Kaçmak
Tanıl Bora

‘Böyle zamanlarda,’ kaçış, kaçışçılık, değişik suretleriyle zuhur eder. Böyle zamanlarda – yani kötü zamanlarda, zor zamanlarda, yani tahakküm, istibdat, yani mutsuzluk, çaresizlik zamanlarında…

Kaçışın görünümleri, nicedir ortada. Bunların herhalde en barizi, –çünkü fizikî ve mekânsaldır–, yurt dışına gitme savleti. Gazeteciliğin ve sosyolojik etütlerin de konusu olacak kadar bariz bir nüfus hareketliliği.[1] Belki buna, –genellikle yaş almış olanlarda!–, sayfiyelere çekilme eğilimini de ekleyebilirsiniz. Yaş almış olmayanlar, sayfiyeden ziyade kıra kaçıyor.[2]

Yurtdışı, adını koymasıyla da bariz bir kaçış deneyimi: Kaçış değilse de, “gitmek” deniyor. Adını öyle koymayan kaçışlar da var. Kamusal hayattan palamarı çözenler: yazmaktan çekilenler, sosyal medyadan çekilenler, “alınan” toplantılara artık katılmayanlar… Kimileri, adını da koyarak çekiliyor. “Haber izlemiyorum artık,” vs.[3]

Alkol, dünyanın her yerinde her dönemde, evrensel bir kaçış patikası. İllâ kederle, kahrederek olması gerekmez, illâ ilanen kaçmak olması gerekmez; avara kasnak bir ajitasyonla, coşumcu bir havayla ileriye doğru kaçmak çehresine bürünme kabiliyeti de vardır.

Dilim varmıyor ama, arttığı ‘söylenen’ –gerçekten öyle mi?– intihar da, yine evrensel bir kaçış rampası…

Fildişi kule, her zaman gözde bir kaçış rotasıdır: Siyasal faaliyetten, kamusal ilgiden tamamen kopuk olmasa bile oralara şemsiyeli bir entelektüel ilgi… Epey zamandır “düşünce” ve sanat-edebiyat atölyelerinin çoğalmasını, memleketi bir felsefe eğitimi merakının sarmasını, bu fasıldan sayabilir miyiz? Kamusaldan özele olmaktan ziyade, yarı-kamusala çekilmeler…

***

Zaten kaçma deneyimi için kullanılan kavram, eskapizm, esasen sanat-edebiyat tarihinin kavramıdır. Kelimenin kökünde eskapade var, yana atlama anlamında, at terbiyesinde atın yanlış sıçrayışını anlatıyor. Sonraları “kaçamak, macera,” anlamında kullanılmış. Modern zamanlarda psikolojide ve sosyal teoride, “gerçeklikten kaçma, hayali bir gerçekliğe sığınma” anlamında kullanılıyor. Ama herhalde en doygun anlamını, 18./19. yüzyıl geçişinde, romantizm akımında bulmuş.

Romantik dönem, “eskapist” (kaçışçı) sanatların altın çağı sayılıyor. Romanslar, masallar, destanlar şövalye romanları… Ki romanın kök-metni, Don Quijote, malûm, bizzat bir gerçeklikten-kaçış anlatısıdır…

Sonraki zamanlarda da, bilimkurgu, fantezi, eskapizmin zirveleri ve büyük başarıları sayılıyor. Derinleşmenin, tefekkürün, dünyaya yüz çevirmiş bir sabrın, biraz da mecnunluğun ürünleri. Kaçış edebiyatının has eserlerinden kaçış yoktur. Dünyaya dönmüş ve ‘gerçek’ olmuşlar, gerçeğin kadrosuna girmişlerdir.

***

Asuman Susam, Gülten Akın biyografisinde, onun "Ben kaçarak şiir yazan, daha doğrusu şiire kaçan biriyim" sözünden el alarak, şairin şiire kaçmasından söz ediyor. Veya: “Dışarıdan içeri kaçmak...” [4] Peki Gülten Akın şiirinin, eskapist/kaçışçı olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyemiyorsak, bu bize, böylesi kaçışta gerçek bir şeyin, dünyevî bir şeyin olduğunu ihtar ediyor olmalı.

Bu türden kaçışın, –dışarıdan-içeriye kaçmanın–, dönmek üzere çekilmek anlamı taşımasıyla ilgisi olmalı bunun. Rutinle dönmeyi bırakıp, –bazen, 'konuyu değiştirerek'–, halin ve kuvve’sinin ayırdına varmaya bakan bir çekilme.

Büyük komutanların, ustalıklarının çıtasını “ric’at yönetme”ye koyduğu söylenir; ric’at, geri çekilme, yönetmesi en zor harekâttır. Geri çekilmek, iyi yönetilmiş ric’at, tabir caizse kaçış-olmayan-bir kaçıştır. Yarasını sarmak için, gücünü toplamak için, hatasından öğrenmek için, yeni tohumlar ekmek için…

***

İleriye doğru kaçmaktan söz ettik. En iyi savunma hücumdur düsturuyla, riske girip, gücünden ötesini zorlayan bir ‘aktivizmi’ anlatır. Ric’at gibi askerî kökenli (yani stratejik) bir deyim. O da bir kaçış-olmayan-kaçış mı? Pek değil, zira ümitsiz vakaları anlatmak için kullanılıyor; çözüm olmadığını bilerek, adeta intiharî bir şekilde fiyakalı, kahramanca (evet, bazen gerçekten de kahramanca) bir hücum hamlesi. Amacı “kaçmadı” dedirtmek, –belki en çok, kendini buna inandırmak– olan bir kaçış…

Bazen, bizzat kamusal-siyasal faaliyet, ileriye doğru kaçışın âlâsı olabilir. Avara kasnağı döndürmekten başka bir şeye yaramıyorsa, gerçekten bir şeyi değiştirmiyor, hatta değiştirme amacını unutmuşsa…

***

Kaçacak yer var mı peki? Şu tüketim ve gözetim ve bilişim dünyasında, şu ‘total’ kapitalizmde, aslında yok. Mutlak tecrit dışında, kaçtığınız dünyaya tabisiniz. Daha dolaylı, belki daha incelikli olarak. Başka bir hukuka, başka ilişkilere, başka bir göze, başka önceliklere, başka türlü bir şeye, kaçmakla da erilmiyor. Böyle bir derdin peşinde olmasalar bile, kaçanları yine mutsuz eden hakikat…

***

Kaçmak, kaçmak olamıyorsa… Kaçmak, zaten bazen kaçmak değil de, yenilenmek, tazelenmek üzere çekilmekse… Her şeyden önce, kaçma deneyimi dedik – kaçmak da bu dünyada bir deneyimse… Yani, kaçışları, büsbütün yitik saymamalı; ya da, Kamusal’ın ‘yitik malı,’ saymalı, deyim yerindeyse. Bilmediğimiz yollardan geri gelebilirler, bilmediğimiz yollar açabilirler. Yani, gözden kaybetmemeli…

***

Her Temmuz yazısındaki gibi, 12 Temmuz 2007'de kaybettiğimiz Ulus Baker'i analım. Ulus, Yüzeybilim-Fragmanlar'daki “Orlando ya da Kadınlaşmak” başlıklı bölümde,[5] kaçış çizgisi kavramına şöyle bir dokunur.

Kaçış çizgisi, Deleuze&Guattari’nin mikro-politik ve rizomatik düşüncesinin kavramlarındandır. Şöyle anlatırlar: “Kaçış çizgileri, hiçbir zaman, dünyadan kaçmakla oluşmaz; tıpkı bir boruda delik açtığınızda olduğu gibi, sızıntılar yarattığınızda oluşur; bütün toplumsal sistemler, kaçış çizgilerini tıkamak için parçalarını ne kadar sağlamlaştırsalar da, her yanlarından sızdırırlar. (...) Devletin ağır silahlarına karşı doğrultulacak yeni silahlar, kaçış çizgileri üzerinde icat edilir. (...) Göçebeler, önlerine çıkan her şeyi, kaçış çizgileri üzerinde silip süpürdüler ve yeni silahları öyle buldular, böylelikle Firavun’u şaşkına çevirdiler.”[6]

Ulus'un bu kavramla halleşmesi, yine, aşındırmak üzerinedir. Şöyle yazar: “Peki, kaçış çizgisi nereden geçecek? Bu da Tanrı’nın bile öngöremeyeceği bir yerdir. Ya aileye geri dönecek, finolaşacaksınız yeniden, ya da aksine, Kaptan Ahab’ın başına gelenler gibi kendini yok edişe, mahvoluşa sürükleneceksiniz. Kaçış çizgileri tehlikelidir." Ve şöyle tamamlar: "Her tarafta inanılmaz riskler vardır. Ama bunlardan kurtulma yolunda umut da her zaman beslenebilir.” Bununla bitirelim. Umuttan, kaçmamalı.


[1] Şili’de Pinochet rejimi boyunca nüfusun %10’a yakını yurtdışına gitmişti. Isabel Allende değilse de, çoğu geri döndü.

[2] Hazar Uyar’ın Plaza Köylüleri belgeseli, tavsiyeye şayandır: https://www.youtube.com/watch?v=McS3jIavkgo

[3] Yaraya işemişliği olmayanların tuzu kuru "ben artık oynamıyorum" şımarıklığı da bir vak'a, tabii. Ümit Kıvanç bunu yazmıştı: https://www.gazeteduvar.com.tr/kustum-oynamiyorum-makale-1618703

[4] Asuman Susam, Gülten, Livera Yayınevi, İzmir 2024, s. 285.

[5] Yüzeybilim-Fragmanlar, İletişim Yayınları, 2021 (3. Baskı), s. 350-357.

[6] Deleuze ve Guattari, A Thousand Plateaus içinde, İngilizce’ye çeviren Brian Massumi (University of Minnesota Press, 11. baskı 2005) s. 204. Çev. Derya Yılmaz. https://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-kacis-cizgileri/2575