Kültürel Hegemonyanın Bir Başka Cephesi
Tanıl Bora

İktidar sözcüleri, bizzat Erdoğan, bütün iktidarları ele geçirip bir tek kültürel iktidardan eksik kaldıkları yakınmasını, aralıklarla tekrarlıyorlar. Bu yakınmalar, sağdan soldan muhalifler arasında, acı-alaycı bir memnuniyetle karşılanıyor. Hatta iktidarı içeriden eleştirenler, -kimi eski İslamcılar, fabrika ayarcılar-, bu özeleştiriye tutunup, haklılıklarının tescilini görüyorlar.

Solda, iktidarın kültürel iktidar/kültürel hegemonya eksiklenmesi, bir üstünlük hissi de yaratabiliyor. O alanda hâlâ hegemonik olduğunu hasmından işitmek, özgüveni okşuyor.

Sosyalizmin-Marksizmin siyaseten yenilmesine rağmen "kültürel Marksizmin" hâlâ hükmünü sürdürdüğü iddiası, sadece Türkiye'de değil global düzeyde çeyrek asırdır sağın şiârıdır. "Kültürel Marksizmin," veya en geniş mezhepli tanımıyla solun, medyada, sanat-edebiyat ortamında, sinemada... köşe başlarını tutmuş olmanın ve klientalist ilişkilerin de yardımıyla, küstahlığıyla, iktidarını koruduğunu ileri sürerler. Norveçli cani neofaşist Breivik, mahkemesinde, böyle tarif ettiği "kültürel Marksizmle" mücadeleyi Avrupa çapında siyasî program olarak koymuştu.

Yerli-ve-millîciler, ilaveten, Türkiye'deki "kültürel Marksistlerin"/solcuların, aslında global kapitalizmin kültür endüstrisinin bayiliğinden başka bir şey yapmadığını söylüyorlar.

Sanat-edebiyatın yanısıra, hâkim etno-kültürel kimliğin bastırdığı kimliklerle ilgili duyarlılık da, toplumsal cinsiyetle ilgili duyarlılık da "kültürel Marksizm" sınıfına giriyor. Hatta sağın bakış açısından bu duyarlılıklar, bu ilgiler, siyaseten mağlup solun kültürel bir iktidarı sürdürmesinin ayrıcalıklı ikame sahalarıdır.

***

Yine en geniş tanımıyla solun, sanat-edebiyat, müzik, tiyatro, sinema... alanlarında bir gücü olduğu doğrudur. Yedi yıl kadar önce, iktidarın kültürel hegemonya-kültürel hegemonya diye tuttururken, bu gücü siyasî-'çıplak' güçle alt etmeye çalıştığını yazmıştım.[1] Asıl, "kültürel Marksizmin" madûnlarla ve toplumsal cinsiyetle kurduğu alâkayı, zor ve tahakkümle kahretmeye çalışıyorlar. Bu, tekrarlayalım, sağın global seferberliğidir. Bir bakıma yeni anti-komünizmin bir çehresidir. Barış Ünlü, bu şedit tepkide bir güç işareti görüyor. "Kültürel Marksizm" diye damgalanan solun, '68 hareketinden beri kat ettiği dönüşümle, farklı tahakküm ve sömürü ilişkilerinin madûnlarını eşitlik içinde kavrama kapasitesini geliştirerek, müesses nizamda ve sağda bir çeşit 'devrim korkusu' yarattığını söylüyor.[2] Bu kapasite henüz güçlü bir siyasî platformdan yoksundur fakat küçümsenmeyecek bir kültürel sürekli-devrim dinamiğidir[3], ona göre.

***

Kısacası, iktidarın, kendisinin kültürel düzlemde en azından daha zayıf olduğuna, solun iyi kötü bir kültürel hegemonik etkiyi sürdürdüğüne dair yerinmesinin, başka öncüllerle ve çıkarımlarla bile olsa, solda da paylaşıldığını tekrarlayalım.

***

Fakat kültürün opera-bale-tiyatro-sinema-sanat-edebiyattan ibaret olmadığını, "kültürel Marksizm" diye yaftalanan kimlik davalarından ibaret olmadığını unutmayalım. Bourdieu'ya muhtaç olmadan bile, kültürün Habitus'la ilgili olduğunu biliyoruz. Kültür, habitus'tur; yani üzerine özel olarak düşünmeden, kendiliğinden işler hale gelmiş, yerleşikleşmiş düşünme ve algılama kalıplarıdır, hal ve hareket tarzlarıdır. Seküler-muhafazakâr ayrımıyla kaim olmayan, ikisini de yatay kesen müesses hayat biçimidir. "Ortamlar"dır. Hâkim zevklerdir.

Kültürün habitus cephesine bakınca, siyasî iktidarın "kültürel alanda iktidar olamadık" diye yakınmasına hâcet yoktur. Gündelik hayat protokolünde, kamusal alandaki “muamelatta” hâkimiyetini kurmuş olan kültürel “kodlar,” siyasî iktidarın kültürel hegemonyasını yeniden üretmiyor mu?[4]

Teşrifata bakın: müdür, başkan, maiyet pohpohu her yerdedir. Tefrişata bakın: suretler-imgeler değişebilir, post-modern rokoko stili her yerdedir.

Liyakatin ihmal edilebilirliği, diyelim, sadece bakanlıklara, ‘devlet katına’ mahsus değildir; her mesleğin müktesebatına ve kazanılmış hakkına dönüşmüştür.

Nobranlık, hem bir makam-ve-mevki kazanımı olarak, -ki bir bakıma liyakat ikamesidir-, hem de genel itibar ve haklılık nişanı olarak çehrelerdedir.

Hukukun prekarizasyonu, emeğin prekarizasyonu, günlük hayatın prekarizasyonuyla tamamlanır. Keyfîliğin, sürekli istisna hali rejiminin sıradan, 'masum' tezahürlerine, günlük ilişkilerin seyri içinde gün be gün rastlarız.

Zamanın kelimeleri: "algı yönetimi," "büyük resim," "onun şundan/bunun ondan hiç farkı yoktur," "kırmızı çizgi"... herkesin dilindedir.

Anti-entelektüalizm, kendi başına haklılık alâmeti olma ağırlığındadır. Sinizm, bilginin otoritesini ezen bir otorite kazanmıştır.

Linççi dil, siyasî-kültürel vs. söylemleri aşan üst dildir. Linç, Türkiye-toplumunu-birarada-tutan-nedir? sorusunun, -toplum olma vasfını sıfırlayan-,  paradoksal  cevabı olarak, bir ulusal spor haline gelmiştir.

Yine unutmayalım ki, tüketim kültürü de kültürdür; habitus, eşyayla ilişki tarzımızla da belirlenir. Fayda-maliyet hesabının hayatın içinde 'kılcallaşması,' her şeyin her şeyin parasallaşması, ebedî borç çevrimi de habitus kurar.[5]

***

Zamanın ruhu, diyeceksiniz bunların bir kısmına. Evet, zamanın ruhu. Ama işte zamanın ruhunu kuşanan ve onu dört bucağa üfleyen de, bu iktidardır.

***

'Korkarım,' diyeceğim, -İngilizcenin global hegemonyasının bir lâfzıyla-, iktidarın kültürel hegemonyası gayet muhkemdir. En azından, gayet muhkem olduğu bir cephe vardır. Kültürel hegemonya mücadelesinin bu gözden saklı ama geniş cephesi, uzun mevzi savaşlarını gerektiriyor.


[1] https://birikimdergisi.com/haftalik/8174/kulturel-hegemonya

[2] Barış Ünlü-Bülent Eken (derleyenler): Bir Büyük Dönüşümden Kesitler'deki makalesi. Dipnot Kitabevi Yayınları, Ankara 2023.

[3] Bu tabiri Barış Ünlü'yü okurken ben uyduruyorum.

[4] Bu ikazı ilkin aşağı yukarı on yıl önce Faruk Alpkaya'dan işitmiştim.

[5] Bir parantez: iktidarın kültürel hegemonya eksikliğinden muzdarip sözcüleri arasında da kültürün bu cephesine dikkat çekenler var. 'Kardeşlerinin' ekseriyetinin kapitalist tüketim kültürünün esiri olmasından, eşyaya bağımlılığından ve yerleşik eşya nizamını sorgulamamasından dertleniyorlar.