Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Mustafa Öztürk, geçen ay “Kentsel Dönüşüm” kapsamında şimdiye dek toplam 6 milyar lira harcandığını ve on beş yıl içinde 500 bin konutu daha yenilemeyi planladıklarını açıkladı. Müsteşara bakılırsa, Kentsel Dönüşüm’ün gerekçesi “afet riski altında olan konutların yenilenmesi”; “vatandaşın can ve mal güvenliğinin sağlanması”. Tabii emlak rantının ekonomiye girdisi de en az “afet riski” kadar önemli olmalı. Konut sektörünün konut alım-satımı dışında harekete geçirdiği çeşitli sektörler var: Beyaz eşya, mefruşat, seramik vs.
Eş seçiminden sosyo-kültürel statüye kadar “konut”a yüklenen ulvi anlamlar ve bu anlamlara yapılan ömürlük yatırımlar, banka kredilerine bağlanan umutlar da sektörün “insani” güvencesi.
Kentsel dönüşüme bu kadar yatırım yapılınca “konut” da artık neredeyse bir dayanıklı tüketim malzemesine dönüştü. Araba modeli yükseltir gibi ev modeli yükselten “aile”ler var: 2016’da inşa edilmiş bir konut, ola ki “akıllı ev teknolojisi” eksik olsun, beğenilmiyor ve Bilmemne İnşaat’ın portföyündeki 2018 model “akıllı ev” tercih ediliyor. Akıllı ev teknolojisi dedikleri kombi ve klimayı mobil telefon yardımıyla uzaktan çalıştırmanızı sağlayan bir elektronik tertibat! Ne büyük buluş!
Can Yücel, “Çok eşyan olmayacak mesela evinde / Paldır küldür yürüyebileceksin / İlle de bir şeyleri sahipleneceksen / Çatıların gökyüzüyle birleştiği yeri sahipleneceksin” derken gelecekte sahiplenilecek “akıllı ev teknolojileri”nin kıymetini bilememişti.
Modern mimaride kentlerle özdeşleşmiş akımlar, üsluplar, şahsiyetler vardır: Paris, Hausmann’ın damgasını taşır; Berlin denince akla Hobrecht, III. Reich ve Albert Speer gelir; Franz Joseph’in Viyana’sı; “Gökdelenler Şehri” Chicago; 1666 yangınından sonra şehrin omurgasını meydana getiren “terraced-house”larıyla Londra… Bunlar şehrin karakterine mimari aracılığıyla damga vurmak amacıyla başlatılmış üslup arayışlarını yansıtırlar.
Osmanlı-Türk modernleşmesinde de Mustafa Reşid Paşa’dan başlayarak benzer bir arayışla karşılaşırız. Reşid Paşa, elçilik yaptığı yıllarda gözlemlediği İngiliz sıra evlerini (terraced house veya cottage adı verilen yapı tipi) gene elçilik yaptığı yıllarda Paris’te rastladığı Fransız kat evleriyle (apartman) karşılaştırıp aynı parselde tek aile tarafından kullanıldığı için İngiliz evlerinin Osmanlı geleneklerine (mahremiyet anlayışına vs.) daha uygun olduğu sonucuna varmış, Abdülmecid’e bu yollu tavsiyelerde bulunan mektuplar yazmıştır.[1]
Sonuçta geç Osmanlı’da bir yandan Fransız tipi apartmanlar öte yandan Victoria döneminin villalarına öykünen sayfiye evleri boy gösterirken Tanzimat’ın genel eklektizmine uygun bir üslup çeşitliliği ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet de, özellikle 1930’larda, konut mimarisinde hem iç hem dış mekân bakımından bir üslup yaratmaya çalışmıştır (kübik modası vb. öykünmeler arayışın sürekliliğine örnektir). Başarılı olup olmadığı tartışılır ama “üslup ısrarı”nın varlığı yadsınamaz.
AKP ise “üslup” gibi süfli kaygıları bir kenara bırakıp konut planlamasını bir toplum mühendisliği projesi olarak yürütmeye dönük bir irade bildiriminde bulunuyor: Banka kredilerini konut sektörüne yönelterek işçi sınıfını ve “dar gelirli aileleri” (bu arada Sulukuleli Romanları) “ucuz konut”, “toplu konut”, “sosyal konut” projeleri çerçevesinde kentlerin çeperine, kırsal bölgelere gönderme politikası izlenirken (bu aynı zamanda bir uzaklaştırıp “uysallaştırma” stratejisi); kent merkezlerindeki pahalı arsaların sahiplerine müşterek rant temelinde yeni yapılaşma projeleri sunuluyor. Böylece müteahhitlerin yanısıra mülk sahibi seküler orta sınıflarla iktidarın rant mekanizması arasında “duygusal” ve maddi bir ortaklık kuruluyor.
Bu ortaklığın nasıl işlediğinin somut örneklerinden biri Kadıköy’ün durumu. Herhalde çok acil bir afet riski tespit edilmiş olmalı ki Bostancı’dan Kızıltoprak’a, Acıbadem’den Göztepe’ye bütün Kadıköy’de hummalı bir inşaat faaliyeti sürüyor. Ortalık dümdüz edilirken iş makinelerinin, hafriyat tırlarının sebebiyet verdiği fiziksel ve çevresel zarar sineye çekiliyor. Duyarlı Kadıköy halkı kentsel dönüşüm konusunda sus pus! Öfkelenmek gerektiğinde oklar iktidara değil komşulara yöneliyor. İstedikleri müteahhiti kabul ettirebilmek için öbür kat maliklerini çürük bina raporu almakla, yani yıkımla tehdit edenler, metrekare kavgasına tutuşup kırk yıllık komşusuyla mahkemelik olan koca koca adamlar ve kadınlar… Bunlar hep Kadıköy'den kentsel dönüşüm manzaraları!
CHP’nin kalesi Kadıköy, çıkarları söz konusu olduğunda, en doğal haliyle karşımızda.
Estetiği, üslubu bir kenara bırakalım. Bu tür şeyler Türkiye’de bir avuç insan dışında kimsenin umurunda değil. Maddi çıkarlara gelince, AKP rejiminin “müteahhiti” olan zat-ı muhterem Türkiye toplumunun yüzde 90’lık ortalamasını temsil ediyor.
Ayrılıklar, farklılıklar üzerine çok yazılıp çizildi. Yeni Türkiye aynı zamanda bir kavuşma anı. Politik Kürtler derdest edildikten sonra bu kavuşmanın önünde "yaşam tarzı" farklılığı dışında büyük bir engel kalmamıştı.
Akıllı evinizde “akıllı akıllı” oyalandığınız sürece yaşam tarzı farklılığı da her iki taraf açısından aşılmayacak bir engel değil.
[1] Reşid Paşa'nın mimarî konusundaki görüşleri ve önerileriyle ilgili önemli bulduğum bir yazı için bkz. Atilla Yücel, "İstanbul'da 19. Yüzyılın Kentsel Konut Biçimleri", Tarihten Günümüze Anadolu'da Konut ve Yerleşme içinde, s. 298-311, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.