Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş’ın sürüp giden tutukluluğu hakkında kararı bu günlerin çok önemli bir olayı. Tek bir olayla ilgili bir karar gibi görünmekle birlikte, bu hükmün, Tayyip Erdoğan’ın yeniden biçimlendirdiği yargı düzeni hakkında verilmiş genel bir hüküm olduğunu kabul edebiliriz.
AİHM’nin bu kararına karşılık Tayyip Erdoğan’ın “AİHM kararı bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yaparız” demesi bence daha da önemli bir olay.
Birinci cümle, “Bizi bağlamaz”, şu konjonktürde nelere yol açar, tahminde bulunmak zor, ama resmî düzeyde Avrupa ile ilişiğimizin sona ermesini gerektiren bir söz. Bizi bağlayacağını taahhüt etmişken şimdi bu tavrı alınca, Avrupa’nın da “Öyleyse aramızda bir ilişki kalmıyor” demesi beklenir. Böyle gelişecek olursa, bütün ülkenin izleyeceği yolu baştan aşağı değiştirmeyi gerektiren sonuçlar üretecektir.
Ama ikinci cümle bana daha da önemli görünüyor. “Karşı hamle”! AİHM sonuçta bir mahkeme. Avrupa Konseyi’ne üye olan herkesin otoritesini kabul ettiği bir kurum. Erdoğan’ın sözleri, oradan gelen kararı bir “mahkeme kararı” değil de bir “hamle” olarak gördüğünü açığa vuruyor. Burada olan her şey son analizde Tayyip Erdoğan’ın kararı ve onayına uymak durumunda olduğuna göre, Avrupa, ona karşı bir “hamle” yapıyor; biz de onu savuşturup kendi “hamle”mizi yapacağız.
Bu, savaş terminolojisi. Hani, “savaş” değil de “spor” olabilir – satrançta ya da eskrimde aynı kelimeleri kullanıyoruz. Ama satranç olsun, eskrim olsun, “savaş”ın evcilleştirilmiş, stilize edilmiş şekli. Karşında bir “hasım” var ve sen onu yenmeye çalışıyorsun.
Tabii olaya böyle bir gözle bakıyorsak, şimdiye kadar Türkiye’de mahkemelerin verdiği kararlar da “hamle”. Nitekim öyle. Yeni yasal düzenlemelerle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu mahkemelerin “hamle”lerini denetleyebiliyor. Ama arada bir, denetleyemediği bir karar da çıkabiliyor.
Bu durum yeterince vahim. Ama bir başka konuya daha değinme ihtiyacı duyuyorum. Şu olaylar olmadan birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan birtakım “stratejik” denecek açıklamalar yapmış ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinden vazgeçmediğini vurgulayarak belirtmişti. Bugünlerde bazı önemli stratejik görüşmelerin başlaması bekleniyordu. Türkiye, özellikle Gümrük Birliği’nin yeni kuralları ve “serbest dolaşım” gibi konularda ısrarcı olmaya hazırlanıyor deniyordu. Bu “bizi bağlamaz” ve “karşı hamlemiz” edebiyatının (özellikle Avrupa’yı dost değil düşman kılığına sokan “hamle” zihniyeti) bu gibi hedeflere ulaşmayı kolaylaştıracak bir işlevi olacağını düşünemiyorum. Peki ama bu bir “istikrarsızlık” değil mi? Pazartesi günü “Hedefimiz tam üyelik”, Salı günü “Bizi bağlamaz” demek, neyle açıklanır? Böyle dönüşlerin olduğu bir durumda, ülkenin uzun vadeli hedeflerinden, bu hedeflere varmak için izlenecek yöntemden söz edilebilir mi? Bir karar çıkıyor, her türlü stratejiyi bir anda geçersiz kılan bir tepki gösteriliyor... Gösterilen bu tepkinin hukukla falan açıklanır, haklı gösterilir bir yanının olmaması da ayrı hesap.
AİHM kararında “... Demirtaş’ın tutukluluğunun uzatılmasını emrettiği” ibaresi geçiyor. “Emretme” fiili ilginç. Mahkemeye emreden, siyasî iktidar. Yani AİHM yalnızca Selâhattin Demirtaş’ın tutuklu bulunması üstüne bir yargı vermiyor; Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve Kuvvetler Ayrılığı’nın nerede bulunduğuna dair bir yargı da vermiş oluyor. Hiç sevimli olmayan bir yargı. Ama “Biz karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz” diye konuşan bir Cumhurbaşkanı varken “Bu yargıya nasıl varıldı?” diye sormak, herhalde, abes bir soru olacaktır.
Evet, Tayyip Erdoğan’ın komutanlığında Türkiye Cumhuriyeti’nin çizmekte olduğu rotada zigzag çok bollaştı. Bu kadar zigzag olunca bir “rota”dan söz etmek de güçleşiyor. Ancak iktidar bloku böyle günübirlik pozisyon değiştirme keyfiyetinden uzun boylu tedirgin görünmüyor. Çıkan son söz (“dictum”) neyse, ona göre kendilerini uyarlıyorlar. Belli ki bu dönüşleri yapmak, birbiriyle çelişen ağızlarla konuşmak, bugün söylediğini yarın geri almak zor gelmiyor; hattâ “jimnastik hareketi” yapar gibi, “marifet” yerine de geçebiliyor.
Ama bu davranış biçimi, bir ülke için, hele uzun vadede, endişe verici bir durum arzediyor.