Artistlik Yapma!
Tanıl Bora

Bir aya yaklaşıyor, Melisa Sözen, Fransa'da popüler olan bir dizide PYD'ye sızan bir ajan rolünü oynadığı 'duyumu' üzerine, sosyal medyada berbat bir "terörist" suçlaması dalgasına maruz kaldı. Oyuncu hakkında, "sözde oyuncu" diye bile yazdılar!

İşi artistlik, yani oyunculuk olanın, artistlik yaptığı için, yani bir oyunda üstlendiği rolden ötürü sosyal medya lincine uğradığı; herhangi bir konuda bir lâf söyleyenin ise kolayca "artistlik  yapmakla" suçlandığı bir vasat, nasıl bir vasattır?

Öyle ya, biz ona alışığız aslında: "artiiist!" 'suçlamasına'. Son olarak, Can Atalay'ın 'durumunun' konuşulamadığı meclis oturumunda, Ahmet Şık kürsüde saldırıya uğrarken, oturumda, karşılıklı artistlik suçlamaları işittik.

En ‘yetkili’ makamlardan duyabiliyoruz bu ihtarı. Biraz eskiye gidelim. 5 yıl önce, İstanbul yerel tekrar-seçimi öncesinde İçişleri Bakanı, Trabzon havaalanında kendisine lâf atan bir vatandaşa “Artistlik yapma!” diye çıkışmıştı. ‘Diyalog’ şöyle gelişmiş: “Akıllı ol!” – “Artistlik yapma!” Bu memlekette bir vatandaşlık bilgisi kitabında muhakkak yer alması gereken temel sözler. (Ta ne zaman, Kenan Erçel de bu 'performansı' konu etmişti: Şov Yapma)

Şu meşhur “Ananı al git” hadisesinde de geçiyor…12 Şubat 2006’da partisinin Mersin’deki bir kongresine gelirken kendisine “Çiftçinin hali ne olacak? Hangi yüzle geliyor buraya!” diye seslenen vatandaşla Başbakan Erdoğan’ın diyalogu, iki adımda oraya varıvermiş: “Böyle bağırılmaz ki, terbiyesizlik yapma.” -  “Terbiyesizlik yapmıyorum. Lütfen bana hakaret etmeyin.” -  Artistlik yapma.”

2013 Şubat’ında Cumhuriyet’te Cüneyt Arcayürek, Erdoğan’ın“Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alıyoruz“ sözlerine tepki gösterirkenArtistlik yapma lan!” diye yazmış.

***

Bunlar, sadece ‘üst düzey’ üç örnek. Uzun yıllardır günlük hayatta revaç gören sözlerimizden biri budur: “Artistlik yapma!”

Boş kostaklananlara karşı kullanımını bir kenara koyuyorum. İhtarın ‘orijinali’ veya sahih hali onları hedef alıyor olabilir, ama biliyoruz ki kullanımı kesinlikle efelenenlerle, sahte-kabadayılarla sınırlı değil. Her türlü itiraza, her talebe karşı yükselebiliyor, “Artistlik yapma!” Onu özellikle de her boydan, her kademeden “görevli” ve “yetkili”nin ağzından işitmeye alışkınız. Bir hakkın talep edilmesinden, bir sorumluluğun, bir görevin hatırlatılmasından men eden bir çıkışma, bu. Hak-sorumluluk-görev tanımları belli, bu çerçevede bir karşılıklı tanıma ve saygı orantısı kuran bir ilişkiye, şeffaf, anonim bir ilişkiye direnç gösteren bir zorbalık var, hizaya sokmak var.

Aslında öne çıkmayı, performans sergilemeyi, yani artistçe sahne almayı gerektirmeyen bir rolü, vatandaş rolünü, bir performans, bir özel gösteri gibi görüyor, gösteriyor. Böylece söz almaktan men ediyor, rol oynamaktan men ediyor.

***

Bu “Artistlik yapma!” ihtarının kendisi, iktidar adına, müesses nizam adına icra edilen bir artistlik, aslında. Bu da bir rol. Jestleri, mimikleri, beden dili ve bitirici “Artistlik yapma!” repliğiyle, kurgulanmış bir rol. Elbette bütün roller gibi icracılarına belirli bir oyunculuk ve doğaçlama (artistlik) payı bırakıyor. Eşit ve reşit ilişkiyi, hak sahibi olma bilincine dayanan ilişkiyi, kamusal ilişkiyi engelleyecek bir senaryonun içinde… Kamusallığı, onu devlet kapısına kapatarak ve piyasalaştırarak yok eden bir senaryonun içinde.

***

Richard Sennett Kamusal İnsanın Çöküşü’nün[1] “Roller” başlıklı alt bölümünde, modern kamusal hayatta rolün yerini ve kıymetini güzel anlatır.

Rol, basitçe bir pantomim, mimik oyunu ve replik repertuarı değil, insanların inanç sistemlerini davranışlarına ve duygusal ifadelerine aktaran bir kalıptır. Roller, ideolojilerin “aktive olmasını” sağlarlar. 

Sennett, toplumun bir “theatrum mundi” yani “dünya sahnesi” olduğuna dair kadim kabulün nasıl değiştiğini hatırlatır. Tanrıların, sonra tek-tanrının yukarıdan izlediği kukla veya maske oyunu, modern zamanlarda, herkes diğerinin seyircisi olduğu bir sahneye dönüşmüştür. Herkes gündelik hayatın içindeki bu oyunun tadına varmaya, onu beceriyle icra etmeye, hem de biraz sinizmle izlemeye davetlidir.

Toplumsal ilişkilerde bu tiyatro imgesinin üç ahlâkî veçhesini sayar Sennett. Bir: Toplumsal hayatın bir sorunu olarak illüzyon veya yanılsamayla yüzleştirir. İki: İnsanın “özü”, yani içsel varoluşu ile toplumsal eylemi arasında, ikisine de hürmetkâr bir ayrım yapar. Üç: belirli durumlarla baş etmek için insanların maske takmalarına, yani gündelik roller oynamalarına imkân açar.

Büyük şehirde cereyan eden, yabancılarla, yani tanımadıklarınızla çevrili kamusal hayat, gündelik tiyatroyu oynamakta ustalaştırır insanları. Yabancılar/tanımadıkları nezdinde insanları inandırıcı kılacak, belirli duygusal tutumları şahsîleştirmeden temsil edecek roller gelişir. Mahrem ilişkide yadırganan teatral tavrın kamusal yaşama, kamusal ilişkiye “dost” olması, bundandır. Kamusal hayatta insan, rolünü ‘doldurmak’ için, bu kamusal çerçeveye uygun bir çeşit oyunculuk gücü de geliştirir.

Böyle bir “kamusal coğrafya” mekânı yaratmanın, toplumsal bir fenomen olarak tasavvur ve hayal gücünü geliştirmek gibi bir kazanımı da vardır Sennett’e göre. Çocuğun Ben’le Ben-olmayan arasında ayrım yapmayı öğrenmesi misali, toplumsal ilişkilerde karşınızdaki somut kişinin kişiliğinin ötesindeki sembolik ifadeleri, temsilleri ‘anlayabilmeyi’ öğrenirsiniz.

Sennett, kamusallığın çöküşü sürecinde, rol oynamanın dışavurumcu karakterini yitirerek, ötekileri “nötralize etme” veya “uzlaşma” aracına, bir vaziyeti idare adabına dönüşmesinden yakınır. Bunun temelinde, özel alanla kamusal alan arasındaki dengenin bozulması vardır. Kamusal alanın özel alana benzetilmesi eğiliminden söz edebiliriz, kestirmeden: Kamusal rollerin yerini mahremiyet performansının alması, anonimin küçümsenip şahsî ve “samimî” olanla ikamesi… Aslında bunlar da roldür; fakat kamusal bir senaryo ve diyalog içinde işlev gören roller değil, odağa fiilin yerine faili yerleştiren seyirlik şov performansları.

***

“Artistlik yapma!” celâllenmesini, kamusal rol oyununun yozlaşmasının yerli ve millî tatbikatı olarak okuyabiliriz. Belki, kamusal senaryonun baştan beri zayıf oluşunun, rollere girememenin,  mahrem/samimi ile anonim/kamusal arası mesafe ayarlarını kuramamanın da bir işareti…[2]

***

Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü’nü 1977’de yazmıştı. Yaklaşık yirmi sene sonra (1998) Karakter Aşınması’nda[3], kapitalizmin hayatı atomize ederken benlikleri parçalayan etkilerini teşrih masasına yatırdı.

“Çalışma kültürü” herkesi birer esnek küçük işletme rolüne girmeye zorluyor. Eğlence endüstrisi, satın aldıklarınızla, giyinip kuşandıklarınızla, izleyip hayran olduklarınızla içine girebileceğiniz şahsî-mahrem (“size özel”) roller pazarlıyor. Politika, iyice medya- ve şahsiyet-odaklı hale geldi. Yeni “iş kültüründe,” emekçiden duygulanımsal performans da bekleniyor. Sosyal medya, anonim kalarak şahsiyet ve şahsiyetler kazanabileceğiniz roller için bir sahne sunuyor. Kamusal senaryoların ve sahnenin olmadığı şartlarda, kendine seyirci cemaati arayan –olmazsa aynayla yetinen- bir stand-up performansı. İfşa etme dürtüsünün ve gözetleme itkisinin güdümündeki bir teşhirci kamusallık, diye de tanımlanıyor, kamusallığın bu yeni hali.[4]

***

 “Onca ayna, onca ampul, onca ışık,/ aydınlatamadı yüzümüzün boyalı gerçeğini/ ve bu yüzden bulamadık/ oynadığımız rollerin yer çekimini/ yanlışlık, dağıtımında değil/ kendisindeydi rollerin…” (Murathan Mungan, “Oyuncular,” 1980).

“Arıyor tarıyor, döküp saçıyor/ Arıyor bulamıyor bir türlü/ Kendi oyununda, kendi/ Rolünü ve kimliğini,/ Kendi mizansenlerini, repliklerini.” (Cahit Koytak, “Yaşlılığa, yalnızlığa kırk kanat – XIV,” 2011)

***

Malûm, son yıllarda bütün dünyada toplumsal muhalefet gösterilerinde protestocular Guy Fawkes (V for Vendetta), Joker, Salvador Dali vb. maskeleri takıyorlar. Popüler kültür ürünlerinde bir isyankâr rolünü temsil eden (Dali maskesi/La Casa de Papel) veya aynı zamanda hatırlatan (Fawkes) maskeler...

Bu maskeleri takmak, kimi yerlerde, gözetleme teknolojileri karşısında saklanma amacına da yarıyor. Ama sırf o değil. Başka ne? Bu protestoların aynı zamanda hem gücünü hem zaafını oluşturan, amorf ve ‘yüzü olmayan,’ hem de lidersiz, hareketler oluşlarını simgeliyor. Anonimlik, büyük çoğunluğu, bir zalim-asalak azınlık dışında “herkes”i temsil etme iddiasıyla da birleşiyor.

Samimiyet teşhirine zorlarken mahremiyeti ilga eden teşhirci kamusallığa direnmeyi de temsil etmiyor mu o maskeler? Böylelikle, adeta kamusal bir senaryoyu arıyorlar. Şu dünyada toplumsal-politik rol oynama imkânını arıyorlar. Mungan’ın dizesindeki gibi, “oynadıkları rollerin yer çekimini” arıyorlar – doğru rolleri arıyorlar.

Bob Dylan, belki de maskenin doğru soru olduğu bu arayışı öngörmüştü: “Biri maske takıyorsa size doğruyu söyler. Maskesiz birinin doğruyu söylemesi daha az muhtemeldir.”[5]


[1] Richard Sennett: Kamusal İnsanın Çöküşü. Çev. Abdullah Yılmaz-Serpil Durak. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2016 (5. Baskı).

[2] Bilvesile, Sevilay Çelenk’in, “hakiki bir temas”a sahiden yaklaşmak için mesafelenmenin gerekebileceğini düşünen yazısı… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/12/26/cikip-nereye-gidecektim/

[3] Richard Sennett: Karakter Aşınması. Çev. Barış Yıldırım. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2002.

[4] Neal Curtis: İdiotizm – Kapitalizm ve Hayatın Özelleştirilmesi. Çev. Mehmet Ratip. İletişim Yayınları, İstanbul 2015, s. 193 vd.

[5] https://www.thewrap.com/rolling-thunder-revue-fact-check-martin-scorsese-bob-dylan-documentary/