Mukayese
Tanıl Bora

“Mukayese edilemez/mukayese kabul etmez…” Siyasî cedelleşmede severek kullanılan bir kesip atma kalıbı. Recep Tayyip Erdoğan’ın söylev ve demeçlerinden örnek vermekle yetinelim.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin sürüncemede bırakılmasıyla ilgili, 12 Haziran 2010’da, “Biz bugün, hele hele son alınan 10 ülkeyle mukayese edilemeyecek derecede, AB müktesebatına uygun bir ülkeyiz,” diye tepki göstermiş: “Onlarla hiçbir şeyimiz mukayese edilmez. Ne temel hak ve özgürlükler noktasında ne kalkınma noktasında. (…) Bunlar çok çok gerilerde, Türkiye ile mukayese edilemez. Beş yıl sonra (9 Mayıs 2015), yine Türkiye beklerken AB’ye alınan –bu arada sayısı 13’ü bulmuş– ülkelerle ilgili men-i mukayese talebinde bulunmuş: “Bunların hiçbirinin de Türkiye ile mukayese edilecek hiçbir yanı yoktur. Tamamen bu alınanlar siyasi kararla alınmışlardır.”

“Terör”le ilgili men-i mukayese çıkışları var. 2 Nisan 2016’da, Türkiye’deki “terör” sorununun göreli ağırlığını vurgulamak için: “Şu anda Brüksel’de terör var, Paris’te terör var, unutmayın Türkiye'de terör, bunlarla mukayese edilemeyecek derecede var.” 26 Eylül 2017’de, AKP iktidarında üniversitelerde “terör eylemlerinin” gerilemesiyle övünmek için: “Terör eylemleri bizim dönemlerimizle [70’ler] mukayese edilemez, çok çok düşmüş vaziyette.”

7 Nisan 2016’da muhtarlara konuşmasında, iki men-i mukayese çıkışı var. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin merhameti, hoşgörüsü başka hiçbir ülkeyle mukayese edilemez,” diyor. (Bunun sınırının “Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek vatan” olduğunu ihtar etmek üzere söylüyor.) Bir de, polisin içine sızmaların geçmişte de yaşandığını “ancak son karşılaştığımız sıkıntının öncekilerin hiçbiriyle mukayese edilemez büyüklükte” olduğunu belirtiyor.

AKP iktidarının iktisadî başarıları, bütün parti sözcülerinin dilinde bir men-i mukayese konusudur. Erdoğan’dan iki örnek: 

“Bugünkü yol ayrımına ekonomimizle, savunmamızla, sanayimizle, bölgesel ve küresel etkinliğimizle 14 yıl öncesiyle mukayese kabul edilemez derecede iyi bir durumda yakalanmış olmamız, belki de milletimiz için ayrı bir şanstır. (…) Türkiye, şu ana karşı geldiğimiz bu duruma karşı mukayese edilemez derecede geriydi.” (16 Mart 2016) “Fiziki olarak attığımız adımlar kimseyle mukayese edilemez.” (6 Eylül 2017)

Son olarak, başka bir yerden bir örnek. Hüsamettin Cindoruk, 17 Ağustos 2010’da, Adnan Menderes ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “hem dünya görüşünü hem de siyasi kanaatlerini mukayese etmenin mümkün olmadığını” söylemiş.

***

AB’ye alınan ülkelerle Türkiye’yi mukayese edebilirsiniz pekâlâ, siyasi ölçütleri de katarak mukayese edebilirsiniz, aleyhtar da olsa, o sürüncemenin sebebini ancak mukayeseyle anlayabilirsiniz. Hele iktisadî eğilimleri büyüklükleri zaten ancak mukayese içinde anlamlandırabilirsiniz. Menderes’le Erdoğan’ı da elbette mukayese edebilirsiniz, farklılıkların yanında, bu sayede mesela millî iradeci popülizmdeki devamlılığı da fark edersiniz.

Söylemeye gerek yok; bu “mukayese edilemez” söylemi, bir başkalık, kendine mahsusluk, biriciklik ve çok defa üstünlük iddiasının aletidir. “Hiçbir fark yoktur”un öteki yüzü.[1] “Hiçbir fark yoktur” fikri sabiti kendi kurduğu tamamen keyfî ‘bağlantılarla’, “mukayese edilemez” fikri sabiti ise herhangi bir bağlantı kurmayı önleyerek, neyin ne olduğunu salim kafayla düşünmenin önünü keserler. Düşünmeyi durdururlar.

***

Siyasî kullanımlarından öte, gündelik popüler zihniyette de güçlü, her nevi “biz”le ilgili herhangi bir mukayeseye direnme eğilimi. Dahası, akademik alanda da güçlü. 

Öner Buçukçu’nun şu cümlesini okuyalım mesela: “Türk siyasal hayatı dersi veren kimseler, Türkiye ile Güney Afrika arasında koşutluk kurmayı deneyecek kadar Türk toplumuna yabancı ya da kayıtsız kimselerdir.”[2] “Koşutluk” diye kastedilen şey, mukayesedir aslında. Yazıda ismi verilmeyen Barış Ünlü, Güney Afrika açık ırkçı apartheid rejimini kıyas anahtarı yaparak, resmen ırkçı olmayan veya ‘samimiyetle’ ırkçılıktan beri durduğunu düşünen sosyal muhitlerde “Beyazlığa” (veya işte “Müslüman-Türklüğe”) dair doğallaşmış-kendiliğinden bir “normallik” algısının nasıl yeniden üretildiğini düşünmemizi sağlar.[3] Güney Afrika ile Türkiye aynı veya “koşut” değildir; zaten mukayese etmek demek, koşutluk, aynılık, benzerlik avına çıkmak değildir. Meselesine, konunuza değişik merceklerle bakmaktır. 

Mukayese çabasından, hatta mukayesenin daha fikrinden, ‘benzemiyor ki’, ‘o başka ama’, ‘ne alâkası var’ diye peşinen yüz çeviren güçlü direnç, biricikçiliği ve onunla beraber kendi “biz”inden duyulan ebedî hoşnutluğu besler. (Necip Fazıl’ın “Mukayese” adlı manzumesi ne diyor: “Nerde bizim şarkımız, nerde öbür şarkılar?”) 

***

Bir parantez açayım. İslâmî ilimlerde kıyas, nasstan, yani Kur’an ve hadislerden anlaşılamayan bir şey hakkında hüküm vermek için, ona benzeyen şeyle ilgili hükme başvurmaya dayanan bir fıkıh yöntemi. Yani ikincil bir yöntem. İslâmî düşünüşte, yerleşik fıkhın kıyası fazlasıyla biçimselleştirdiğine, son derece daraltıcı bir illet (sebep-sonuç) çerçevesine sıkıştırdığına dair eleştiriler var.[4]    

***

Mukayese, merakı ve düşünmeyi diri tutmaktır. 

Türkiye’yi, onun kendi “yerliliğine” gitgide daha fazla gömülerek mi daha iyi anlarsınız? Kendinizi, sürekli aynada suretinize bakakalarak mı daha iyi bilirsiniz? 

Oysa, gözümüzü kamaştıran o başkalık-biriciklik ışığını kıracak ne kadar fazla mercek var. Geç modernleşme tecrübemizi, Rusya’yla, İran’la, Japonya’yla, Almanya’la mukayese etmek mesela.[5]  Bilhassa Kemalist tarih yazımı bakımından, köylü hareketinin ve toprak reformunun varlığı ve yokluğu babında, Meksika’yla mukayese etmek. Türk milliyetçiliğini, canlı bir etkileşim içinde oluştuğu Balkan milliyetçilikleriyle mukayeseli ele almak. İslâm düşüncesinin Batı’yla karşılaşma tecrübesini, Arap dünyasıyla mukayeseli incelemek. Toplumsal ve popüler kültürümüzü, “ethos”umuzu, ABD’yle mukayese etmek. Erdoğan’ı, Orban ve Modi’yle mukayeseli anlamak.

Mukayese karşısındaki hâkim zihniyete karşı tedbiren tekrarlamalıyım: “Aa, ne kadar benziyor”un değil, benzemezliklerden de bir şey öğrenebilen sahih mukayesenin peşindeyim.

***

2015'te ölen muhterem sosyal bilimci Benedict Anderson, tatlı tatlı hayat hikâyesini anlattığı kitabında, sosyal teoride karşılaştırma kavramının anlı şanlı Amerikan üniversitelerinde ‘60’larda bile pek yaygın olmadığını hatırlatıyor.[6] ABD’nin toplumuyla, siyasetiyle, tarihiyle, kültürüyle “tanım gereği” karşılaştırılamaz olduğuna inanan istisnacılığın bunda önemli payı olmuş. Global-emperyal iddianın altında, bir taşra ruhluluk.

Anderson, karşılaştırmanın sadece bir yöntem veya akademik teknik olmayıp “söylemsel bir strateji” olduğuna dikkat çeker. Farklılıkları araştırmak da, benzerlikleri araştırmak gibi, verimli bir yordamdır. En öğretici karşılaştırmaların, şaşkınlık yaratan karşılaştırmalar olduğunu söyler Anderson. Tam da, ilk ağızda “ne alâkası var” denen ülkeleri, kültürleri karşılaştırmanın öğreticiliğine dikkat çeker.

Şair sözüyle bitirelim: 

“Bazen düşünür müsün sen de/ Başka bir şeymiş gibi kendini?”[7]

“…ve tin kendi yakınlarının uzağında/ serpilip genişler.”[8]


[1] http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8063/hic-farki-yoktur#.WlH1AlVl-po

[2] “Şerif Mardin vesilesiyle Mülkiye geleneği üzerine,” Umran, Ekim 2017 (sayı 278), s. 47. Kendi dogması olduğunu söylediği Marksizmi bile bilmediğini ve “memlekete yabancılığını” söyleyerek kahrettiği “Mülkiye geleneği”nden söz eden bu yazıda, o Mülkiye’den son bir yılda kanun hükmünde kararname kuvvetiyle otuza yakın akademisyenin ihraç edilmiş olmasından hiç bahis yoktur.

[3] Barış Ünlü’nün bu teorik mesaisinin bütünlüklü ürünü olan Türklük Sözleşmesi kitabı Dipnot Yayınevi’nden yeni çıktı.

[4] Esat Arslan: “Fıkıhımızla sorunum”, Jeopolitik Derinlik içinde. Kapı Yayınları, İstanbul 2017, s. 341, 344 vd.

[5] Murat Belge’nin yaptığı gibi: http://www.iletisim.com.tr/kitap/militarist-modernlesme/8526#.WlH9cVVl-po, http://www.iletisim.com.tr/kitap/step-ve-bozkir/9279#.WlH9kVVl-po.

[6] Sınırları Aşarak Yaşamak, çev. Ayet Aram Tekin, Metis, 2017, s. 100, 115 vd.

[7] “Gibi”, Metin Altıok.

[8] “Karşı- tele sır”, Gülten Akın.