Stalin’in Ölümü
Barış Özkul

Armando Ianucci’nin yönettiği Stalin’in Ölümü filmi geçen ay Rusya’da yasaklandı. Guardian’dan Marc Bennett’ın yaptığı habere göre, Parlamento Kültür Komitesi’nden Yelena Drapeko “hayatında bu kadar iğrenç bir şey görmediğini” açıklamış. Filmden nefret eden başka “yetkililer”in görüşleri benzer doğrultuda. Putin’in de -eğer gördüyse- filmden hazzetmediğini tahmin ediyorum. Sonuçta Putin dört başı mamur bir Stalinist’ten beklenen bütün niteliklere sahip: Manipülatif, acımasız, iktidara meftun.

Rusya’da bunlar olurken Türkiye’nin Nasyonal Sosyalistler’i de filmi telin edip Stalin’in tarihsel önemini hatırlatmaktan geri kalmadılar.

Ianucci’nin filmi sanat değeri taşımıyor; oyunculuk ve atmosfer sahicilikten uzak; Ianucci, Stalin’i Stalin, Beria’yı Beria yapan koşullara ilişkin pek bir şey söylemiyor. Stalin ve etrafındakiler filmde basit birer kukladan ibaret. Oysa hem Stalin hem de yakın çevresi İç Savaş’tan Kirov cinayetinin işlendiği 1934’e kadar olaylara gösterdikleri reaksiyonlar sonucunda gerçeklikle bağlarını yitirdikleri paranoyak halkaya adım adım hapsolmuşlardı. Ianucci’nin filminde ise zamandan ve mekândan bağımsız “kötücül” karakterler olarak çizilmişler. Böyle tarihdışı bir kara mizah.   

Ama Rusya’da ve Türkiye’nin eser miktardaki Stalinist çevrelerinde filmin sanat değeriyle ilgilenen pek yok. Asıl dert, film vesilesiyle Stalin’in “politik kişiliği”ne, “tarihsel mirası”na sahip çıkmak.

Rusya sağının -örneğin Putin’in- Stalin’i sahiplenmesinin kabul edilebilir değilse bile anlaşılır nedenleri olabilir. Stalin, modern Rusya tarihinin “altın çağ”ını, fütuhat politikasının doruk noktasını temsil ediyordu. Sağ, bütün dünyada, böyle figürleri sahiplenip bir hamaset fırsatı haline getirmeye hazırdır. “Küçük insanlar” her zaman içgüdüsel olarak özdeşlik kuracakları tarihsel figürlere ihtiyaç duyarlar. 

Türkiye’li nasyonal-sosyalistler ise 2018 yılında Stalin’i sosyalizm adına sahiplenerek Rusya’nın bile şaşıracağı bir tavır sergiliyorlar.

***

Ianucci’nin filminde Stalin ve çevresindekiler alabildiğine paranoyak tipler olarak betimlenmiş. Ben bunun doğru bir betimleme olduğu kanısındayım ve Sovyet tarihinin bunu doğruladığını düşünüyorum. Stalin, özellikle, Sergei Kirov suikastından (1934) sonra paranoyaklık konusunda Hitler’e bile taş çıkartacak irtifalara çıkmıştı - İki diktatör arasında karşılaştırma yapılacak olursa Hitler, devlet aygıtında hiçbir zaman Stalin kadar büyük tasfiyelere girişmemiştir.

Kirov suikastını Stalin’in paranoyasını ağırlaştıran bir dönemeç olarak alabiliriz. 50’lerde ve 60’larda Sovyet Rusya’dan kaçan muhalifler Leningrad Parti Komiseri Sergei Kirov’a düzenlenen suikastın ardında Stalin’in olduğunu, Stalin’in olayı sağ ve sol muhaliflerini temizlemenin bahanesi olarak kullandığını ileri sürmüşlerdi. Roy Medvedev gibi Rus tarihçiler ile Robert Conquest gibi Batılı tarihçiler Kirov suikastının emrini Stalin’in verdiği konusunda mutabıktılar.

Ama Sovyet arşivleri açıldıktan sonra yapılan araştırmaların ışığında yeni nesil tarihçiler (Alla Kirilina, J. Arch Getty, Oleg Khlevnuik, Matthew Leone vb.) Kirov suikastinin arkasında Stalin’in olmadığını, tersine Stalin’in olayın ardından şoka girip ağır bir ölüm korkusuna kapıldığını ortaya koydular.

Korku, insani bir duygudur ama menzilinde iktidarı kaybetme ihtimali varsa ağır paranoyalara yol açabilir. Kirov suikastından iki gün sonra olayın arkasında Grigori Zinovyev’in Leningrad’daki destekçilerinin olduğunu ilan eden Stalin, büyük temizlik için kolları sıvadı. Bu temizliğin (bugün Sovyet tarihçiliğinde Terör adıyla anılıyor) 1936-38 arasında Sovyet toplumunun bütününe yayılması sonucunda 700 bin insan idam edildi, milyonlarcası çalışma kamplarına gönderildi (Stalin’in zoraki kolektivizasyon ve “kulaksızlaştırma” girişimlerinde hayatını kaybeden “nesnel düşmanlar” ve “sınıf düşmanları” ayrı konu).

Stalin’in Ezhov ve Vişinski gibi aparatçikleri eliyle yürüttüğü göstermelik Moskova mahkemeleri de sosyalizm tarihinin utanç vesikalarıdır. NKVD’nin Zinovyev, Kamenev gibi mahkûmlara canlarını bağışlama sözü karşılığında “Sovyet devleti”ne ihanet ettiklerini itiraf ettirmesi Stalin’in “ruh sağlığı” konusunda fikir vericidir. Ama Stalin’in ruh sağlığından daha önemli bir gösterge otuzlara kadar Sovyet Rusya’da politik mahkûmların “devrim”e ihanetle suçlanmasına karşın otuzların ortalarından itibaren “devlete” ihanet suçunun gündeme gelmesidir - bu, basit bir terminoloji değişikliği değildir: devrimden devlete uzanan yolun taşlarını ancak Stalin gibi “vasat” ve kıyıcı bir karakter döşeyebilirdi.

Göstermelik Moskova mahkemelerine gelmeden 1935’te açılan Kremlin Davası gibi vakalar Stalinist diktatörlüğün “sıradan halk” karşısındaki tutumunun da farksızlığını ortaya koyar: Kremlin’de çalışan üç temizlikçi kadın -NKVD raporuna göre- halk açlıktan kırılırken liderlerin lüks ve şatafat içinde yaşadığını fark edip bu yollu dedikodular yaymışlardır. Dedikodu önce o tarihlerde Kremlin’in muhafız birliğinin başındaki Enukidze’ye, oradan Iagoda kanalıyla Stalin’e ulaşmıştır. Sonuçta temizlikçi kadınların Stalin’e suikast hazırlığı içinde olan bir karşı devrimci grubun üyeleri olduğu anlaşılmış; kadınlarla birlikte aralarında telefon operatörü, posta memuru ve kütüphanecilerin de bulunduğu 112 kişi tutuklanmış; bir kısmı idam edilirken bir kısmı kamplara yollanmıştır. Bu arada o sıralar hapiste olan Kamenev’in cezasına suikast planının parçası olduğu gerekçesiyle beş yıl eklenmiştir.

Tekil ve paranoyak bir zihnin ürünü gibi görünen bu vakalar aslında Stalinist rejimin genel hukuk zihniyetini, totaliter-diktatoryal yönelimlerini sergileyen turnusol kâğıtlarıdır. 1938’te yargılanıp ölüme mahkûm edildiği göstermelik mahkemede Nikolay Buharin, “suçlanan kişinin itiraflarını esas almak Ortaçağ’a özgü bir yargılama usulüdür” derken Sovyet diktatörlüğünün modern öncesinden devraldığı hukuk anlayışına ilişkin önemli bir noktaya temas ediyordu. Modern-öncesi hukuk anlayışında “gerçekler” jürinin kararına uymak zorundadır, jürinin kararı gerçeklere değil. Buharin Ortaçağ mahkemelerinin “cadı”, “sapkın” gibi öznel kategorileriyle mahkûmlardan zorla alınmış itirafları örtüştüren Stalinist hukuk anlayışının keyfîliğinden yakınmaktaydı. Stalin devrinde yürürlükte olan dogmatik hukuk anlayışında zanlıların Sovyet iktidarına karşı faaliyet yürüttüklerine ilişkin maddi delil sunma zorunluluğu yoktu. Mahkemenin soruları zanlıların kaderini belirliyordu: “Hangi sınıfa aitsin, hangi okulda okudun, mesleğin ne, Beyazlar’dan mısın, Zinoyveyci misin, Troçkist misin, kulak mısın?”. Stalinist dogmanın sözde-bilimsel ölçütlerini oluşturan bu soruların her biri Aristoteles’in  gezegenleri önceden belirlenmiş halkalar oluşturacak şekilde devindiren başat gücüne benzer bir “nesnel” kozmolojiye dayanıyordu. Bilimsel sosyalizm, bilimsel hukuk![1]

Bu yazı büyük ölçüde Stalin’in “kişiliği” ve “kişisel psikolojisi” üzerinden ilerledi. Paranoid kişiliklerin kimseye kolay kolay güvenmedikleri, bir tarihte onlara diklenen ya da onları küçük düşüren kimselere karşı kinlerinin asla yatışmadığı, muhaliflerini kolaylıkla düşman kabul ettikleri bilinir. Kesintisiz şüphenin yerini eyleme geçme konusunda netlik aldığında paranoyanın psikoza dönüşerek zaptedilemez kriminal eğilimleri açığa çıkardığı da malum. Stalin olağanüstü paranoyak ama aynı zamanda doğru vakit gelene kadar öfkesini kontrol etmekte ustalaşmış bir karakterdi. Bu psikolojideki bir adamın iktidara geldiğinde neler yapabileceğini tahmin etmek güç değil. 

Buradan bakıldığında, Stalin’in en yakın dostlarının Ezhov, Beria gibi polis şefleri, gizli servis elemanları olması şaşırtıcı değil. Ama Stalin’in yanısıra hepsi onun gazabına uğramış Troçki, Zinovyev, Kamenev, Buharin gibi siyasetçilerin aynı gizli servis “ruh”una, komitacılığa, ÇEKA kültürüne övgüler düzmeleri Sovyetler’de Stalin’in kişiliğini aşan yapısal bir sorunun varlığına işarettir. İç Savaş’tan Kronştadt’a, Göstermelik Moskova Mahkemeleri’nden Doktorlar Vakası’na Sovyet tarihi Stalin’in bir neden olmaktan çok sonuç olduğunu gösterir. 

Demokrasiden, şeffaflıktan, evrensel hukuk normlarından nefret eden, her baktığı yerde “emperyalizmin ajanları”nı gören Nasyonal Sosyalistler’in günümüzde Stalin’i ve Soyvetler’i sahiplenmeleri de şaşırtıcı değil. Kurmak istedikleri düzeni bir zamanlar Stalin kurmuştu. Onun için Ianucci’nin filmindeki gibi bir Stalin karikatürüne dahi tahammülleri yok.


[1] Stalinist hukuk anlayışının Bolşevik temelleri konusunda önemli bir makaleyi yakın tarihte Iain Lauchlan kaleme aldı: "Chekist Mentalité and the Origins of the Great Terror", The Anatomy of Terror: Political Violence Under Stalin içinde, s. 13-29 Oxford University Press, 2013.