Freud’un yas ve melankoliye ilişkin çözümlemeleri, nesne kaybını yahut ölümünü “gerçekte” yaşamış somut faillerle ilgilidir. Freud yasın ya da melankolinin öznesi olan “tekil” varlıkları, aslında “vaka”ları dert eder. Bu tekil varlıkların varoluşları toplumsal ilişkilerden bağımsız değildir. Nitekim Freud’un “bilimsel” radarı tekil varlıkları olduğu kadar “medeniyeti” de kapsama alanına alarak genişlik kazanır. Elbette kayıplardan ve ölümlerden duyulan acıların sağaltılması, telafi yollarının aranması yahut kayıplara gösterilen reaksiyonlar bahsinde devlet yapılanmasını herhangi bir yasın ya da melankolinin öznesi olarak tartışmamıştır Freud. Bu da normal bir tutum aslında, zira modern devletin duygular repertuvarında pek çok duygunun (intikam, nefret vb.) yeri saptanabilse bile “sevgi” ile olan ilişkisi şaibelidir.
Modern devletlerin savaşlar, toplama kampları, işçi katliamları, keza doğal afetler sonrasında tedavüle soktukları yas söylemlerinde ve ritüellerinde (bayrakların yarıya indirilmesi, “resmi özür” dilemeler, Althusser’in sözüyle “seküler günah çıkarmalar”da vb.) hükümet etme mantığından süzülüp gelen bir riyakârlık yankılanır. Devlet yastan da melankoliden de muaf bir yapılanmadır. Devletin kendi varlığını kanlı canlı bir “kişilik”miş gibi, bilhassa hukuk düzleminde, ortaya koyduğu doğrudur ama buradaki kişilik “tüzel,” yani hukuki karar alma süreçlerine ve hükümet etme pratiklerine yönelik bir kişiliktir. Sözgelimi devlet –Soma’da olduğu üzere– göçük altında kalmış, cesedine ulaşılamayan bazı işçiler için “gaip kararı” alır ve cesetler gömülmeden, mezarsız bir şekilde sonsuza kadar yeryüzünden kaybolur. Nasıl ki devletin hukuk sahasındaki söylemleri ve icraatları somut “güç ilişkilerini” perdelemek üzere iş görüyorsa, “tüzel kişilik” gibi laflar da, devleti çekip çeviren egemen sınıfların yüzlerini perdelemek üzere iş görmektedir. “Devlete karşı işlenmiş suçlar” formülünde olduğu üzere, devlet ancak kendi varlığı söz konusu olduğunda kimi duygular geliştirebilir: kendisine karşı işlenmiş suçları zaman zaman affetme, demek buradan hareketle şefkat gösterme, şefkat göstererek iktidarını yeniden kurma örneklerinde olduğu gibi...
Devletin yas söylemleri, ideolojinin altın suyuna batırılmıştır. Devlet, egemenliği altına aldığı tebaasıyla, “yurttaş”larıyla sevgi ilişkisi içinde değildir: devlet topluma karşı sevgi beslemez. Dolayısıyla devlet kesinlikle yas tutamaz. Herhangi bir kayıp devletin değil, öncelikle toplumun hanesinden düşer: devlet eksilmez, toplum eksilir. Devletin soğuk iktidar aklı üzerinde etkide bulunan başlıca duygu “sevgi” değil, daha ziyade “korku”dur. Devlet her ne kadar binbir kurum ve araçla denetim altına almış olsa da tebaasından korkar. Hukuki mekanizmaları, şiddet araçları, cezalandırma mekânları olarak hapishaneleri ve sair yapıları kitleden duyulan korkunun defedilmesi üzerine kurumsallaşmıştır. Keza devlet önce kendi “güvenliğini” alır, yurttaşın güvenliği daima sonra gelir, o da olduğu kadarıyla tabii...
Devletin yas söylemleri ve pratikleri tamamen parodidir, kamu sahnesinde gösterilen bir tiyatro oyunudur. Kimileyin sevgi ve acı söylemlerine yaslanması kitleden duyduğu korkuyla alakalıdır. Öte yandan, devlet özü itibariyle kitleden korktuğu için korkutur. Diğer pek çok eyleminde olduğu gibi yas oyununda da, Nietzsche’nin ifadesiyle “iyinin ve kötünün bütün dilleriyle yalan söyler” devlet: gerçekte yaşamadığı bir kaybı yaşamış gibi gösterir, hem devlet acı çekmez, acı çektirir...
Devlet ve onunla bağlantılı kapitalist iktidar bloklarının yas söylemlerinde ezilenlerin hayatlarının değersizliği sürekli yeni kılıflar edinir: sözgelimi bu işlerin “fıtratında” var denilerek ya da hayatlarını kaybedenleri “sivil şehit” gibi yeni kodlar içinde tanım altına alarak, tazminat ödemeleriyle, “ölüm” olgusu, öldürülme fiili kapitalist zihniyetle teolojik zihniyetin iç içe geçtiği garip bir söylem bölgesine havale edilir. “Allah yolunda canları ve malları” ile “cihat ederken” değil, tam aksine örgütlü bir şirketin maden ocaklarında yahut tersanelerde, daha fazla kâr hırsı uğruna ölen kişiler neye “şahit” oldukları için “şehit” mertebesine yükseltilirler? Kaba zulüm ve sömürüden gayri...