Uluslararası siyasetin geleneksel aktörleri olan ulus-devletlerin küresel örgütler lehine güçten düşmesi gibi, ulusalcı terör örgütleri de yerlerini giderek küresel terörizme bırakmakta. İspanya ve Fransa’da radikal Bask milliyetçiliğinin temsilcisi olan ETA’nın geçtiğimiz hafta silahlarını emniyet güçlerine teslim etmeye başlaması muhtemelen bu durumun sembolik olaylarından biri olarak tarihe geçecek.
1939-1975 arasını kapsayan Franco diktatörlüğü döneminin baskı ve kısıtlamalarından İspanya’nın kadim halkı Basklar da nasibini almıştı. İspanya ve Fransa’da yaşayan Bask halkının ulusal özgürlüğü ve bağımsızlığını savunan ETA azınlık ve insan hakları ihlallerine bir tepki olarak 1959’da kurulmuş, 1960’ların sonundaysa silahlı eylemlere başlamıştı. Ancak ETA’nın etkin yıllarını açıklamak için İspanya iç siyasetinden fazlasına bakmak gerekir. Franco rejimi gerçekten de, bağımsızlık talebindeki bir ulusal azınlık örgütü olan ETA için son derece kullanışlı bir “öteki” oluşturmaktaydı. Ama diğer yandan 1960’lar ve 1970’ler, sömürge coğrafyalarında tüm hızıyla yaşanan ve bir devlet kurabilmek anlamında başarıyla sonuçlanan ulusal bağımsızlık hareketlerine sahne olmuştu ve dünyayı saran bu heyecana Avrupa’nın azınlıkları da kapılmıştı.
1980’li yıllarsa hem içte hem dışta önemli siyasal değişimlere sahne oldu. Bir yandan Franco’nun ölümüyle İspanya’da başlayan demokratikleşme hareketi ve 1978 Anayasası’yla özerk bölgelere zemin hazırlanması ETA’nın amaçlarına barışçıl yollardan da ulaşılabileceğine dair bir umut doğurdu. Bunun yanı sıra neredeyse Avrupa Birliği’yle yaşıt olan ETA, Avrupa’nın güçlülerince kurulan barış döneminin istisnai sorunlarından biri olarak ortada durmaktaydı ve İspanya’nın 1986’da AB’ye üye olmasıyla, Birlik teminatındaki azınlık hakları Bask Bölgesi için yeni bir güvence oluşturdu. Öte yandan Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle anlaşmazlıkların barışçıl çözümü, silahlanmanın azaltılması, insan haklarının yaygınlaştırılması ve azınlık haklarının temin edilmesinde belirginleşen yeni bir dünya düzeni kurgusu ortaya atıldı. ETA’nın 1989’daki ilk ateşkes girişimi de bu değişim dönemine denk düşer.
Bunun ardından 1996, 1998 ve Madrid’in sol PSOE hükümetiyle yapılan müzakereler sonunda 2006 ve 2010’da da ateşkes ilanları yapıldı. 2011’deyse ETA silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı. Geçtiğimiz günlerde silah ve cephanelerini sakladığı yerleri Fransız emniyetiyle paylaşıp silahlarını teslim etmeye başlaması işte bu sürecin son adımı. Aradan geçen altı yıllık süreyse, ETA’yla müzakerelere kesinlikle karşı duran sağcı Halk Partisi’nin 2011’de iktidara gelmesi ve 2015 seçimlerinin ardında da ülkede uzun süre hükümetin kurulamamış olmasıyla açıklanabilir. Seçimlerin tekrarlanmasıyla Ekim 2016’da yine Halk Partisi’nin azınlık hükümeti kurulmuştu. Nitekim Madrid İspanyollar, Basklar ve Fransız hükümeti tarafından coşkuyla karşılanan silahsızlanma girişimine sessiz kalmayı tercih etti ve silahların teslim alınması işini tamamen Fransız polisine bıraktı. Hükümetten gelen en kayda değer açıklamalar silahsızlanmanın yetersiz olduğu, ETA’nın kendini tamamen feshetmesi gerektiği, silahsızlanma karşılığında cezasızlığın söz konusu olamayacağı ve kurbanlar için özür beklendiği yolundaki tanıdık, çatışmayı körükleyici açıklamalar oldu. Kısacası Madrid hükümeti durumu ETA’nın yenilgisi olarak yorumladı.
Aslında yüzeydeki reaksiyonları farklı görünse de Fransa ve İspanya hükümetleri ETA’nın yenildiği konusunda hemfikir. Zira resmi söyleme göre ETA’nın silah bırakmasında öncelikle dört faktör rol oynadı. Bunlardan ilki İspanya ve Fransa emniyetlerinin yoğun çabaları sonucunda ETA’nın zayıf düşmüş olması. İkincisi İspanya mahkemelerinin vermiş olduğu kararlarla ETA’nın siyasi kanadı Batasuna Partisi’nin ve ETA’ya yakın örgütlerin kapatılması gibi siyasi ve hukuki hamlelerin radikal milliyetçiliği yıpratmış olması. Üçüncüsü Bask halkının 1990’lardan itibaren şiddet eylemlerine tepki göstermeye başlaması ve ETA’ya verilen desteğin azalması. Son olarak da Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in siyasi barış sürecini desteklemesi.
ETA’nın bir müzakere sürecine dayanmaksızın ve tek taraflı bir hamle olarak silahlarını bırakmaya başlaması, dünyadaki benzerleri de göz önüne alındığında elbette yalnız resmi söylemin savlarıyla açıklanamaz. ETA da benzer ulusal bağımsızlık hareketleri gibi kendi bağımsız ulus-devletini kurmanın artık geçerli bir hedef olmadığını görüyor.
1980’ler özgürleşme vaatlerinin yanı sıra kendi devletini kurmuş ya da kuramamış olsun tüm bağımsızlık hareketleri açısından bir güçlüğü de ortaya çıkarmıştı: tüm şiddetiyle uygulamaya konan neoliberal politikalar. İspanya’nın en fazla sanayileşmiş, buna bağlı olarak ekonomik gelişmişlik düzeyi en yüksek, işsizlik oranı en düşük bölgelerinden olan Bask Bölgesi de bu politikaların olumsuzluklarına ve 2008’de başlayıp 2010’da Euro Bölgesi’ni içine alan ekonomik krizin etkilerine maruz kaldı. Eskinin müreffeh ulus-devletleri artık bir anıdan ibaret. Böyle bir küresel atmosferde devletleşmek de artık çözüm olarak görülmüyor. Nitekim ne tarihsel olarak bölgenin en güçlü partisi olan Bask Milliyetçi Partisi, ne de Batasuna yerine 2011’de kurulan Sortu Partisi bağımsızlıktan söz etmekte. Üstelik her ikisi de Avrupa Birliği çatısı altında olmaktan son derece memnun. ETA da böylece silahlarının yükünden arınıp yeni arayışlar peşine düşmüş bulunuyor.