14 Mayıs’ta AKP oy oranında yabana atılmayacak bir gerileme yaşadı. Buna karşılık merkezinde AKP olan ama etrafında toplanan radikal milliyetçi ve dinci çevrelerin desteğine dayalı bir yönetim sistemi ve bir devlet-toplum ideolojisi olarak Erdoğanizm biraz sarsıldı ve ilk etapta ayakta kalmayı başardı. Meclisteki Cumhur İttifakı çoğunluğu bundan böyle MHP-YRP-Hüda Par’ın AKP’ye verecekleri desteğe bağlı olacak. Bu radikal dinci-milliyetçi kanadın bir bakıma meclisin kilit partisi konumuna geldiğini söyleyebiliriz. Bunun olası sonuçları 28 Mayıs sonrasında belirginleşecek.
14 Mayıs’ta ortaya çıkan tablonun sonuçlarını, muhalif ittifakların nerede hata yaptıklarını, nerede başarılı oldukları veya olmadıklarını değerlendirmenin zamanı iki tur arasındaki bu hafta değildir. 28 Mayıs sonrasında, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunun sonucu ne olursa olsun, bu değerlendirme yapılacaktır ve yapılması elzemdir.
Kamuoyu yoklamalarının yanılması konusu da serinkanlı bir değerlendirmeyi gerektiriyor. MHP’nin oyunun öngörülenden 3-4 puan yüksek çıkması, Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında ikincisi lehine gerçekleşeceği tahmin edilen 2-3 puanlık farkın, Erdoğan lehine 4 puan olması elbette kamuoyu yoklamalarının tahminlerinde sadece hata payı içinde yer alacak sapmalar değildir. Ama hata payından da çok uzak değildirler. Yunanistan’da 21 Mayıs’ta yapılan seçimlerde iktidardaki Yeni Demokrasi ile Syriza arasında en fazla 10 puan olacağını, çok büyük ihtimalle bu farkın 7-8 puanla Yeni Demokrasi lehine gerçekleşeceğini bütün kamuoyu yoklamaları öngörüyordu. Sonuçlar hata payı vs. diyerek geçiştirilemeyecek kadar farklı çıktı. Yeni Demokrasi, Syriza’nın 20 puan önüne geçti!
Kamuoyu yoklamalarına dayalı seçim beklentileri ve stratejileri konusunda son derece temkinli olmakta yarar var. Özellikle hiçbir kamuoyu yoklamasına yanıt vermeyen, görüşünü kendine saklayan bir toplumsal kesimin varlığı, örneğin Birleşik Krallık’ta Brexit oylamasında, Macaristan’da 2022 seçimlerinde açık biçimde ortaya çıktı. Seçimler veya halk oylamaları jamuoyu yoklamalarının hata paylarını katbekat aşan bir farkla neticelendi. Başka benzer birçok örnek var. Birleşik Krallık’ta bir “utangaç muhafazakâr” seçmen grubunun varlığı 1990’larda tespit edilmişti. ABD’de, başta Brezilya olmak üzere bazı Latin Amerika ülkelerinde, Avrupa’da öfkeli ama suskun milliyetçi ve/veya radikal dinci seçmen gruplarının varlıkları da yakın tarihlerdeki birçok seçimde kendini gösterdi. Bunların üzerine daha sonra dikkatle eğilmek gerekiyor. Ama şimdi acil konu 28 Mayıs.
Türkiye’de 28 Mayıs’ta 14 Mayıs’tan çok daha açık biçimde fiilen bir halkoylaması, daha doğrusu bir plebisit yapılacak. Esas olarak bir kişiye, Tayyip Erdoğan’a evet ya da hayır oyu verilecek. Bu fiili plebisit vasıtasıyla, Tayyip Erdoğan’a evet diyerek Erdoğanizm’in pekişmesi, iyice kurumlaşması ve yerleşmesi yönünde oy kullanmakla, Kemal Kılıçdaroğlu’na evet oyu vererek, siyasi, toplumsal ve iktisadi geleceğimiz açısından çok büyük bir tehlike oluşturan rejim biçimi ve onun liderliğine “dur!” demek arasında seçmenler tercihlerini ifade edecekler. Her iki taraf seçmeni de ne için oy verdiğini gayet iyi bilerek tercihini ifade edecek. Bazı çevrelerin cahil ya da aldatılmış seçmen analizlerinin tersine, iki adayın seçmenleri gerçekte ne istediklerini gayet iyi biliyor. Ne için oy verdiğini bilmeyen bir seçmen kitlesi değil, tam da ne istediğini bilen bir seçmen topluluğu ikinci kez sandığa gidecek ve bunun böyle olması gelecek açısından bu seçimi daha da önemli kılıyor.
Erdoğanizm 14 Mayıs’ta birinci turu kazandı. İkinci tura güçlü biçimde başladığı şüphesiz. Ama iki turlu seçimlerde ikinci gelen adayın birinci gelenin önüne geçtiği birçok örnek var. Bu sonuç genellikle katılım oranının değişmesi, ikinci turda seçmenlerin bir kısmının ikinci tercihleri yönünde oy kullanmalarıyla mümkün oluyor. Erdoğanizm’in mecliste çoğunluğu elde etmesi de tek başına yeterli değil. Çünkü 2017 anayasa değişikliğiyle dayatılan bütün yetkilerin ve gücün tek bir elde toplanması sistemi nedeniyle, Cumhurbaşkanlığı seçimini Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanmasının mecliste Cumhur İttifakı’nın etkisini kıracak olması dikkate alınması gereken bir olgu. Kısacası Türkiye’de demokrasi, barış, özgürlük, eşitlik yönünde değişim talep eden tüm seçmenlerin, sürekli bağıran çağıran, kendine karşı çıkanları düşman ya da vatan haini ilan eden, hapse attıran, fütursuzca yalan söyleyen, bir yaşam tarzı ve dindar kültür hegemonyası kurmayı hedeflemiş ve bunu yıllardan beri sürdüren, yolsuzluk-kayırmacılık-yağmacılık üçlüsüne dayalı bir düzeni iktisadi sistem haline getiren Erdoğanizm’e ikinci kez ve daha güçlü biçimde hayır demeleri beklenir. Bu asgari demokratik nitelikleri haiz bir toplumsal yaşam için verilecek mücadele için elzemdir.
Erdoğanizm’in bize dayattığından başka bir Türkiye’yi hepimiz farklı tasarlayabiliriz. Ama Tayyip Erdoğan yönetiminin Türkiye toplumunu bugün içine soktuğu durum ve iktidarda kalırsa götüreceği istikameti dikkate alarak, bu farklı tasarı ve özlemlerimizi öne sürmeden önce, bu gidişe amasız fakatsız dur dememiz gerekiyor. Bu gidişe şimdi ve burada dur demenin önemi ve bunun mümkün olan en yüksek oranda ifade edilmesinin sorumluluğunun bilincinde olarak 28 Mayıs’ta “yeter artık, dur!” çığlığının duyulması ve üstün gelmesi için sandık başına gideceğiz.