Kainatın Tüm Sesleri Susar Mı Hiç?: Açık Radyo
Işıl Kurnaz

“Telsiz Tesisi Hakkında Kanun”[1] Türkiye’de, radyoya ilişkin ilk yasal düzenlemenin ismi bu. Telsiz tesisi. Türkiye’de ilk kez radyo yayını yapılmasını sağlayan ve rivayete göre ilk yayının anonsunu da okuyan Eşref Şefik, radyo kelimesinin fazla yabancı bulunup anlaşılamayacağından korkmuş. Onun yerine, telsiz telefon demeye nasıl karar verdiklerini anlatıyor:

“Telsiz telefon dememizin sebebi ise düşündük düşündük radyo desek anlaşılmayacak belki abone bulamayacağız, ben mi teklif ettim Sedat Nuri mi teklif etti bilmiyorum ama böyle bir isim aldık. Gazi’ye de haber gönderdik heyetle telsiz telefonumuz artık sesini dünyaya duyuracak filanca gün hazırlandık.”

Sesini dünyaya duyurmak denilen şey, Ünsay Oskay’ın akademik dili genişlettikçe genişleten o çalışmasındaki ifadesine de benziyor. Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon adını verdiği, daha sonra aralarında Melih Cevdet Anday’ın, Mümtaz Soysal’ın da olduğu bir jüri tarafından TRT 1970 Bilimsel Araştırma Büyük Ödülü’nü de alacak kitabında radyonun bir özelliğinin, toplumun ufkunu gözetlemek olduğunu söylüyor Oskay, radyo “ülkeyi dış dünyaya, insanları büyük topluma bağlar” diyor. Ufkun gözetlenebilen bir şey olması kadar, ufukların birbirine bağlanıp genişleyebilen bir şey olmasından da bahsediyor bana sorarsanız. Onun yarım asrı geçen tespitini yaşatan bir başka mecra daha var elbette. Sloganını söylersem, kendisini tanıyabilirsiniz: “Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo”.

Telsiz telefon sesini dünyaya duyurdu, ülkeler dış dünyaya, insanlar topluma bir şekilde bağlandı. Devridaim denilen şey yani tarih doğrusal olmasa da bir şekilde ilerleyen bir hatla örülü. Ama değişmeyen bir şey var ki, kâinatın tüm seslerini, renklerini ve titreşimlerini kapatmaya çalışan bir tür devlet aklı.

RTÜK’ün Açık Radyo’nun lisansını iptal etmesine ilişkin kararının haberini okumuşsunuzdur. Kararını diyemiyorum çünkü karar henüz yayımlanmadı, Açık Radyo’nun basın açıklamasından öğrendiğimize göre kendilerine de henüz bu konuda resmi bir tebligat yapılmamış.[2]

Ancak RTÜK’ün sayfasında hem üst kurul kararları bölümünde lisans iptali kararının gerekçesi olan 5 kez yayın durdurma kararına[3] ulaşmak mümkün, hem de lisans iptaline ilişkin usuli değerlendirmelerini paylaştıkları basın açıklamasına.[4]

Benim kafamı kurcalayan şey ise, RTÜK’ün yayın durdurmadan başlayarak lisans iptaline kadar geniş bir ölçekte verdiği kararlara ilişkin gerekçesi. RTÜK’ün uygulamakla mesul olduğu birincil mevzuatı, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun. Karar, bu Kanun’un 8. maddesindeki yayın ilkelerinin ihlali nedeniyle alınmış. RTÜK, Açık Radyo’ya aslında şunu söylüyor: “Yaptığınız yayın, ırk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ediyor veya toplumda nefret duyguları oluşturuyor.” Peki bunu neye dayanarak söylüyor? Açık Gazete programındaki 24 Nisan anmalarına ilişkin gazetecilerin ifadelerine dayanarak. Ama RTÜK, kararın gerekçesinde çok daha ilginç bir şey yaparak, bir tür tarihçilik görevi ifa ediyor.  Türkiye’de yerel mahkemeler bile AİHM kararlarını gerekçe göstererek ilgili cezaya konu edilen “Ermeni soykırımı” ifadesine ilişkin TCK madde 301 başvurularında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebiliyor. Örneğin bir kararın gerekçesi şöyle:

“Kabul edilemeyecek ve rahatsız edici nitelikte olsa da esasen tarihçileri ilgilendiren konunun farklı yorumlanış biçimlerinin genel olarak ve bir bütün olarak değerlendirildiğinde Türk milletini alenen aşağılama kastı olmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.”[5]

Sadece bu da ilgili, benzer ifadeler nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurularda Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğüne ilişkin yorumu şu şekilde:

“Her ne kadar davalı tarafından eserlerinde kışkırtıcı bir dil benimsenmiş ise de demokratik toplumlarda ifade özgürlüğünün incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceleri de kapsadığına şüphe yoktur. Yine başvurucunun toplumsal hassasiyet ve ilginin olduğu alanlarda kanaatlerini kamuya duyurmaktan kaçınmadığı gözetildiğinde başvurucunun kendisinin de eleştirilere katlanma yükümlülüğü altına gireceğine şüphe bulunmamaktadır.”[6]

Hem yerel mahkemelerin hem AYM’nin hem de AİHM’in bir ifadenin sınırlarına ilişkin hukuki değerlendirmeleri oldukça açık olmasına rağmen, aslında RTÜK kendisine yasayla verilmemiş bir görevi iş ediniyor ve bir tür tarih tartışmasıyla hem suçu tespit ediyor, hem cezayı kesiyor hem de bunu tarihle kanıtlamaya çalışıyor. Şöyle diyor:

“Ayrıca Ermenilere yönelik tehcir kararının öç almak ve dini-etnik kökeni nedeniyle katletmek gibi amaçlarla uygulandığı iddiasına temel teşkil edecek hiçbir örnek ve vesikaya da arşivlerimizde, yerli ve yabancı dönem müşahitlerinin notlarında ve objektif akademik çalışmalarda rastlanmaması "soykırım" iddiasının ne kadar mesnetsiz olduğunu gözler önüne sermektedir.”[7]

Ayrıca hakkında yayın durdurma kararı verilen programda örnek verilen ifadeler sadece birkaç saniyelik 2 kelimeye dayanıyor. Peki RTÜK’ün bu türden bir değerlendirme yetkisi var mı? Lisans iptal etme kararı için gerekçesini bulduğu ilgili mevzuatının RTÜK’ün görevini düzenleyen 37. maddesinin henüz ilk cümlesi şu: “Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün, düşünce çeşitliliğinin […] çoğulculuğun güvence altına alınması…”

RTÜK’ün kendi kuruluş kanunundaki görev tanımlamasının dışına çıkarak, Açık Radyo’nun yani kâinatın sesini kısması, insanların o büyük topluma bağlanmasını engelleme çabası sayılır, bu doğru. Ama öte taraftan bu, kamusal yayıncılığın zaten havuz medyasıyla, sermaye sistemiyle, reklam dünyasıyla, hükümet-sahipli kuruluşlarla inkâr edildiği o tek sesli çarkın sesini değil ama gürültüsünü epey arttıran bir müdahaledir de. Üstelik RTÜK kararında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Basın Meslek İlkeleri’nden bahsediyor ama örneğin, Venedik Komisyonu’nun Türkiye’de basın özgürlüğü hakkında 2022’nin sonlarında verdiği görüşe değinmiyor. Burada Venedik Komisyonu, Türkiye’de dikey haber alma dışındaki haber almanın imkansızlığından bahsediyor. Komisyon, Türkiye’deki medya özgürlüğünün dikey bir şekilde, hükümetten medya organlarına doğru giden bir hiyerarşi içinde tanındığını, yatay yani hükümet müdahalesinden azade medyanın ne kadar insan üstü çabalarla bu kamusal görevi yerine getirmeye çalıştığından bahsediyordu. Açık Radyo’nun yapmaya çalıştığı o şey gibi yani, kamuyla medya arasında herhangi bir dikey hiyerarşinin belirleyemediği yatay bir basın ve halkın haber alma özgürlüğü ilişkisi.

Amerika’nın ilk radyo editörlerinden Robert J. Landry, radyoların hükümetlerle ilişkisini anlatırken radyonun icadıyla beraber artık ifade özgürlüğünün içeriğinin değiştiğini söylüyordu. Yani ifade özgürlüğü, radyonun icadıyla birlikte artık öyle her saatte aynı anlama gelen bir hak değildi. Şunu kastediyordu Landry, “İfade özgürlüğü her yerde ve her koşulda karmaşık bir konudur. Yayında, gece saat 01.00’de tek bir istasyonda ifade özgürlüğü ile akşam saat 20.00’de bir ulusun yayın organında ifade özgürlüğünün aynı olmayacağı açıktır.”

Radyonun icadı, ifade özgürlüğünün saatini değiştirmişti. Türkiye’de o saat bir yerlerde durmuş olmalıydı tabii. Ünsal Oskay’ın ufuk dediği şey. O mealen şöyle söylüyor, halkın bir şeyi görmesi, televizyonda görmesi demek değildir. Halkın bir şeyi görmesi “bir yeniliği kendi hayat pratiğinde yaşayabilmesi” biçiminde anlaşılırsa, halk görmüş sayılır. Radyonun kendisinin, tarihsel anlamda böyle bir anlamı elbette var. Henüz ilk icat edildiği zamanlardaki ilk yayını Amerika’nın seçim sonuçlarını halka duyurmak olan radyo, kamuoyuna doğru genişledikçe siyasetçilerin ve siyasetin ete kemiğe bürünmesi anlamını kazanmış. [8]

Yani radyonun toplumsal dünyaya girişiyle birlikte ilk kez, sadece sözleri okunan politikacılar sesleriyle dinlenebilir olmuşlar, bir kişilikleri ve kitlelere yayabildikleri ses tonları olduğu ortaya çıkmış. Kâinatın sesine ne kadar benzer bir ses bilemiyorum, sonuçta kastedilen şey politikacının sesi. Ama politikanın hayata uzanabilmesi, dünyanın seslerini dışardan evin içine alabilmesinin Açık Radyolarla bir ilgisi olduğuna eminim. Bu, ufku görünür ve dokunulur kılmakla ilgili bir şey, siyasetin dimağlardan silmeye çalıştığı seslerin bir şekilde yolunu bulup kapıdan bacadan evin içine girebilmesiyle ilgili bir şey yani. Bunun için de Açık Radyo’nun açık kalması gerekiyor. Çünkü ancak öyle olduğunda medya ve basın, siyasal propagandanın ötesinde gerçekten hak mücadelesi olarak evin içine giriyor.  Aksi halde RTÜK gibi bağımsız idari otorite vasfında bir idari kurum, önce kendince bir yayının 2 kelimesinden suç ihdas ediyor, sonra bu suçun sübut bulduğunu tarihi gerekçeleriyle açıklıyor, sonra cezasını kesiyor, kestiği ceza ödenmeye başlanmasına rağmen cezanın perdesini arttırıyor, karar yerine basın açıklaması yayımlayarak bir suçun hem iddia hem karar hem savunma makamı oluyor.

Yine de kâinatın tüm sesleri susar mı hiç?


[1] https://www.kanunum.com/files/554-1.pdf  ; Cumhuriyet Döneminde Radyo Yayıncılığının Başlaması ve Gelişimi: 1927- 1950, Özbulduk-Kılıç ve Kaplan, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/3423117 

[2] https://acikradyo.com.tr/duyuru/kamuoyuna-duyuru-iii-tebligat-surecleri-hakkinda

[3] https://www.rtuk.gov.tr/UstKurulKarar/Detay/20125

[4] https://www.rtuk.gov.tr/radyo-ve-televizyon-ust-kurulu%E2%80%99nun-03072024-tarihli-toplantisinda--%E2%80%9Cacik-radyo%E2%80%9D-ya-dair-aldigi-kararin-detaylarina-iliskin-aciklama/4841

[5] https://t24.com.tr/haber/mahkeme-ermeni-soykirimi-ve-kurdistan-ifadelerini-kullanmanin-suc-olmadigina-hukmetti,1016441

[6] İbrahim Özden Kaboğlu [GK], B. No: 2015/18503, 30/5/2019

[7] https://www.rtuk.gov.tr/UstKurulKarar/Detay/20125

[8] https://www.fastcompany.com/90570860/how-a-1920s-radio-broadcast-changed-politics-forever