Metin Eloğlu, 1927 Üsküdar doğumlu. Doğduğu mahalle kimilerine göre Sultantepe kimilerine göre Çamlıca. Erdal Alova, onun için “Şiir ve anason kokan bir çingen çinakoptu” der: Selamsız’da da doğmuş veya bulunmuş olabilir. Yaşam öyküsü ve şiirini okuyunca bu olasılık güçleniyor. Askerlik, okul, evlilik, para hiçbir kurumla başı hoş değil. Sonuna kadar sahici olabilmiş. Bıçkınlığa varmadan sahici. Bu sahicilik Sultantepe veya Çamlıca’ya değil Selamsız’a yakışır.
Birçok yarım şairde kötü bir santimantalizme yol açmış olan İstanbul (Nedim’e ve Baki’ye gitmeden, Tevfik Fikret’te “bir sahn-ı mezalim”, Recaizade’de Yakacık mezarlığı) Metin Eloğlu’nda duyuları ayaklandıran bir evrendir.
Şeytana külahını ters giydirecek bir duyu zenginliği vardır Eloğlu'nun. Şiir üzerine edilmiş upuzun bir sohbet kafasını işletmezken anasının kefen parasını yiyen bir balıkçının onda bıraktığı iz duyularını zehir gibi işletir. Bu duyu zenginliğiyle İstanbul’un üzerine “Bekâr ve ayyaş [bir] güneş” gibi doğar: “Us böndür mü diyormuş Hegel / Kimse koduğu yerde bulamaz beni”.
***
Mavi, Metin Eloğlu’nun en sevdiği renktir ve Üsküdar’ın rengi ilk şiirlerinden başlayarak mavidir: “Harem-Salacak arasında / Denize düştüm / Balıklar yanıma üştü / Bir mavilik bir mavilik / Bakınca kendimden geçtim.”
“Yitikçi”’de Üsküdar çanağa konulacak bir denizdir: “Hadi git azıcık İstanbul iste / Kosunlar o denizi bir çanağa / Bir çıkına elesinler o günlerimi / O yazdan Üsküdar’dan Elif’ten ne kaldıysa geriye.”
“Kısa Günün Kârı”’nda sudan çıktıktan sonra düşülen kötü dertle anılır: “Sudan çıktı / akşam oldu / Bir kötü derde düştüm /Tekmil Üsküdar bildi.”
70’lerin ortalarında Eloğlu, Mehmet Tansel’e ithaf ettiği şiirde Üsküdar’ı ilk kez bir yalnızlık ve hüzün duygusuyla hatırlar. Ölüme yaklaşıp “inişe tırmandıkça”, Üsküdar’ın deniz kıyısından uzaklaşır. “Gide gide, -hey gidi Üsküdar’cık / yol yalnızlaşıyor, ince yapyaz ve yoruluyorum… / … III. Ahmet Çeşmesi’nde kavşak ayrımı; inişe tırmanıyorum –gülme–, inat bu değil mi?” Denizden uzaklaşmak, kavşağın ayırdığı yolun öte tarafına geçmek ölüme yaklaşmaktır. Ama III. Ahmet Çeşmesi, yani “su” hâlâ oradadır. Eloğlu’nda ölüm o kadar can sıkıcı bir olay değildir.
70’lerin ortalarından sonlarına doğru yazdığı şiirlere ölüm birtakım koyu renklerle ve duyumsallıklarla girecektir. Mavilikten esmerliğe geçmekle duyularda açılan bir gediktir ihtiyarlık: “Ben o kumral ölümü itelerken esmerliğimle / Sen niye apansız sarışın”.
Bu yıllarda yazılmış “Soluk” gibi şiirler “kimsenin koduğu yerde bulamayacağı” bir şair olmaktan çıkma kaygısını yansıtır. Ama bu kaygı da fikirlerle falan değil düpedüz duyularla iletilir: “İti bağladılar ağaca, ağacı bana bağladılar / beni yağmura ve soluyuşumuzu yere çaldılar / çözdük, kopardık o kırnap zincirleri; soluk / soluğa it, ağaç, yağmur ve ben...”
Metin Eloğlu gibi şairler için şiir bir fikir veya imge bulma sorunu değil bir duyuya, bir ana yakalanma sorunudur.
Hayatının sonunda, 1984’te yayımlanan Önce Kadınlar’a aldığı “Üsküdarlaşma” başlıklı bir dizi şiirde Eloğlu doğduğu semte bir kez daha “yakalanır” ve Üsküdar’ın bütün kokuları, renkleri, harfleri ve mevsimlerini dolaşır.
Sultantepe’nin ayakları çiçekle yıkanır: “Çinisi çeşmesi leğende çitilenen / Sultantepe bu / Ayaklarını çiçekle yıkıyorlar”.
Bulgurlu’dan Çilehane’ye inen yolda Eloğlu’suz menekşe yoktur: “Hani şu nisan mıdır nedir / Hiç yoktan çıngar / Libade’yi bilemem / Çilehane’de bensiz menekşe yoktur.”
Üsküdar aynı zamanda mevsimlerdir: “Şu köşede kopuklar olacaktı / Yol yakınken gittiler / Bir de eski eylül vardı gözleri dolu / Öldü mü kaldı mı kimse bilmiyor.”
Üsküdar zamanın ağarışıdır: “Zamanın ağarışı şöyle / Harem’den balığa çıktık / O gençliğine ağlayadursun / Göz gözü görmüyordu.”
“Selimiye’de bindokuzyüzbilmemkaçta sabahın kışlasında için için yuvalanan kırlangıç sesi ve bu kaçıncı bozarmak” 12 Eylül’ü Üsküdar’dan ancak Eloğlu gibi anlatabilmektir.
Doğduğu semte son noktayı koymadan Üsküdar’ı “usundan sıyrılma”ya davet eder Eloğlu: “Kana kana karanlıkta / Gel kardeşim Üsküdar / Hadi bize gidelim/ … Usunu sıyır hadi bize gidelim / Yalnızlık az sonra damlar”
Aslında başta ve sonda şiirde yaptığı şey budur: Usundan sıyrılmak. Ama usundan sıyrılan herkes bir ölmezliğe kavuşturacak renkler ve duyularla Üsküdar’ı anlatamamıştır.