Dördüncü Cumhuriyet ve "Cumhur"
Tanıl Bora

“İkinci cumhuriyetçi” suçlamasını, 1990’ların başlarında, ulusalcılığın çıkış sloganlarından biri sayabiliriz. Mehmet Altan, halihazır cumhuriyeti liberal-demokratikleştirmek gerektiği yönündeki muradını “İkinci Cumhuriyet” diye sloganlaştırmıştı. “İkinci cumhuriyetçi” lafı, sadece Altan’a ve onun gibi düşünenlere değil, “cumhuriyetimizin” demokrasi noksanı olduğuna dair her eleştirinin kafasına fırlatılan jenerik ithama dönüştü. “Bölücülük” ve “irtica” tehdidinin lakaplarından biri oldu.

Bu reaksiyon, tipik muhafazakâr-cumhuriyetçi reaksiyondur. Muhafazakâr-cumhuriyetçilikle, cumhuriyete olmuş bitmiş, artık sadece muhafazasına bakılacak bir “kazanım” olarak bakan, Cumhuriyet’ten esas olarak müesses nizam ve devleti anlayan, zaten Cumhuriyet’i Devlet’in lakaplarından biri gibi kullanan zihniyeti kastediyorum. Bu zihinde cumhuriyet kavramı, Türkiye-Cumhuriyeti-Devleti tamlamasının Türklüğü ve devletliği içinde, onlara tabi olarak ‘uzuvlanır.’ Kadir Cangızbay, bunun sivrisini şöyle yazmıştı: “‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ diyen, aslında ‘Cumhuriyet’i, devletin arızî, esasa taalluk etmeyen, ‘olmasa da olur,’ ‘yerine başka bir şey de konur,’ makyajsal, taktik olarak takınılmış bir niteliği olarak gördüğünü ikrar etmiş oluyor.”[1]

Muhafazakâr-cumhuriyetçilik, cumhuriyet ile demokrasi arasındaki gerilimden –esasen ‘demokratik’ten– korkar. Muhafazakâr olmayan bir cumhuriyetçilik, –ister radikal, ister özgürlükçü, ister demokratik deyin ona–, aksine, bu gerilimden beslenir. Cumhuriyetçiliğin seçkinciliğe, demokrasinin ‘kötü’ popülizme savrulmamasının teminatını, bu gerilimli ilişkide arar. Böyle bakarsanız, –meraklısı için, devlet de yerli yerinde durarak–, cumhuriyet pekâlâ değişir, dönüşür. İyidir de, değişebilir, dönüşebilir olması… Bir cumhuriyetin tarihsel seyri içinde “Bir, iki, üç, daha fazla cumhuriyet” hasıl etmesi, bir Fransız şımarıklığı değil, normaldir yani.

***

Nitekim cumhuriyetimizin de 100 yıllık tarihi içinde değiştiğini, dönüştüğünü biliyoruz. “İkinci cumhuriyet” adının, 1990’lardaki tartışmadan 30 yıl evvel, 27 Mayıs sonrasında yaygın ve ‘meşru’ biçimde tartışıldığını da biliyoruz. Burak Onaran’ın Toplum ve Bilim’in son sayısında çıkan makalesi,[2] bu tartışmaların geniş bir dökümünü yaptığı gibi, cumhuriyetçiliğin muhafazakar ve muhafazakar olmayan yorumlarını da yeniden düşünmeyi sağlıyor.

Aslında 2. Cumhuriyet adını ilkin 1950 seçimleri öncesinde bazı DP’lilerin kullandığını öğreniyoruz bu makaleden. 14 Mayıs (1950) seçimlerinin, “Cumhuriyetin geniş demokrasiyle yeniden kurulması” manâsında 2. Cumhuriyete milat olmasını bekliyorlar, o zaman. Fakat bu, kenarda kalmış, geçici bir kullanım. 2. Cumhuriyet sözü asıl, 27 Mayıs darbesinden sonra, yeni Anayasa çalışmaları sırasında dillere yerleşmiştir. (Fransa’nın 5. Cumhuriyeti de bir buçuk yaşındadır o aralar!) Mesela Hasan Âli Yücel, 31 Ekim 1960’ta Cumhuriyet’te, “27 Mayıs'ta birinci cumhuriyet son bulduğunu” yazar.[3] CHP ileri gelenlerinden Hıfzı Oğuz Bekata, siyasi yazılarını topladığı kitabına Birinci Cumhuriyet Biterken başlığını vermiş; önsözde “bu yurdu korkusuz, emin, hür ve mesut insanların ülkesi yapacak ikinci Cumhuriyet’mizi” selamlamıştır.[4] O dönemde, geçici de değil aylar boyunca, başta Cemal Gürsel, devlet erkânının konuşmalarında 2. Cumhuriyet lafının rutinleştiğini Burak Onaran’ın yazısında okuyabilirsiniz. Sonradan Halkevleri genel başkanı olarak bildiğimiz Milli Birlik Komitesi üyesi Ahmet Yıldız, bu terimi bilhassa ısrarlı olarak kullananlardan.

Onaran, 27 Mayısçı 2. Cumhuriyetçilerin, bu kavramı restorasyoncu bir anlamda kullanmaya özen gösterdiklerine dikkat çekiyor. Yani cumhuriyetin birincisinin yıkıldığı, tasfiyeye uğradığı algısına karşı devamlılığı vurguluyor (zaten birincisi olmasa ikincisi olmazdı), “ikincisi”nin onu ihya etmeyi, geliştirmeyi, çağdaşlaştırmayı amaçladığına dikkat çekiyorlar. Yine de, bizzat 27 Mayıs’ı benimseyen saflarda, rahatsızlık duyanlar olmuş. ‘Genç’ Ecevit mesela, “ikinciden sonra üçüncünün de beklenmesi gibi huzursuzluk, güvensizlik” doğabileceği endişesini beyan etmiş. (Zaten kendisini evhamlarıyla biliriz!) Türkiye’de müesses siyaset çerçevesinde demokratikleşmenin –en azından görece- tutarlı bir takipçisi olan Turan Güneş’in de bu tartışmada muhafazakâr-cumhuriyetçi bir tutum alması, ilginç. O, “Cumhuriyet tek ve ebedîdir” mukavemetinin sözcülerinden.

Neyse, sonradan unutulmuş bu adlandırma. (Gerçi, 1973'te İdris Küçükömer, 1970'lerin baş döndürücü sanayileşme, şehirleşme, demokratikleşme atılımının ışığında, "3. Cumhuriyet'e" girdiğimizi söylüyordur.[5]) Öyle ki, otuz yıl sonra başka bir saikle 2. Cumhuriyet cebelleşmesine girenlerin hafızasında, bu ilk kamusal 2. Cumhuriyet tartışmasının izi yok.

***

İlle de 1., 2. adlandırmaları şart değil; numaralandırma, cumhuriyetin, rejimin niteliğinde önemli bir şeylerin değiştiğini ifade etmenin kolay yoludur, özetidir. Her şeyden önce yeni anayasa ‘yapılması,’ başlı başına önemli bir şeylerin değiştiğinin işaretidir. 1924 Anayasası ile 1961 Anayasasının ‘kurdukları’ rejimler arasında gerçekten de temel farklar vardır; bu anayasaların geçerli olduğu siyasal rejimlerin gerçekliği arasında da esaslı farklar vardır. 1960-1961’te 2. Cumhuriyet adlandırmasının revaç bulması, o bakımdan hiç de acayip değildi. Aslında, Dinçer Demirkent ve Murat Sevinç, 1921 Anayasası ile 1923 Anayasası arasında da, halk egemenliği-ulus egemenliği ilkeleri arasında açık bir ‘rejim farkı’ bulunduğunu gösterdiler bize.[6] Dolayısıyla, 1921-1923 arasına 1. Cumhuriyet, 1960 sonrasına da 3. Cumhuriyet demek ‘bile’ mümkündür – 1921 anayasal rejiminin kurumlaşma imkânı bulamayan kısa ömrü nedeniyle, öyle demeyelim!

12 Eylül 1980 darbesinin ‘yaptığı’ 1982 Anayasası’nın, ilga ettiği 1961 Anayasası'na ‘kontra’ olmakla belirlenen farklı bir rejim tertiplediği açıktır. 1982 sonrası siyaset nizamı, devlet pratiği ve ekonomi-politik yapı –neoliberal çağ!–, evvelinden radikal biçimde farklıdır. Velhasıl, 1990’larda etrafında tartışılan cumhuriyet aslında bilfiil 3. Cumhuriyet; “ikinci” diye aranan veya aranıyor diye kızılan da, aslında 4. Cumhuriyet’ti.

Heyhat, 4. Cumhuriyet de vaki oldu. 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen anayasanın tesis ettiği “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin bir rejim değişikliği anlamına gelmediğini kim iddia edebilir?[7] “Tek adam rejimi” hüviyeti bariz; Şeyla Benhabib’in “otokratik başkanlık,”[8] kimilerininse “Türk tipi başkanlık” dediği, galiba en çok Meral Akşener’in sevdiği tabirle “ucube sistem” de denen bu “sistem,” en kibar –hatta kibarlıktan dökülen– ifadesiyle, yürütmeyi aşırı güçlendirip cumhurun tepesine çıkartmasıyla, sahiden, ‘başka’ bir rejimdir.

14 Mayıs seçimlerinde, bu 4. Cumhuriyet’in yerine gerçekten demokratik bir cumhuriyet inşa etme ümidi oylanacak. Aslolan odur.

***

“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin mucitlerinin ve savunucularının “Cumhur İttifakı” adını tanınması, en kibar –hatta kibarlıktan dökülen– ifadesiyle, kötü bir şaka, bir ‘talihsizlik.’

Cumhur, malûm, kamusal-insandır; cumhuriyetin öznesi olan yurttaş topluluğudur. Yurttaş topluluğunun özne hali, fail halidir. Pek fazla anılmayan, kullanılmayan bir kelime. Erken cumhuriyet döneminin anayasa işleriyle de yakından meşgul olmuş düşünce insanlarından Celâl Nuri (İleri), hoş bir istisnadır. 1926'da “Cumhurî insan”ın öneminden söz etmiş. Cumhurî insan, yani siyaseten reşit, “cihanı ve zamanı meşgul eden meseleleri bilen ve bu konuda reyi olan” kamusal insan. [9]  Cumhurî insan meselemiz, veya Türkiye’de cumhuriyetin cumhursuzluğu meselesi, -bazen adını böyle koyarak bazen mealen-, cumhuriyetin kendisi kadar eskidir. İşte, kötü şaka, cumhuriyeti hepten cumhursuzlaştıran, Cumhurî insanı hiçleştiren bir “sistem”i kuranların, -onlara 4. Cumhuriyetçiler de diyebiliriz!-, “Cumhur ittifakı” adını kuşanmaları… Bu “sistem”in sona ermesi, cumhurun, Cumhurî insanın beka davasıdır.


[1] Hiçkimsenin Cumhuriyeti, Ütopya Yayınları, Ankara 2000, s. 24. Muhafazakar-cumhuriyetçilik hakkında ayrıca: Tanıl Bora: “Cumhuriyet, demokrasi ve muhafazakâr Türk cumhuriyetçiliği,” Medeniyet Kaybı, İletişim Yayınları, İstanbul 2021, s. 17-36.

[2] Burak Onaran: “27 Mayıs dönemi cumhuriyet tartışmaları: Sürekli ve sayılı mı? Tek ve ebedî mi?” Toplum ve Bilim, Sayı 163 (2023), s. 5-31.

[3] Hasan Âli Yücel: Hürriyet Gene Hürriyet – 2. Cilt, T. İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1966, s. 935.

[4] Hıfzı Oğuz Bekata Birinci Cumhuriyet Biterken. Çığır Yayınları, Ankara 1960.

[5] İdris Küçükömer'le Türkiye Üzerine Tartışmalar, Bağlam Yayınları, İstanbul 1994, s. 105-106. Buraya Kerem Ünüvar dikkatimi çekti, teşekkür borçluyum.

[6] Dinçer Demirkent: Bir Devlet İki Cumhuriyet. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2017; Murat Sevinç-Dinçer Demirkent: Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası. İletişim Yayınları, İstanbul 2021.

[7] Bu rejim değişikliğinin temellerinin, 2007’de cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesini düzenleyen anayasa değişikliğiyle atıldığı da söylenebilir. 2017’de kabul ettirilen “sistem”in, 100 yıldan bile eskiye uzanan parlamenter geleneği terk etmesi –ve kendi “yeni Türkiye” iddiası bakımından, yani 1960 ve 1982’dekinden daha radikal bir ‘fark yaratması’ bakımından, 2. Cumhuriyet adına uygun olduğu da düşünülebilir.

[8] Şeyla Benhabib: Buhran Çağında Haysiyet. Çev. Barış Yıldırım. Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2017, s. 11.

[9] Celâl Nuri İleri: Türk İnkılâbı. Hazırlayan Recep Duymaz, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000.