“General Motors’un başına geçebilir miyim? Teorik olarak evet, ama teorinin bizi nereye götüreceğini biliyoruz. General Motors’un başına değil.”[1]
Bu Ursula K. Le Guin’in söylediği bir şey, hem teorik bilginin tek başına ne kadar çıtkırıldım bir şey olduğunu anlatması bakımından, hem de kimi durumlarda kadınların teorik olarak her şeyi yapabileceklerinin mümkün olmasına rağmen çarptıkları sınırların onları nereye götürdüğünden bahsediyor. Bana sorarsanız, bu cam tavan denilen şeyden epey farklı bir kavramsallaştırmayı da gerektiriyor. Evet, kadınlar dünyanın türlü çeşitli biçimleriyle uğraşırlarken cam tavanlara çarpıyorlar ama cam tavana kadar erişebilmeleri için yine de belirli bir yüksekliğe varabilmeleri gerekiyor. Benim merak ettiğim şey ise o yüksekliğe erişmenin kendisi kategorik olarak yasaklandığında ne olduğu, daha doğrusu kadınların hayat bilgisine dair sınırların, yükseklik alçaklık, özgürlük güçlenme, iş hayatı gibi fragmanlara ayrılmadığında o bütüne ne olduğu. Çünkü cam tavanın olduğu o yüksekliğe çıkabilmek için gereken merdivenden çok daha hayati bir mesele de sanırım cam duvarlar. Hem onlara çarpmamız için muhakkak bir istihdam ilişkisi içinde olmamız gerekmiyor. O cam duvarlar, hayatın her köşesinde bekliyorlar.
Bu hayatın bir köşesi, bazı kadınlar için Afganistan’da teşekkül ediyor. 2021 sonlarına doğru Amerikan’ın Afganistan’dan çekilmesiyle beraber Taliban yönetime geçmişti. Kadınların izlerini ilk günden başlayarak siliyorlardı, işgal edenin işgal ettiği toprakları terkiyle beraber kadınların artık sadece erkeklerin savaşının değil, barışının da mağduru olacakları ortaya çıkıyordu. O zaman sormuştum: Afgan kadınların yurdu dağılırsa evi genişler mi diye. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Afgan kız çocuklarının altıncı sınıftan sonra eğitim almasını ve pek çok kadının kamu ve özel işyerlerinde çalışmasını yasaklayan Taliban'a karşı ortak bir uluslararası yaklaşım oluşturmak amacıyla bir yıl önce Doha sürecini başlattı.
Doha sürecinden önce Taliban, Afganistan’daki Birleşmiş Milletler biriminin kadın çalışanlarına çalışma yasağı getirmiş, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bu yasağı kınayan 2681 sayılı bir karar almıştı. Daha sonra uluslararası kamuoyundan Taliban’ın Afganistan’ın resmi temsilcisi olarak tanınması yönünde baskı oluşmaya, Taliban’ın reforma uğradığına ve ılımlı olduğuna dair açıklamalar peşi sıra gelmişti. BM İnsan Hakları Uzmanları, 14 Ağustos 2023’te Taliban’ın reforma uğradığı ve ılımlı olduğuna yönelik iddialarını reddeden kolektif bir açıklama yayımlamıştı.
Birleşmiş Milletler’in başlattığı Doha süreci 30 Haziran’da başlayacak. Guterres ilk toplantıya de facto yetkili olan Taliban üyelerini davet etmemişti ama Taliban, delegeleri Afganistan'ın tek temsilcisi olarak kabul edilmediği sürece görüşmeyi sürdürmeyeceklerini söyledi. Bunun üzerine Taliban davet edildi. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün de içinde olduğu insan hakları grupları, BM'yi Taliban'ı Afgan kadın ve kız çocuklarına karşı işlediği "suçlardan" sorumlu tutmak yerine Doha'daki toplantıya davet ettiği için eleştirdi. Ardından Birleşmiş Milletler, Taliban’la görüşmenin başlayacağı Doha sürecinde ilk etapta kritik insan hakları konularının konuşulmayacağını doğruladı. Eleştirilere yanıt veren Birleşmiş Milletler, Doha sürecinde Taliban’ın muhatap alınarak kız çocukları ve kadınlar için çalışmaya başlamış olduklarını iddia etti ama bu toplantıya tek temsilci olarak ve kadınları dışlatarak katılan Taliban süreci böyle yorumlamıyordu. Onlara göre Taliban rejimin artan öneminin kanıtı, kendilerinin BM'nin Doha toplantısına tek temsilci olarak davet edilmeleriydi.
Bu kritik ve kadim bir mesele. Yani en temel insan hakları ihlalleri için uzlaşma ve müzakere stratejilerinin ne dereceye kadar genişletilebileceği. Benzer bir tartışma Katar ve Afghanistan, CEDAW yani Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni imzalarken de yapılmış, bu iki ülkenin özellikle miras ve aile hukukuna ilişkin olarak en temel haklara çekince koymasına izin verilmişti. Buradaki temel soru şuydu, en temel hakların inkârı söz konusu olduğunda bunun ne kadarını kültürel görecelilikle açıklayabilirsiniz? Yani uzlaşının sınırı neresidir, orta yolu bulabilmek için müzakere stratejileri geliştirebilirsiniz tabii ama kiminle, kimin adına ve ne pahasına geri adım attığınız da en az müzakerenin kendisi kadar hayatidir.
Bu yüzden de Afganistan’da Taliban’ın kadınlar için öngördüğü yasaklar ne sadece Afganistan’la ne de sadece belli hak kategorilerinin inkarıyla ilgili. Frieda Afary, Afganistan’daki durumun özgünlüğünü ve apartheid niteliğini anlattığı çalışmasında, ABD hükümeti ve diğer müttefiklerin Afganistan’da yönetimi Taliban’a teslim ederken bu rejimin sadece kadın düşmanı olduğunu değil, ırkçı, cihatçı niteliklerini olduğunu da bildiğine dikkat çekiyordu. Bu da geniş anlamda barış hakkının kadınlar aleyhine küresel anlamda içinin nasıl boşaltıldığını anlatıyordu. Afganistan Parlamentosu’nun eski milletvekili Raihana Azad’ın söylediği şey, uluslararası kurumlar ve dünya siyasetinin, kadınlar söz konusu olduğunda kavramların içini nasıl boşalttığını da ifşa ediyordu: “Bugüne dek erkeklerin savaşının mağduru kadınlardı ama artık Afganistan’da kadınlar, erkeklerin barışının da mağduru olacaklar.”
Öte yandan kadınlar için hayat hakkının tam olarak ne anlama geldiğini söyleyen bir başka gelişme daha oldu, üstelik içinde Afganistan’ın da olamadığı bir gelişme. 2024 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu birkaç gün önce yayımlandı. Dünya Ekonomik Forumu’nun 18 yıldır yayımladığı bu raporda[2] sayısal verilerin ötesinde bir başka gerçeklik yatıyor. Toplumsal hayatı rakamla anlatmanın fasit daireleriyle ilgili bir gerçeklikten bahsediyorum. Tanıl Bora bunu rakamları isme çevirmek diye ayrıntılandırıyordu: “Rakamlar isme çevrilince, bunu da çok açık seçik görüyorsunuz.”
İşte raporun verilerini de hayata tuttuğunuzda, rapor bir başka dille konuşuyordu: Kadınların sınıfı, emeği, işgücü ve gelirleri arasındaki uçurumun, bölgesel farklılıklarla beraber nasıl derinleştiğini, siyasetin değiştiği dönemlerde kadınların da eşitliğinde nasıl farklılaşma olduğunu gösteriyordu. İşgalden sonra yani Amerika Birleşik Devletleri’nin Afganistan’dan çekilmesinden ve Taliban’ın yönetimi almasından sonra kadınların siyasal temsilleri 107. sıradan 146. sıraya gerilemişken, bir anda 2024 raporunda her sene gördüğünüz Afganistan ismini göremiyordunuz çünkü 2024’e dek Dünya Ekonomik Forumu, Afganistan’ı da inceleyebiliyorken, bu sene ilk kez veri akışı sağlanamadığından Afganistan raporda yer almıyordu.
Raporun kadınların hayatı açısından sunduğu daha önemli bir veri, Sağlık ve Hayatta Kalma Alt Dizini’ydi. Çünkü kadınların ekonomiden en az payı aldığı ülkeler aynı zamanda kadınların sağlık ve hayatta kalma dizininde de en yoksul olduğu yüzde beşlik kesimdeki ülkeler. Yani kadınların ekonomik özerkliği azaldıkça, hayatta kalma oranları belirgin şekilde düşüyordu. Hayatta kalma darken, gerçekten kadınların yaşama haklarıyla ilgili bir şeyden bahsediyor rapor. Büyük siyasal değişimlerin gölgesinde, kadınların haklarıyla hayatta kalmaları arasındaki o bağdan bahsediyor yani.
Bu yüzden Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü Doha sürecinin tam olarak ne anlama geldiğini düşünüyordum. Yani uzlaşmanın binbir biçiminin, her türünün bizi gerçekten de hikâyenin bütününe taşıyıp taşımadığından. Kadınların izlerini yerel ve gündelik hayattan silen, onları hukuk öznesi olmaktan çıkarıp uluslararası hukuku kendi temsiliyle görünür kılan bir siyasetin içine sızmak tam olarak bu türden biz müzakere değildir diye düşünüyordum. En nihayetinde tavizle müzakere arasında bir mesafe var. Çünkü toplumsal hareketlerin fark yaratma biçimlerinden biliyoruz ki fikir, toplumsal hareketin kendisinden önce gelir. Henüz en başta taviz verdiğiniz şey fikir olduğunda, arkasındaki soru kimin adına o tavizi verdiğiniz, hangi toplumsal hareketi o taviz uğruna feda ettiğiniz olur.
Afgan illüstratör Mona Chalabi, Birlemiş Milletler Kadın Birimi ile yaptığı çalışmasında Taliban’ın yönetimi ele almasından sonra Afganistan’daki kadınların hareket serbestisini resmetmişti. Bu çalışmaya “neredeyse her yerden neredeyse hiçbir yere” başlığını vermişti.
“Dünyanın dört bir yanındaki pek çok kadın için ön kapıdan çıkmak hayatın sıradan bir parçasıdır. Birçok Afgan kadın içinse sıra dışıdır. Bu bir meydan okuma eylemidir. Tüm bu zorluklara rağmen kadınlar umut ışığı yakmanın yollarını bulmuşlardır. Afgan kadınlar hala toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için yeni sivil toplum grupları kuruyor, işletmeler işletiyor ve sağlık, eğitim ve koruma hizmetleri sağlıyor. Afgan kadınları, onurlu ve eşit bir yaşam sürme haklarından vazgeçmeyecektir. Bir erkekle aynı hayatı yaşamaya layık olmadıkları bir dünyada yaşamayı kabul etmeyecekler.”
Uluslararası hukukun ve kurumların, dünyadaki kadınların camdan duvarlarına verdikleri cevabın ne anlama geldiğini bir çerçeveye oturtmaya çalışıyorum. Açmaya çalıştıkları yol, kadınların bugüne dek aştıklarının epey gerisine denk düşüyor bana sorarsanız: “Neredeyse her yerden, neredeyse hiçbir yere” giden bir yol gibi.
[1] Ursula K. Le Guin, Zihinde Bir Dalga: Yazar, Okur ve Hayal Gücü Üzerine, Metis Yayınları, 2017, s.16.
[2] Raporun sonuçlarının Türkiye ile ilgili kısmını Kadın Koalisyonu olarak Baran Can Sayın’ın haberiyle değerlendirmiştik: https://gazeteoksijen.com/turkiye/nasil-en-az-esit-olunur-gosterdik-214632