Sol Elin Hikmeti Üzerine (I)
Derviş Aydın Akkoç
Tanıl Bora'ya...

Benjamin’in ölümünün 10. yılı hasebiyle “Walter Benjamin Portresi (1950)” başlıklı bir yazı kaleme alır Adorno. Portre çıkarma işlemi esnasında, 20. yüzyılın bu en ayrıksı ve verimli düşünürü hakkında taşı gediğine oturtan kimi saptamalarda bulunur. Walter Benjamin’le karşılaşan kişi, Adorno’ya göre, iki karşıt kutup arasında sıkışmış vaziyette bulur kendini: Benjamin’in düşünce dünyasından yayılan bir “manyetik çekim” merkezine doğru ya “büyülenmek”, bir “kamaşma” etkisiyle bu alana çekilmek, hatta kapılmak, ya da tam aksine bu çekim merkezinden derhal uzaklaşmak için yoğun ve “nefret dolu bir karşı koyuş” refleksi geliştirmek. İster kapılma isterse reddediş olsun, “manyetik çekimi” yaratan esas dinamik Walter Benjamin’in “bakışı”dır: Adorno’ya göre, Walter Benjamin’in bakışının değdiği, yani “söz”ün sahasına çekilen “yer” her neresi ya da her neyse işte o yer yahut şey “adeta radyoaktiviteye maruz kalmış gibi değişime uğramaktadır.”[1]

Adorno’nun saptaması ufuk açıcı olduğu kadar kışkırtıcı da: Benjamin’in bakışına takılmış herhangi bir fenomen “adeta radyoaktiviteye maruz kalmış gibi” dönüşümler yaşar. Aslında Benjamin’in faal ve derin bakışı bir tür kabuk kaldırma işlevi görür; fenomenini –tarihsel materyalist analizin “malzemesini” –sürekli ama narin dokunuşlarla perdahlar, toz alır. Tam olarak görünmeyen, çoğun perdelenmiş, karartılmış bir fenomenden saçılan “ışımalar”, fenomende “radyoaktif dönüşümlere” yol açar.

Adorno’nun Benjamin’deki “bakış” ve “söz” ilişkisini izah için “radyoaktivite” terimini kullanması Benjamin’in düşünce üretim sürecini somut kılmaya yönelik bir tutumun tezahürü. Terimi ucundan az biraz açmak gerekirse: 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde fizik biliminde atom çekirdeklerinin aslında sanıldığı kadar “kararlı” olmadığı anlaşılır zira çekirdeklerden bazıları ışınlar halinde parçacıklar fırlatıyor, yayılan bu ışınlar da (alfa, beta, gama) atomda dönüşümlere neden oluyordur. Bununla birlikte, fizikteki kullanımının yanı sıra, Lecia Rosenthal’in belirttiği üzere, Adorno’nun zikrettiği “radioaktiv” terimi Almancadaki “rundfunk” (radyo) kelimesiyle de bağlantılı: “atmosferde yayılma, dağılım, sınırlandırılmış alan boyunca ve içinde kontrolsüz hareket” anlamında “rundfunk.”[2]

Işımalar ya da ses dalgaları, fark etmez, bu iki belirleyici nitelikten hareketle: Benjamin’in bakışı tezgahına aldığı bir fenomenin (ki bu fenomen sözgelimi “kent”, “devrim”, “tarih”, “sosyalizm” gibi “makro” bir fenomen olabileceği gibi köhne bir tren istasyonunun duvarına asılmış alelade “mikro” bir “yol tarifesi” fenomeni de olabilir) aslında pek de kararlı, tamamlanmış, demek taşlamış olmadığını gözler önüne serer ve bu yolla da fenomeni “diyalektik imge” katına yükseltir. Walter Benjamin’in manyetik çekimine nefretle karşı koyma isteğinin altında yatan saik de bu eşikte su yüzüne çıkar: bakışın yarattığı ışımalar zihinlerde külçeleşmiş kavram, imge, imaj ve tüm bunlardan oluşan “dünya tasarımlarının” esasında sanıldığı kadar geçirimsiz ve katı değil, bilakis oynak ve hareket halinde olduğunu açık eder. Bu stratejide tamama erdiği iddia edilen hiçbir “sistem düşüncesi”ne prim verilmez. Radyoaktivite sonucu oluşan ışımalar göz aldığı ölçüde rahatsızlık vererek gözkapaklarının kısılmasına, çemkirmelere yahut düpedüz yüz çevirmenlere de neden olur tabii. Nitekim Adorno’nun yazısında işaret ettiği, Benjamin’i “şeytan çarpmış” diyerek hiddetle mahkûm eden, “rahiplere özgü hakaretlerini bastıramamış, varoluşçu ve kodaman Buber” mahut manyetik çekime nefretle karşı koyanlardan sadece biridir...

Öte yandan, Walter Benjamin’in bakışı, uğraştığı fenomenine kavramsal yahut zihinsel “şiddet” uygulamaz zira herhangi bir nesnenin “fethedilmek” üzere ele geçirilmesi söz konusu değildir. Bakışını attığı nesneleri yazı düzlemine çekip işlerken –kayıt altına alırken– şiir ve nesir, kavram ve kelime arasındaki sınırları ilga eden Walter Benjamin düzyazıyı kendi içinde bir çeşit şiir haline getirir. Bu esnada, Cemal Süreya’nın Turgut Uyar için söylediğine benzer bir şekilde, Walter Benjamin de “dilin orgazm bölgelerinde” gezinir. Döneminin aktüel felsefe jargonunu “pezevenk dili” olarak mühürleyen Walter Benjamin; felsefenin nesneleri, nesnelerdeki deneyimleri donmuş ve mumyalaşmış bir kavram ya da kategori müzayedesinde satılığa çıkaran dilinden uzak durur. Bu açıdan, hiç haberi olmasa da Elias Canetti ile aynı kulvarda yer alır. Tabii bu, hiçbir surette kavramlarla iş görülmediği anlamına gelmez. Fenomenlerin kendi tekillikleri ve küçüklükleri içinde değerlendirilişi sırasında kavramlar da dönüşüme uğratılır: Kavramlara kelimelerde birikmiş deneyim tozları serpilir ve giderek esnekleşir, plastik bir hal alırlar...

Tıpkı Kafka gibi Benjamin’in de esas ilgisi mikro düzlemdeki varlıklardır. “Kozmik olana mikro olandan” hareketle, sonuna kadar sadık kalınan bir eşdeğerlilik ilkesi uyarınca ulaşılır. Parça ve bütün diyalektiğinde hiyerarşik bir yönelime, bir kavramın yahut değerin önceliğine ya da sonralığına yer yoktur. Marx’ın “meta fetişizmi” esprisinden el alan bu derin strateji, kendi yüzeyinde konumlandırdığı her imge yahut motifi birbirleriyle bağlantılı ve hareket halinde resmeder: fenomenlerden saçılan ışımalar birbirlerine temas edip etkide bulunurlar zira fenomenler arasında, deyim yerindeyse gizli yeraltı geçitleri, kanallar kurulmuştur; taşları canlı ve parlak kelimelerden döşenmiş geçitler, kanallar...

***

Türlü çeşitli kanallardan geçerek yeni ve yüklü anlamlar edinen, Benjamin’in metinlerinde sıkça geçen kelimelerden biri de “el”dir. Diğer pek çok kelime gibi bu kelime de Benjamin’in bakışıyla radyoaktif dönüşüme uğrar. Adorno “el” bahsinde, Benjamin’in kendi gerçeklerinden asla taviz vermeden bütün hayatı boyunca peşinden gittiği, çalışmalarını içinden kesen, estetik-politik üretiminin merkezinde adeta bir nabız gibi sürekli atan, ilk kez 1928’de yayımlanan Tek Yön’de dile getirilen bir parçaya, bu parçanın en kesif cümlesine dikkat çeker: “Tüm canalıcı vuruşlar sol elle yapılıyor.” Adorno’nun sözünü ettiği cümlenin tamamı: “Şu günlerde kimse ‘elinden gelen’e güvenmemeli. Kuvvet doğaçlamadadır. Bütün canalıcı vuruşlar sol elle yapılıyor.”[3]

İlk bakışta bireysel bir muhataba sesleniyormuş gibi görünen ama bireysel olduğu kadar eşanlı olarak döneminin kolektif politik yapılarını da yörüngesine alan, öte yandan, Walter Benjamin’in hayli mesai harcadığı şiddet eleştirisine, özellikle Mesiyanik şiddet anlayışına ve bu anlayışla alışveriş halinde olan devrim tasavvuruna da dolayımlanan enerjisi yüksek bir söz bu. Buna göre, kimsenin artık kendi hazır, bir programa kavuşturulmuş ve tecrübe edilmiş gücüne yahut mevcut kabiliyetlerine bel bağlamaması gereken günler gelip çatmıştır: eskimiş yıpranmış programlar, kemikleşmiş kireçlenmiş tasarımlar, otomatikleşmiş tepkiler, ideoloji sularında yıkanmış sistemler, hantallaşmış ağırlaşmış yaşam ve eylem kılavuzları faslı kapanmış, “doğaçlama” sanatı kendini duyurur olmuştur...

Pozitif ve tabii hukuk da dahil olmak üzere, “eylem” (ki Benjamin’de ezilenlerin kurtuluş eylemidir bu) söz konusu olduğunda gerek hukuki gerekse ahlaki meşruiyetini risksiz ve külfetsiz söylem kaynaklarından değil, öngörülemeyen bir “doğaçlamadan” alan canalıcı vuruşlar ve bu vuruşların başlıca faili olarak “sol el”... Alıcısında sadece hayret uyandıran basit bir “aforizmanın” bileşeni değildir Benjamin’in dile getirdiği “sol el”, daha ziyade politik gerilimi yoğun bir düşünce imgesidir: “Canalıcı vuruş” ifadesiyle hâlâ tartışılan Mesiyanik şiddet bilmecesine, “doğaçlama”ya yapılan atıfla devrimin zamanının öngörülemez olduğuna, keza her ne kadar yumruk sersemi olsa da ezilenlerin birdenbire ve beklenmeyen bir yerden gelecek, on saniye içinde düştüğü yerden (tarih ringinden) kalkamazsa hasmını üçüncü ya da beşinci rauntta nakavt edecek sol kroşesine, Mesih’in gireceği “dar kapı”nın belirsizliğine düğümlenen, bu durumda Benjamin’in kimi kilit kavram ve imgelerine de bağlanan, ama buna rağmen çoğun ihmal edilen güçlü bir ışıma kaynağı olarak “sol el”...

***

İhtiyatla ama elbette boşa düşme ihtimalini de gözetmek suretiyle, bu çarpıcı düşünce imgesini (sol eli) Walter Benjamin’in yazılarındaki başka imgelerle konuşturmak, özellikle “arzu ve nesne” diyalektiğinden imbiklenmiş yarı-erotik çocukluk dönemi imgeleriyle buluşturmak, bir imge koalisyonundan hareketle de, icabında meseleye püsküller ilave ederek “sol el”in hikmetlerine bakmak... Fakat önce bir hareket alanı yaratabilmek için “iktidar” mefhumu etrafında “elin sabrını” derinlemesine tartışan Elias Canetti tesisinde bir süre konaklamak gerek: elin iktidarla ilişkisini didiklemek, bazı kurucu veçhelerine odaklanmak, sol elin hikmetini de bu çerçeve dahilinde değerlendirmek üzere...

[1] Theodor W. Adorno, Walter Benjamin Üzerine, çev. Dilman Muradoğlu, İstanbul: YKY, 2012, s. 10.

[2] Lecia Rosenthal, “Walter Benjamin Radyoda”, içinde Walter Benjamin, Radyo Benjamin, (haz. Lecia Rosenthal), çev. Cemal Ener / Elif Okan Gezmiş, İstanbul: Metis Yayınları, 2018, s. 10-34.

[3] Walter Benjamin, Tek Yön, çev. Tevfik Turan, İstanbul: YKY, 2005, s. 16. Tevfik Turan’ın çevirisine, Benjamin’in çalışmasının İngilizce çevirisi üzerinden ufak müdahalelerde bulundum, “güçlülük irticaldedir” yerine “kuvvet doğaçlamadadır” ifadesinde olduğu gibi. İngilizce çevirisi için bkz. Walter Benjamin, One-Way Street and Other Writings, çev. Edmund Jephcott / Kingley Shorter, London: NLP, 1979.