Geçmişle yüzleşmenin modası geçmiş görünüyor. Ezilenlerin hafızasının zuhuruna ve meşrulaşmasına dönük çabaların gerilemisini, akamete uğramasını kastediyorum. Dahası, devletler, resmî-tarihler karşı atağa geçti. Mesela, sosyalist Allende hükümetine karşı Pinochet darbesinin 50. yıldönümünde Şili’de “rejim kötüydü, fazla işkence yaptılar ama komünizm tehlikesine karşı yapılan darbe haklıydı” kanaatini taşıyanlar, kamuoyu yoklamalarında %40’a yaklaşmış. On yıl önceki 40. yıldönümüne göre iki katından fazla artarak… Sadece resmî tarihler değil, “yüzleşme endüstrisi”[1] de, sulandırmaya, cıvıtmaya zemin hazırlayabiliyor.
***
Özgür Sevgi Göral’ın Yaramız Derindir kitabı (İstos Yayın, İstanbul 2023), işte bu akıntıya karşı kulaç atan, kıymetli bir müdahale.
Göral,[2] hafıza sahası kavramını kullanarak, hafıza siyasetinin koordinat sistemini genişletiyor, onu çok yönlü, çoğul bir alan olarak tarif ediyor. Ve tabii, saha kelimesinin sportif çağrışımıyla, bir mücadele alanı. Kitapta, iki hafıza siyaseti kavramının altını çizdim. Birisi, hafıza rantı: unutma-hatırlama tercihleriyle ve stratejileriyle kurulan üstünlükleri anlatıyor. Diğeri, hafıza militanlığı: unutturulan veya karartılan bir mezalimi faş etmeye adanmış bir mücadeleyi, onunla yüzleşmeye zorlama uğraşını anlatıyor.
Bir de, inkâr siyaseti hakkında kullanılan yorgun sıfatının altını çizdim: “Yorgun ve katı inkârcılık...” Göral en az 5 kere tekrar ediyor bu sıfatı. (Yorulmadan!) Toplumda da buna tekabül eden bir yorgunluk var. İnkârcılığın yorgunluğu, onun şiddetine mani değil.
***
Kitabın iki temel müdahalesinden biri, Türkiye’nin hafıza sahasını Fransa’yla karşılaştırarak; birincisi, mukayeseli bakışın lüzumunu, ikincisi, geçmişle hesaplaşmada ırkçılık ve sömürgecilikle yüzleşmenin lüzumunu vurgulamak. Mukayeseli bakış, Türkiye’nin –sadece hafıza siyasetinde değil genel olarak– biricik, bambaşka, feci kendine özgü olduğu zehabından kurtulmak için lüzumlu. Irkçılık ve sömürgecilikle yüzleşmek, Göral’ın dikkat çektiği somut Kürt-Türk bağlamından öte, sömürgeci pratikler modern ulus-devletin yapısal bir veçhesini oluşturduğu için lüzumlu.[3]
***
Yaramız Derindir’in asıl üzerinde duracağım diğer önemli müdahalesi, Türkiye’nin bir “unutma/amnezi ülkesi” olduğuna dair kabulle cebelleşmesi. Göral, burasının bir ‘unutkanlar diyarı’ olduğuna dair, hafıza literatüründe çokça tekrarlanan teze karşı çıkıyor. Basitçe özetlersek, kimsenin bir şeyi unutmadığını, zulümlerin, kıtallerin pekâlâ farkında olduklarını fakat hâkim ideolojinin tesiri altında bunları meşru veya mazur gördükleri için mesele etmediklerini ileri sürüyor. Meşru ve mazur görmenin derecesi o ki, hayatın olağan akışı içinde ayırt edilecek bir ‘olay’ görmüyorlar orada. Göral, amnezi yerine afazi kavramını öneriyor.[4] Hafıza kaybı veya ‘düz’ unutma anlamındaki amneziden farklı olarak afazi, geçmişi konuşabilmenin kelimelerinden, kavramlarından, fikirlerinden yoksun olma halini anlatıyor. Bilinçli red ve inkâra bağlı bir tutukluk hali. Bilinçli/müktesep bir kabiliyetsizlik.
***
Afazi kavramını hafıza sahasına sürmek, hayırlı bir müdahale. Özellikle Kürt “meselesi” ve Ermeni soykırımı gibi ‘sert’ bahislerde, vaziyeti daha iyi anlamamızı, açıklamamızı sağlayacak. Zira hafıza sahasının hâkim ideoloji tarafından tam saha pres altına alındığı bu vakalarda, afazinin ‘örgütlendiğini’ söyleyebiliriz.
Bununla beraber, unutmayı da tamamen unutmanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Bir “sıfır mazi siyaseti”nden söz ederek,[5] Türkiye’de hafıza siyasetinin –Göral’dan uyarlayalım-, bir “unutma rantına” da dayandığını ileri sürmüştüm; yani onun karşı çıktığı amnezi tezine su taşımışlığım vardır. Devam ve ısrar edeyim. Mesela, Türk milliyetçiliği ve ulus-devleti, Balkan savaşları ve göçü travmasını, ‘lehinde’ bir travma olmasına rağmen, esasen unutulmaya terk etmiştir.[6] Andığım yazıda kullandığım “nisyan katmanları” imge-mefhumunda da ısrar edeyim. Kıyımların, kırımların, travmatik hadiselerin fazlalığı, unutma –veya bastırma- riskine zemin hazırlar. Taylandlı yönetmen Apichatpong Weerasethakul’un Memoria filminde, köyünden hiç çıkmadığı gibi televizyon ve film izlemediğini söyleyen bir adam vardı. Çünkü gördüğü her şeyi hatırlıyordu ve kendi söyleyişiyle, hafızasını telâşa vermek istemiyordu. Bizim hafızamız, hep telâştadır.
Daha önemlisi, mağdur grupların çoğulluğu, ötekinin (yanındaki-ötekinin) geçmiş yarasını unutmayı kolaylaştırır, hatta onunkinin-değil-asıl-kendisininkinin-derin-bir-yara-olduğunu kabul ettirmeye dönük gizli bir rekabete de yol açar. En geniş tabiriyle muhalif hafıza sahasında, 12 Eylül, Malatya, Maraş, Bahçelievler, Çorum, Fatsa… diye saysak, herkes hepsini hatırlıyor mudur mesela gerçekten? Hele vaka, kendi hafıza militanlarından da yoksunsa. Yönetmen Ceylan Özgür Özçelik, “hatırlamadığım için hatırlıyorum” diyor ya… Lâf olarak bildiği Roboski’nin “tam olarak ne?” olduğunu öğrenmek için araştırması gerektiğini anlatırken…[7]
***
Ayrıca, hafıza sahasını sadece doğrudan doğruya hafıza siyasetinin belirlediğini zannetmeyelim. Sadece Talin Suciyan’ın tabiriyle red ve inkâr habitusunun değil, umum toplumsal habitusun da, toplumsal ethosun da belirleyiciliği var. Yine andığım “Geçmişle hesaplaşmak…” yazısına atıfla, Türkiye’nin hayatta kalmacı pragmatist toplumsal ethosunun, “önümüzdeki maça bakalım” gündelik-ideolojisinin, harıl harıl bir unutturma motorunu işlettiğini zannediyorum. Kimselerin, geçmişteki acı şeyleri düşünmeye de vakti yok.
***
Zaten Özgür de, -artık adıyla çağırayım!-, hafıza sahasının karmaşıklığını vurguluyor; “unutma/hatırlama zıt ikilisiyle açıklanamayacak kadar karmaşık” olduğunu söylüyor. Afazi, güçlü ve isabetli bir kavram, fakat bütün o karmaşıklığı açıklamaya muktedir bir maymuncuk saymamalı onu. Sahada unutmak (amnezi) da var, “fragmante hafıza”[8] da var. Topyekûn dilsizleşmeyi anlatan afaziden farklı olarak konuşma kabiliyetinde sınırlı kayıp veya bozulma anlamına gelen disfazi de var.
***
Yaramız Derindir’de Özgür Sevgi Göral, hafıza sahasındaki mücadelenin politik niteliğini vurgular, hafızanın bilinçle-anlamayla birleşmesi gerektiğini hatırlatırken, “sadece insan hakları retoriğiyle, bireysel mağduriyet hikâyeleriyle,” vicdanlara hitap ederek geçmişle yüzleşmenin sağlanamayacağını haykırıyor (evet, doğru fiil bu). Haklıdır, ‘apolitik’ bir hafıza siyaseti -hele “yüzleşme endüstrisi”nin fetbazlıkları karşısında- aciz kalacaktır.
Yazının başına dönerek, şunu da eklemeli: Geçmişle yüzleşme “modasının” geçmesi, hatta evet, afazinin galebe çalması, hafıza siyasetinin adalet-demokratikleşme-özgürleşme mücadelesini ikame edemeyeceğini, arabayı atın önüne koşmamak gerektiğini de gösterdi. ‘Masum’ bir hafıza restorasyonuyla, otomatikman demokratikleşmeyi temin etmek mümkün değil. Tersine, etkin bir demokratikleşme-özgürleşme siyaseti, hafıza siyasetine can verebilir ve ikisi birbirini güçlendirebilir.
“Sadece insan hakları retoriği” denen şeyi harcamaya da kıyamam ama! (Özgür de kıyamaz.) “Sadece insan hakları retoriğine” yaslanan bir geçmişle yüzleşme fragmanı, bir film, bir edebiyat, bir resim, red ve inkâr siyasetini topyekûn teşhir etmenin ‘full’ bilincini yansıtmasa bile, afaziyi tedavi edici etkiler yaratabilir, yorgun ruhları silkindirebilir, argın[9] vicdanları dürtebilir. Kaldı ki, insan haklarının sadece’si de, muktedirdir o bilince.
[1] Hazal Özvarış (yayına hazırlayan): Adalet Atlası. İletişim Yayınları, İstanbul 2023, s. 101. Bu kitap da, hafıza siyasetiyle ilgili zihin açıcıdır.
[2] Tanışmanın imtiyazıyla “Özgür” diyebilirim ama kamusal alandayız!
[3] Barış Ünlü: “Modern devletlerin ikili doğası ve milliyetçilik: Sözleşme ve sömürge,” Birikim, sayı 398-399 (Haziran-Temmuz 2022), s. 25-37.
[4] Bu kavramı, 1. notta zikredilen Adalet Atlası’ndaki konuşmasında da kullanıyor - s. 85.
[5] Tanıl Bora: “Geçmişle Hesaplaşmak: ‘Söyledim ve Vicdanımı Kurtardım’dan Ötesi,” Birikim, sayı 248 (Aralık 2009), s. 7-17.
[6] “Sözde” Ermeni soykırımına karşı, “ona bakarsan…” işleviyle kullanımı bile sınırlıdır.
[7] Yine Adalet Atlası, s. 135.
[8] Adalet Atlası’na son selam: s. 81.
[9] Sözlükteki ikinci anlamına bakın: beceriksiz, kabiliyetsiz.