz alma alıştırmasıdır sol: içimde bastırılmış sesleri nasıl dile getireceğim, söze nasıl gireceğim, nerede susmam gerektiğini nasıl bileceğim alıştırmasıdır.
Mütemadiyen daha fazla yer kaplayarak, öne çıkarak, kendini ileri sürerek, daha çok gürültü yaparak görünür ve var olma arzusunun şekillendirdiği manevi bir iklimde sadece susmak ve sabırla dinlemek en etkili ve yaratıcı eylemdir belki de. Dahası, sesi çıkmayanların, sesi işitilmeyenlerin onca acısı, yükü ve zorluğu karşısında hakiki bir merak ve sabırla dinlemek yegâne samimiyet ve sahicilik ölçüsü değil midir? Esasında hiçbir şey bilmediğini peşinen teslim eden ve kendini biraz geride tutmayı da içeren bu tavırda, ezilen, yok sayılan ve dilsiz/sözsüz bırakılanlarla daha da yakınlaşmayı istemek de yok mudur? Gerçek bir edim olarak ortaya çıktığı andan itibaren kendini geçersiz kılan hakiki bir dinleme tutumunu/ahlakını, dünyanın uğultusunu kesecek ve dünyayı yeniden büyüleyecek asıl sözün ve dolu konuşmanın bir uğrağı yapabilir miyiz… Bütün mesele budur.
Sol, hiçbir ayrım yapmaksızın bütün insanlara hitap etmek, büyük insanlık vicdanını çağırmak, insanlığın vicdanına talip olmak için en gür, en tok, en coşkulu sesiyle kendi sözünü söylemektir şüphesiz.
Sözün sırrının/hakikatinin ortaya çıktığı/çıkacağı yere yöneldiği ölçüde, sözün mucizesinin gerçekleşeceği yere bütün gücüyle talip olarak sol olabilir ancak. Tüm ezilenlerin, kimsesizlerin, dışlananların, hor görülenlerin, garibanların sesi olarak. Sözünden mahrum edilmiş, sesi kısılmış, dili yasaklanmış, susturulmuş kim varsa onun sözü, dili olarak. Hiç duraksamadan oradan ayağa kalkarak, orada ortaya çıkarak.
Bu yüzden belki de, çoktandır beklendiği yere bir an önce ulaşmak isteyenlerin aceleciliğiyle davranıyoruz bazen. Tarihin tekerleklerini daha, daha hızlı döndürmek her zaman elimizdeymiş yanılsamasına kapılarak gereksiz bir telaş ve tez canlılıkla hareket ediyoruz.
***
Bu hikâyeyi tam tersinden yazmayı denemeliyiz belki de. Birden, tek seferde anladığımız vehminden kurtulmalıyız. Anlamak edimine musallat olan ve onu sakatlayan hızdan uzak durmalıyız. Anlamak yeterince yavaş olmakla, sükunetin korunması ve yumuşaklıkla mümkündür çünkü. Ya da hakiki bir anlama ediminin temel vasfı daima ertelenmiş olmasıdır. Söylenen şeyin kendi terimleriyle temayüz etmesi, kendi referans çerçevesine kavuşması daima sonradan gelecek, sonradan tamamlanacaktır. O yüzden, dinlemek için daha çok alan ve zaman yaratmaya yoğunlaşmalıyız. Bastırılmış, men edilmiş kelimelerin işitilmesi, söylenmesi yasaklanmış sözlerin duyulması için yapmalıyız bunu. “Sesleri gürültü çıkaran birer hayvan gibi işitilenlerin söylediklerinin söz olarak dinlenebilir kılınması” (Rancier) için. “Siyasette, düşünme, bir durum içinde şeylerin egemen halinin görülmesine izin vermediği bir imkânı arar.” (Badiou). Bunun için sakin, sabırlı olmalı, abartısız bir dikkat ve özenle daha çok dinlemeliyiz. Öngörülemez ve beklenmedik sesleri işitmek için. Bu, daha çok ortaklık zeminleri yaratmak, müşterek geleceğimiz için karar ve seçimlerimizi birlikte oluşturmak, birlikte tereddüt etmenin, birlikte duraksamanın ve birlikte yol almanın imkanlarını çoğaltmak demektir. Hayatın katılaşmış, donmuş hareketsizliğini çözmenin yollarını birlikte aramak demektir. Muhtemel hayal kırıklıklarımıza daha kolay tahammül etmez miyiz hem o zaman?