2018 Ağustos ayının son Cumartesi gününde Cumartesi Anneleri, karga tulumba, Cumartesi eylemlerini yaptıkları küçük meydandan atıldılar. Bunun emrini veren “yetkililer”, bundan böyle bu eyleme izin vermeyeceklerini de açıkladılar. Nitekim Eylül’ün biri olan Cumartesi, Galatasaray’ı araçlarıyla işgal edip herhangi bir toplantı yapılmasını engellediler. Belli ki daha epey bir süre bu durum böyle tekrarlanacak, Cumartesi günleri Galatasaray meydanı kuşatılacak v.b.
Bu işler “700. hafta” açıklandıktan sonra oldu. 700 hafta, bu insanlar, yaptıkları oturma eylemiyle kimseyi rahatsız etmemiş, hiçbir şeyi aksatmamışlardı. Şimdi bunu yasaklamanın gerektirdiği tedbirlerle çok kişinin rahatı kaçacak, çok şey aksayacak. Bu “yetkili”lerin toplumsal düzen ve huzur sağlama yöntemleri böyle çalışıyor.
“Toplumsal düzen ve huzur” o insanların her Cumartesi günü yakınlarının resimleriyle gelip o meydanda oturmasıyla bozuluyor – bu “yetkili”lere göre. Neden bozuluyor? En başta, bu memlekette falan sayıda “faili meçhul cinayet” olduğunu ilan ettiği için. Cumartesi Anneleri’nin bağırıp çağırması, gösteri yapması gerekmiyor – zaten bunları yapmıyorlar; sadece bu olguyu ilân etmeleri düzen bozmaya yetiyor. Ve dünyayı bu gözle gören AKP iktidarı onların bozduğu düzeni yeniden kurmak üzere harekete geçiyor. Bu olguyu ilân etmelerini yasaklayarak. Onlar eylemi yasakladıkları zaman, bu eylemin temelinde yatan sorun çözülüyor, yani “meçhul failler” “malum failler” haline geliyor, bu kadınların kaybettiği ve yasını tuttuğu insanlar geri geliyor mu? Elbette hayır! Yapılan kötülük yapılmış. Ama bu kötülüğü anlatmak yasak. Birtakım “paçoz” kadınlar orada toplanıp “Bu kötülükler yapıldı. Biz de yapıldığının kanıtıyız” derlerse, toplumun huzurunu kaçırıyorlar. Cinayetleri cezasız bırakmak meşru, “Bunlar oldu!” demek suç.
Bu durum, şimdiye kadar gerçekleşmiş birçok durumla birlikte, ama onların çoğundan daha belirgin, daha çarpıcı bir biçimde, AKP iktidarının “huzur” anlayışını, ama ondan daha önemlisi, hak-hukuk ve adalet anlayışını ortaya koyuyor.
AKP ile toplumun geri kalanı arasındaki mücadelenin son kertede bir “hayat tarzı tercihi” mücadelesi olduğu çok kere söylendi. Doğru. Böyle olunca, tabii, aynı zamanda bir “ahlâk-etik” mücadelesi. Türkiye tarihinin bu evresinde gördüğümüz bütün siyasi olayların bir etik boyutu var. Cumartesi Anneleri’ne Cumartesi’ni yasak etmek de bu birçok örnekten bir tanesi.
Bunun bir nedeni AKP iktidarının sınır tanımamasıdır. Kaç sıkıyönetimden geçtik. Tutuklama furyaları gördük. İdamlar, daha neler... Ama tutuklanan insanların aileleriyle uğraşmak, yasada tanımlanmış bir “suç” bile olmadığı halde insanların geçim sağlamasını önlemek gibi doğrudan “vicdanî” düzeyde yaralayıcı olaylar görülmemişti. Siyasetin bu derece pervasızca ve göstere göstere adalete komut verdiği görülmemişti. Adaletin siyasî hiyerarşiyi mutlu etmek için böylesine karakuşî hükümler verdiği görülmemişti.
“Trol” diye anılan “edebiyat”ta, ama yalnız o değil, resmî medyada da, böylesine bilinçli yalan ve iftira görülmemişti.
İşte Cumartesi Anneleri. Ne deniyor? 700 hafta bu insanlar bu eylemi yapmışlar. 700 hafta yapılan bir şeyi bu yöntemlerle sona erdirmenin şerefi de AKP iktidarına nasip oldu.
Gene yazıldı çizildi: Erdoğan bir tarihte Cumartesi Anneleri ile görüşmüş, vaatlerde bulunmuş. Kendi partisinin milletvekillerine anlatmış, onlardan bazıları ağlamış v.b. Bu şu açıdan da anlamlı: “Reis” ne düşünmen gerektiğini sana söyler, yalnız düşünmek değil, nasıl duygulanacağını da “Reis” belirler. Cumartesi Anneleri’nin “iyi insanlar” olduğuna inanmanın siyasî getirisi olan bir zamanda “Reis” sana o Anneler’in acılarını anlattığında sen de ağlarsın. Derken koşullar değişir: Cumartesi Anneleri’nin “iyi insanlar” olduğunun siyasi getirisi konusunda “Reis” fikir değiştirir. O zaman, duygularını bu yolda “terbiye” etmiş olan partili ya da taraftar da “paçoz”dan başlayan bir kelime haznesine geçer. Bu, “ahlâk”tır.
Yalnız bizde değil, bütün dünyada da, dinle ahlâk arasında sıkı bir ilişki olduğu kabul edilir. AKP olsun, “Reis”i olsun, “dindarlık” sözkonusu olduğunda iddialılar.
Evet, siyasî mücadele bu dönemde alışık olmadığımız ölçüde geniş bir alana yayılmış durumda. “Hayat tarzı”, evet ve dolayısıyla “ahlâk”, “etik” gibi değerler de sözkonusu.