Bir süredir Türkiye’de muhalefet sorunundan söz ediliyor. Türkiye’deki muhalefetin işini doğru düzgün yapmadığından, iktidarın kötü politikalarının nedeninin biraz da bu muhalefet boşluğundan kaynaklandığı anlatılıyor.
Bu ve benzeri tespitlerin büyük ölçüde haklılık payı var. Türkiye’de muhalefet seçmenlerin önemli bir kısmıyla gerçekçi bir ilişki kuramıyor. Muhalefet derken de genellikle CHP’den söz edildiği de sır değil. MHP’nin bir siyasi parti olarak iradesini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsına teslim ettiği düşünülecek olursa, CHP dışında geriye kalan parti HDP. HDP’nin de başına gelenler malum. Haliyle eleştirilerin odağına yerleşen parti CHP ve neredeyse kimse CHP’den memnun değil, buna iktidar da dahil!
CHP, Türkiye siyasetinin çok uzun bir döneminde iktidar olamamasına rağmen iktidar hissine sahip bir parti olageldi. Kendisi muhalefette olsa bile kurucu parti olmasının getirdiği sembolik güç, ona bu duyguyu taşıma imtiyazı veriyordu. Birde herkesin bildiği ya da ahalinin hiss-i kablelvukû ile sezdiği ordu ve bürokrasi ile içsel rabıtası, siyasal alan üzerindeki gölgesini olduğundan daha büyük gösteriyordu. Bunun getirdiği abartılı bir özgüven olduğu muhakkak. Bu abartılı özgüveni, seçmenlerle kurduğu ilişkiden de çıkarsayabiliriz. Şu tıpış tıpış meselesi… Kendisinde sabit ve değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez, milli bir duruş görüyor ve seçmenlerinin -kanımca pek büyük olmayan- bir kısmına bakarak bu duruşunun haklı gururunu yaşamaktan kendini alamıyor. Özeleştiriye, samimi bir muhasebeye gerek duymayıp kendisine yönelik eleştirilerin hepsine cevap yetiştirme kudretine sahip olmasının nedeni biraz da bu.
‘Muhalefet’ derken kastedilen bu partinin karşısında ise muhalifliği bir gösteriye dönüştüren, siyaseti, hanenin biricik gündemi haline getiren bir iktidar var. İktidarın enerjisinin ve bu kadar badire atlatmasına rağmen seçim kaybetmemesinin nedenlerinden biri üzerinden atamadığı, pek atmak istemediği muhalifliği.
Her şeye muhalif olmanın getirdiği şımarık ve delişmen bir muarızlıktan söz etmiyorum. Bir şeylere kızan, öfkelenen, bir tür haysiyet pozu takınan, lafını esirgemezmiş gibi görünen bu muhaliflik, aynı zamanda daha iyisini, daha doğrusunu yapabileceği iddiasını da içeriyor.
Bu bir alışkanlık ve bunun İslamcılıkla güçlü bağları var, nihayetinde yüz yıldan uzun bir süre muhalefette kalmış bir siyasal hattın içerisinden çıkarak iktidar olmuş bir hareketin, alışkanlıklarını hızla terk etmesi beklenemez.
Belki de bu nedenle AKP, hiç muhalefette kalmamasına rağmen, kendisi haricindeki her şeye muhalif olmak dışında, sahici ve kapsayıcı bir siyaset üretemiyor. Sebep olduğu, sebebiyet verdiği, hiç değilse mesul olduğu kötülükler söz konusu olduğunda bile sorumluluk almak yerine itham edip suçlamayı tercih ediyor. Hiçbiri tutmazsa, Soma’daki maden faciasında olduğu gibi, Allah’a havale ediyor.
İktidar olup muhalefet taklidi yapmak; muhalefet olup iktidar hissine sahip olmak tuhaf gibi görünse de Türkiye’nin siyasal hikayesinin önemli bir parçası.
İktidar, bu ebedi muhalifliğin sağladığı önemli bir şeyi, ‘asla mesuliyet üstlenmeyeceksin’ kuralını, keşfettiği için bunu bir siyaset tekniği olarak ve epey hoyratça kullanıyor. Kaldı ki, eğer arzu edilmeyen bir şey olmuşsa, (örneğin Türk Lirası büyük oranda değer kaybetmişse, Çorlu’da 25 kişi, yolcu olarak bindikleri trenin raylardan çıkması nedeniyle yaşamını yitirmişse) bunlar hükümete zarar vermek için tertip edilen komplolar ya da her yerde ve zamanda yaşanabilecek doğal afetler olarak anlatılabilir. Kesin olan tek şey, hükümetin herhangi bir sorumluluğunun olmadığıdır. Hatta hükümet, genellikle, kendisinin sorumluluğunu dile getirenler tarafından ‘mağdur’ edilmekte, haksız ithamlara uğramakta ve kendisini eleştirmeye cüret edenlere had bildirmek zorunda kalmaktadır. Hem iktidar, hem de muhalefet rolünü oynayan iktidar, iktidar olmanın sağladığı imkanlarla siyasal alanı daraltıp farklı görüşlerin seslerini bastırırken, muhalefetin sinizme kaymaması çok kolay değil.
Yine de söylemek lazım, seçim hezimetleri, parti içi çekişmeler, liderlik tartışmaları, banal ve lümpen milliyetçi rüzgara kapılarak üst üste verilen yanlış kararlar ve hepsinden öte bu kadar kolay manipüle edilebilen ve birçok krizle sarmalanmış bir partinin “devletin sahibi” hissini sürdürebilmesi bir tür hayalet uzuv sendromu değil mi?