“Ne Yaptıklarını Gayet İyi Biliyorlar Ama Yine de Yapıyorlar”
Erdoğan Özmen

Yoksulluğun, sefaletin, hayat pahalılığının böylesine artmış olduğu koşullarda bu seçim sonuçları nasıl mümkün oluyor? Açlık, evsizlik, “boş tencere”, “mutfaklardaki yangın” bu denli apaçık, somut ve dayanılmaz hale gelmişken mevcut yönetimin desteği hâlâ neden devam ediyor? Bu durumda, yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan söz konusu korkunç bölüşüm krizini, yaygın ekonomik adaletsizlikleri ve yıkımı nereye yerleştireceğiz? Kendi çıkarlarının nerede olduğunu henüz idrak edemeyen, bir türlü sınıf bilinci kazanamayan ve kendi için sınıf olamayan bir halk/işçi sınıfı mı söz konusudur? Bunu, kendi öz çıkarlarını ve tercihlerini onlara yeterince anlatamamak ve gösterememek midir asıl sorun? Sıradan insanların, her birimizin etinde kemiğinde hissettiği “boş tencere”, açlık, yoksulluk, kahredici maddi zorluklar ve yoksunluklar gibi bir dizi meseleyi layıkıyla temsil ve formüle edecek bir sınıf siyasetinin eksikliği midir ya da? Ya da, ekonomik kriz ve eşitsizlikler yine de henüz yeterince derinleşmiş ve olgunlaşmış mı değildir? Bir tür bilmeme, bilmek istememe, bilgisizlik ve kavrayışsızlık sorunu, cehalet tutkusu mu vardır burada?

Peki, ya diğer her şey? Yozlaşmış ve çökmüş bir adalet sistemi, yalanlar, usulsüzlükler, yolsuzluklar? Hakkın ve hukukun belli başlı ölçü ve referanslarının silinmiş olması? Temel hak ve özgürlükler alanının böylesine daralması ve parçalanması? Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik engeller? Tek adam rejiminin kaçınılmaz sonucu olarak kurumların, kuralların, sınırların ortadan kalkması ve böylece gündelik hayatlarımıza derinlemesine nüfuz eden keyfilik, tahammülsüzlük, şiddet ve hoyratlık? Toplumu her düzeyde kat eden ahlaksızlık? İçinde soluk alıp verdiğimiz manevi iklimi karartan, her türlü değer ve ilkeden yoksun pespaye güç, para ve iktidar savaşları? Hınçla sürdürülen eziyet, sindirme, dışlama, ezme pratikleri? Cehaleti, düşmanlığı, ayrışmayı, sevgisizliği kışkırtan ve doğrudan, bir arada yaşamı ve bir toplum olarak kalmayı mümkün kılan dayanaklara saldıran, onları aşındıran söylem ve tavırlar? Hiç mi umurumuzda değil bunlar?

***

Zizek’in, Sloterdjik’ten hareketle sinizm/ideoloji kavramına ilişkin söyledikleri olan biteni anlamaya çalışırken yine de işimize yarayabilir belki: “İdeolojinin en temel tanımı herhalde Marx’ın Kapital’indeki şu cümledir: “Bilmiyorlar, ama yapıyorlar”” dedikten sonra şunları aktarır Zizek:

“Sinik özne ideolojik maske ile toplumsal gerçeklik arasındaki mesafenin gayet iyi farkındadır, ama yine de maskede ısrar eder. Demek ki Sloterdjik’in önerdiği formül şöyle bir şeydir: “Ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar, ama yine de yapıyorlar.” Sinik akıl artık naif değildir, aydınlanmış yanlış bilinç gibi bir paradokstur: Kişi yanlışlığı gayet iyi bilmektedir, ideolojik bir evrenselliğin ardındaki tikel çıkarın gayet iyi farkındadır, ama onu yine de reddetmez.”[1]

Burada da bir tür kaba sinik tavrın işbaşında olduğunu söyleyemez miyiz? Seçimlerde ortaya çıkan tercihlere belli bir biçimde ve düzeyde bakmanın bunu mümkün kılabileceğini düşünüyorum. Cehalet, aptallık, bilgisizlik, kendi öz-çıkarlarının farkında olmama, yalanlara kolayca inanma, kandırılmaya müsait olmanın ötesinde bir şey bu. Herkes her şeyin farkında ve yine de böyle davranıyor. 

Hepimizden bağımsız, hepimizin üstünde yer alan ve bir saat düzeninde işleyip duran ve ruhları ve bedenleri parçalayan, yaslandığımız, varlığımızın dayanaklarını oluşturan kültürleri ve simgesel yapıları yok eden devasa bir şiddet makinasının hedefindeyiz her birimiz çoktandır. Yerkürenin belli bölgelerinde yayılan açlık ve sefalet, savaşlar, sınırlara yığılan mülteciler, yükselen fanatizmler ve köktencilikler, oluşan tek bir dünya pazarı ve piyasasının hayatın ve doğanın bütün alanlarını istilası ve mütemadiyen çeperleri genişleyen ekolojik yıkım ve felaketler, hayatın motorunun teknoloji, para/sermaye ve metalardan müteşekkil bir aralıkta dönmesi… İnsanın yerinden olduğu, yerini kaybettiği, aşağılara düştüğü bir çağ bu. Her birimiz için haysiyet sınavı çağı. En derinde kendimizi haysiyetli varlıklar olarak muhafaza etme, kendi gözümüzde yeniden haysiyetli varlıklar olarak inşa ve temsil etme sınavı. Yeniden tanınma ve kendi gücünü/kudretini tesis etme, geri kazanma mücadelesi belki de. Her birimizin hayatlarını her seferinde daha gayri-insani kanallara sıkıştıran, var kalma/yok olma seçeneklerini en somut halleriyle dayatıp duran bir meydan okuma. Bu anlamda en saf ve en derin haliyle bir beka, ölüm-kalım meselesi belki de. Bu saldırı/yıkıcılık karşısında ya koyu bir apatiye, kayıtsızlığa, ilgisizliğe, depresyona gömülerek ya da dini ve etnik kimliklere gerileyerek bir savunma hattı oluşturmaya çalışıyoruz belki de. Çoklu/çoğul bir birlik oluşturan kimliğimizin sadece dini ve etnik unsurlarını çekip alarak kendimizi sadece onlarla tanımlama tavrında belki de böylesi bir faillik arayışı vardır. Bizim için geçerli olan beka meselesinin belki de, iktidar sahiplerinin propagandasını yaptığı beka meselesiyle örtüşen hiçbir boyutu yoktur. Asıl olan belki de sadece ikisi arasındaki belli ve talihsiz bir kısa devredir. “Yaşam tarzı”, “giyim/kuşam” vb. konulara ilişikmiş gibi görünen ve bu anlamda daha yüzeyde yerleşik tehdit algılarımızın ve güvenlik endişelerimizin altındaki devasa tehdit ve endişe çok daha gerçek ve bambaşkadır belki de.

***

Safça bir iyimserlik belki de benimkisi. Ama yine de biz, olan biten onca ümit ve heves kırıcı şeyden sonra bile, insanın büyük serüvenine, büyük insanlık hikayesine bakmaya devam etmeliyiz. Kendi edilgen, tabi varoluşuyla yüzleşmek ve onu aşmak, bıkıp usanmadan öteye geçmek isteyen insanın benzersiz mücadelesine. Hayatın başlangıcındaki bağımlı ve muhtaç konumunu ve koşullarını durmaksızın aşarak kendini etkin bir fail, bir özne katına yükseltmenin, kendi kaderine hükmetmenin imkanlarını ısrarla merak eden ve arayan büyük insanlığın çabasına. Bizzat kendi için tasarladığı bir gelecek hayaliyle büyülenen, baştan çıkan, bunun olanaklarını yaratmak için didinip duran yüce insanlık durumuna bakmalıyız. O çabaları ortaklaştırma ve birleştirmenin, eşitlikçi ve kolektif bir perspektifle buluşturmanın usul ve araçlarını keşfetmeye, tekrar tekrar icat etmeye yoğunlaşmalıyız. Bunun kestirme yolları olmadığını hep hatırda tutarak, acele etmeden, sabırla ve inatla.  


[1] S. Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. Tuncay Birkan, Metis, 2002, s. 44