Sınıfın Gizli Yaraları: Hafta Tatili Hakkının Gaspı
Işıl Kurnaz

Sınıfın gizli yaraları, Richard Sennett’le Jonathan Cobb’un sınıfın, üretim süreçleri kadar, duygularla, deneyimlerle ve en çok da yaralanmalarla kurulan bir şey olduğunu anlatan 1972 tarihli kitaplarının ismi.[1] Orada Boston’un bir işçi mahallesinde 150 işçiyle yapılan etnografik incelemeyi okuyup görürsünüz ki sınıf sadece işyerinde değil, duygularla da icat edilen bir şeydir. Çünkü sınıfın duyguları da, en az sınıfı kadar politiktir. İşçinin öfkesi, bazen kendinden bazen yaptığı işten utanması, el emeğiyle çalışıyorsa işle beraber dönüşen ve katılaşan bedeninden yüksünmesi, doğru rekabet ederse ve sömürürse muhakkak zengin olabileceğinin öğretildiği bir kapitalist sistemde daha iyi bir iş elde edemediği için hissettiği beceriksizliği yani sürekli dünyayı eline yüzüne bulaştırmış olduğunun ona hissettirilmesi, duygulardan azade değildir. Bu daha çok dünyayı inşa ederken aynı zamanda onun altında kalmanın nasıl bir duygu durumu olduğunun meselesidir. Bu yüzden sınıfın yarayla da kurulan bir şey olduğunu ifşa eder o kitap, bir tür kolektif yaralanmayla diyelim. Sennett’le Cobb’un anlattığı hikayelerin birinde bir işçi şöyle bir şey söyler:

“Bak, ben küçükken’ demişti bir adam, ‘hiçbir farkı bilmiyordum, yani kim olduğuma ilişkin, sonuçta bir çocuktum, fakat ne zaman makine atölyesinde çalışmaya başladım, işte o zaman çarpıldım. Hayat ... insanlar sana emirler yağdırabilir, ve sen de yapmak zorundasın, çünkü işe ihtiyacın var. Fakat dahası, sana ne yapacağını söyleme hakkına sahipler, anlatabildim mi? Bu insanı yaralıyor, ama neyi şikayet edeceksin ki?” Sana ‘emirler yağdıran’ insanlara duyulan öfkeyle birlikte bu insanların aynı zamanda sana ne yapacağını söyleme hakkına sahip olduklarını da düşünüyorsan kafan karışacaktır.”

Sennett ile Cobb bu hikayeyi; sınıfın, çocukluk dünyasından yetişkinlik dünyasına geçişi olarak anlatıyorlardı. Sınıfın çağ atlaması diyelim ama söz konusu sınıf olduğunda, çağ da öyle her zaman ileriye doğru atlanmıyordu. Ken Loach da, Sennett ile Cobb’un 1972’de adını koyduğu sınıfın gizli yaralarını, 2000’lerde ete kemiğe büründüren o filmi yapmıştı ne de olsa, Ekmek ve Güller. İşçilerin görünür olmak için, üzerlerine giydikleri görünmezlik üniformalarını örgütlü sendikal mücadeleyle yırtmaları anlatılıyordu orada. Ya da sınıfın gizli yaralarını, açık yara haline getiriyordu sadece. O filmde 5 yıl boyunca yalnızca Amerika’daki bir hukuk fakültesine kaydolabilmek için bütün maaşını biriktiren Ruben’in, kayıt dışı göçmen olarak işe kaçak yollarla girmiş Maya’ya söylediği şeye benzer bu: “Üniformalarla ilgili teorimden sana bahsetmiş miydim?” diyordu Ruben. “Onlar bizi görünmez yaparlar.” Emeğin kendiliğinden görülmediği bilinmeyen bir şey değildir tabii ama yasaların satır aralarına saklanması da başka bir paradigmadır tabii. Bizim bugün içine açıldığımız paradigmada olduğu gibi.

14 Temmuz 2025’te yürürlüğe giren düzenlemenin turizm işçileri için iş hukukuna istisna getirerek açtığı parantezden bahsediyorum.[2] Aslında hiç unutulmaması gereken bütün bu emek hafızasını yeniden kat etmek istememin sebebi, işte bu parantez. Türkiye’deki hukuk sisteminde ilk kez hafta tatili izninin zamanında ve haftalık olarak kullandırılmaması için bir turizm işçileri parantezi açıldı. 10 Temmuz 2025’te TBMM’de kabul edilen ve 14 Temmuz 2025’te de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren torba kanunda, İş Kanunu’nun 46. maddesinde bir değişiklik yapıldı.[3] Bu madde, kendiliğinden değil aslına bakarsanız yine bir işçi mücadelesi ile kazanılmış olan hafta tatilini düzenliyordu: Yani yedi günlük bir çalışma süresi içinde işçiye en az 24 saat dinlenme hakkı verilmesini.

Bu hakkın serencamı da çetrefildir aslına bakarsanız ama açılan bu parantez, bu hakka ilk kez bir istisna getirerek turizm işçileri için haftanın tanımını süresiz olarak 10 gün yaptı. Türkiye’de işçiler yedi günlük bir zaman dilimi için en az 24 saat kesintisiz hafta tatili hakkı kazanmalarına rağmen, yeni düzenlemeyle bu genel kurala bir istisna getirildi. Turizm işletme belgesi olan konaklama tesislerinde çalışan işçiler için bu süre 11 güne çıkarıldı. Diğer bir ifadeyle 6 gün çalışmaya karşılık 1 gün dinlenme hakkı şeklindeki genel kural, turizm işçileri için 10 günden sonra 1 gün izin kullandırma şeklinde işveren lehine esnetildi. Üstelik getirilen hüküm, esnetilen bu süreyle İş Kanunu’nun 41. maddesini de dolandı. Bu madde, fazla çalışma ücreti yani fazla mesai hakkının düzenlendiği maddedir. İşte turizm işçileri için getirilen yeni haftalık mesai düzeninde, işçinin onayıyla eğer hafta tatili 10+1 şeklinde kullanılacaksa, işçinin fazla mesai ücretine hak kazanmayacağı da işveren lehine güvence altına alındı. Turizm işçileri aleyhine hafta tatili ve fazla mesai hakkını tırpanlayan bu düzenleme, ilk kez bir işçi grubu için genel kuraldan sapan istisnai nitelikte bir hak kaybını kanunla yaptı. Aslında bir düzenlemeyle, hem fazla mesai hem de hafta tatili hakkı işverenin gücü oranındaki keyfine terk edilmiş oldu.

Kolektif sosyal haklar, işçinin egemenle çarpışma sahasıdır, egemenin sahasında oynanan bir hukuk olarak tabii. İşçiye bir eliyle verdiği hakkı diğer eliyle geri almanın tarihi uzundur ama benzer şekilde hafta tatili hakkının devri daimi de ilginçtir. Hafta tatili hakkı 1923’teki Cumhuriyet’in ilk 1 Mayıs’ının temel taleplerinden biri olarak ilk kez tartışılmıştı. 1924’te ilk kanun çıkarıldı: 394 sayılı Hafta Tatili Kanunu[4]. Ama bu haliyle hafta tatili bir tür ücretsiz izindi. Bunu ücretli bir dinlenme hakkı yapan şey,  40’lı yıllardaki sendikalaşma hareketleri oldu. Yapılan pazarlıklarla nihayet 1951’de hafta tatili için ilk kez yarım gün nispetinde ücret hakkı tanındı.[5] O kalan yarım günlük yevmiye için dahi 5 yıl mücadele etmek gerekecekti. 1956’ya gelindiğinde işçinin hafta tatili için 1 tam gün tutarında yevmiyeyle ücretlendirilmesine ilişkin ilk kanun çıkarıldı.[6] Aksu Bora’nın evlere temizliğe giden kadın işçilere öğle yemeği verilmeli mi tartışması üzerinde yazdığı o muazzam yazı gibi: “Bir kuru para”.[7]

Ancak bu kanunun ömrü de 2017’ye kadar oldu. Hükümetin 2017’de çıkardığı 7033 sayılı kanun[8] ile hafta tatilini münhasıran düzenleyen Hafta Tatili Kanunu yürürlükten kaldırıldı.

Tabii bu kanunu ilga etmek, hukuken hafta tatilinin 2017’den sonra güvencesiz olması demek değildi çünkü İş Kanunu’nun 46. maddesindeki hafta tatili hakkı ile Anayasa’nın 50. maddesindeki dinlenme hakkı hala oradaydı. Ancak düzenleme şüphesiz işverenin elini rahatlatmak için yapıldı. Çünkü 2017 yılındaki kanunun, Hafta Tatili Kanunu’nu kaldırmasıyla beraber, sanayi işletmelerinin hafta tatillerinde işçi çalıştırmak için bulundukları belediyelerden ruhsat alma zorunluluğu kaldırıldı -ki bu da işveren için kolaylaştırılmış kayıt dışı fazla mesai anlamına geliyordu.

Turizm işçileri için açılan bu parantezin, hukukun boşluklarından sızarak işçileri daha görünmez ve güvencesiz kılmasının sebebi, kanunda verilen hakları kanunun kendisiyle dolanmak anlamına geliyor oluşu. Her ne kadar gazeteciler[9], denizciler[10] gibi iş grupları için kendi özel kanunlarında hafta tatillerine dair istisnai nitelikte düzenlemeler olsa da, bunların hiçbiri haftanın 10+1 şeklinde tanımlanması anlamına gelmiyor. Bu düzenlemeler sadece bu kanunlardaki işin niteliği gereği hafta tatilinin esnek uygulanmasına imkan tanıyor, bu işçiler için fazla çalışma ücretine de kanunla istisna getirmiyor.

Dolayısıyla zaten güvencesiz ve eli zayıf olan işçiler için, sanki fiili koşulların adaletsizliği ve kanuna aykırı çalıştırma düzenlemeleri yetmiyormuş gibi kanuni bir istisna yaratmak, işçi kazanımlarını içerden kesintiye uğratmak anlamına geliyor. Üstelik turizm sektöründe böyle bir ihtiyaç varsa, fazla çalışma ücretinin güvence altına alınarak işçilerin rızasıyla çözümler bulunabilecekken, bunun yerine işçiye işini kaybetmemek için işverenle uzlaşmaktan başka çare bırakmayan ve haftanın tanımını belli bir grup işçi için değiştiren düzenlemenin,  anayasayı dolanmaktan başka anlamı da görünmüyor. Bugün bu işçi grubu için getirilen istisnanın ve kanunla açılan bu kapının, yarın diğer çalışanlar için getirilmeyeceğinin ise bu belirsizlik rejiminde[11] bir garantisi olmadığı gibi.

Ama tabii bütün bu tarihsel seyri kesintiye uğratan yeni düzenleme, Ekmek ve Güller’de yani Ken Loach’ın anlatısındaki, sendikacı Sam Shapiro’nun işçileri sendikal mücadeleye davet etmek için verdiği örnekleri de hatırlatıyor. Sam orada, aynı işçinin 1980’lerde aldığı saat başı ücretle 1990’ların sonunda aldığı saat başı ücretin arasındaki düşüşle başlıyordu konuşmasına. Los Angeles’ın bütün büyük işlerinin döndüğü bir plazayı temizleyen işçilere, aslında kimin kirini pasını temizlediklerini hatırlatıyordu. Yani dünyanın altına kalırken, omuzlarının üstündeki yükün kime ait olduğunu.

Aynı bugünkü düzenlemenin yaptığı gibi, eskiden bile daha güvenceli olan koşulların zamanla nasıl törpülendiğinin geri adımlarla atılan bir hikayesi diyelim. Filmin ismi, 1911’de “işçilerin ekmeğe ihtiyacı var evet, ama güllere de” diyen Amerikalı sendikacı Rose Schneiderman’nın daha sonra 1912’de yan haklar için kitlesel bir greve çıkan Lawrence işçilerinin sloganı olan konuşmasından geliyor.

Bu, ekmek nasıl ki kimsenin lütfu değilse, bir işte çalışmanın tek kazanımının sadece karın tokluğu olmaması gerektiğini anlatıyor bir bakıma. Lawrence işçilerinin talepleri ekmek kadar gül talepleri bu yüzden: Ücret iyileştirmeleri, sağlık sigortası hakkı, izin hakları kadar, eğitim, kültür hakları ve hatta şaşıracaksınız, doğanın tadını çıkarmak[12] için boş zaman hakkı bile broşürlerinde yazıyor!

Türkiye’nin güller kadar artık ekmeği de bir paranteze aldığı iş düzenlemeleri, Dünya Eşitsizlik İndeksi’nin son sıralamasındaki[13] yeriyle beraber okunduğunda şaşırtmıyor da. Çünkü buna göre Türkiye’deki refah payının yükünü işçiler taşırken, refahın kendisini en zengin yüzde 1’lik kesime bırakıyorlar. Bu indekse göre, Türkiye'de en zengin yüzde 1 kesim refahın dolayısıyla kamu payının yüzde 42'sini alıyor. Turizm işçileri için hafta tatili izninin gasp edildiği kanunun yayımlandığı Resmi Gazete’de aynı gün çıkan bir başka Cumhurbaşkanı Kararı[14] bu eşitsizlik resmine bir çentik daha atıyor. İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinin, hükümet tarafından kullanılabilecek oranı yüzde 30’dan maksimum oran olan yüzde 50’ye çekiyor.

O sırada Ekmek ve Güller’de Maya, artık işini kaybetme noktasına geleceği ve hukuk fakültesine gitme şansını kaybedeceğini düşündüğü için sendikal mücadeleyi bırakmak isteyen Ruben’e şöyle söylüyor: “Belki bir gün ben de üniversiteye giderim. Ama bildiğimden fazlasını unutacaksam, ne gereği var?”

Bu bana, Sennett ile Cobb’un 1970’lerde adını sınıfın gizli yaraları diye koyarken, o yarayı kimin açtığını atlamamasını da hatırlatır. Çünkü o kitapta bahsedilen şey, işçilerin meçhul yaralanmaları değildir. Faili meçhul yaralanmaları bilirsiniz. Onlar sizi nerenizden yaralıyorlarsa, orayı daha çok kanatarak, failliklerini, sizin çektiğiniz acının arkasına saklayarak unutturmaya çalışırlar. O yüzden de işçinin, yaptığı işe yabancılaşmasıyla kendine yabancılaşması arasındaki mesafeyi de kat etmeniz gerekir. Sınıf sadece gizlice yaralanmaz çünkü, elindeki işe yabancılaşırken kendisine de mesafe koyar. İşte buradaki o yokuşu tırmanırken bu yaralanmanın nasıl mümkün olduğunu da yazar Sennett ve Cobb: “Sınıf otoritesi ve yargı sistemi, insanları birbirine düşman yaparken kendisini gizler; sistemin gücünün esrarıyla büyülenmiş insanlar saygı için birbirleriyle savaşırken, sistemin kendisine meydan okunmaz.”

Türkiye’de sınıfın gizli yarası, yargı ve yasal düzenlemelerle kanamaya devam ediyor. Bu şaşırtıcı değil. Ama biliyoruz, hiçbir mücadele de yara almadan atlatılmıyor. Yine de Türkiye’deki işçi haklarının bu yeni parantezi, kolektif yaralanabilir bir grup olarak işçileri hedef alıyor belki doğru ama ekmekler hala pişiyor, güller de hala orada bir yerlerde açıyor.


[1] Sennett, R., & Cobb, J. (2017). Sınıfın gizli yaraları (M. K. Coşkun, Çev.). Heretik Yayıncılık.

[2] Türkiye Cumhuriyeti. (2025, 14 Temmuz). Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Kanun No. 7553. Resmî Gazete (Sayı: 32572)., md.9. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2025/07/20250714-20.htm

[3] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=4857&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

[4] https://www.lexpera.com.tr/mevzuat/kanunlar/hafta-tatili-hakkinda-kanun-394

[5]https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc033/kanuntbmmc033/kanuntbmmc03305837.pdf

[6]https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/kanunlar_kararlar/kanuntbmmc038/kanuntbmmc038/kanuntbmmc03806734.pdf

[7] https://birikimdergisi.com/haftalik/11031/bir-kuru-para

[8] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/07/20170701-21.htm

[9] https://mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.3.5953.pdf, md.19.

[10] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.854.pdf , md.41.

[11] https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-435-436-temmuz-agustos-2025/10202

[12] The 1912 Bread and Roses Strike, Lawrence Massachusetts, s.1.

[13] https://ourworldindata.org/grapher/wealth-share-richest-1-percent

[14] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2025/07/20250714-7.pdf