Yerel seçim hayli yakınlaştığı için bugünlerde ağırlıklı olarak ittifak görüşmeleri üzerinden yürüyen siyasi trafik büyük dikkat çekiyor. İktidar ve muhalefet partilerinin hangi merkezlerde ve nasıl ittifaklar yapacağı hakkındaki spekülasyonlarda da artık sona yaklaşılıyor. Büyük bir ihtimalle bu hafta, olmadı ay sonuna kadar durum önemli ölçüde netleşmiş olacak. Ortaya çıkacak sonuçlara göre, bazı merkezlerde ittifak formüllerinin ve adayların isimlerinin de açıklanması bekleniyor. Zaten o tarihten dört ay sonra da seçim var. Dolayısıyla, önümüzdeki aydan itibaren ortaya çıkan tablo ve ölçümler ve olası sonuçlar hakkında konuşulmaya başlanacak.
Siyasi analizlerde sık kullanılan, adaylar açıklanınca da muhtemelen kullanılmaya devam edecek olan yaygın kalıp; "Yerel seçimlerin farklı özellikleri olduğu" iddiası. Bu iddiaya göre, yerel seçimlerde adayların isimleri çok önemli ve yerel siyaset dinamikleri daha etkili. Hem teorik olarak, hem de pratik örnekler dikkate alındığında, bu iddianın tamamen boş olduğunu söylemek zor. Gerçekten yerel siyasetin yapısı gereği bazı farklılıkları olması gerekir ve böyle sonuçlar yaratan pek çok örnek de yaşanmıştır. Fakat, bütün dünyayla birlikte derin bir siyasetsizleşme sürecindeki Türkiye'de, bugünkü zemin bu ezber cümleyi önemli ölçüde anlamsız hale getiriyor.Bugün, başta AKP olmak üzere bütün partilerde konuşulan adayların genel seçimlerdeki oy blokları üzerinde yaratabilecekleri etkilerle tartışılıyor olması bunun en büyük kanıtı. Adayların özellikleri ve avantajları (veya dezavantajları) üzerine yapılan bütün değerlendirmeler, onların mensup oldukları partiler dışındaki kesimlerden oy alabilme kabiliyetlerine bağlanıyor. Milliyetçilere veya Kürtlere göz kırpmak, kutuplaşmanın veya yumuşamanın siması olmak gibi. Aynı şey CHP'de kendi ismini dolaşıma sokan isimlerde de görülüyor. Yani yerel dinamik diye bahsedilen mesele, söz konusu seçim çevresindeki oy öbeklerinin sayısal dengesinden fazlası değil aslında.
Diğer yandan, kendisinin iktidarda olduğu belediyelere bile kayyım atamış olan AKP'nin Türkiye'nin en büyük iki şehrini tekrar aday yapmayacağı tanınmayan ve hatırlanmayacak isimlere teslim etmiş olması ve bunun herhangi bir siyasi sonuç yaratmamış olması da, "yerel dinamik" iddiasını zayıflatıyor. Muhalefet partileri açısından da, yerel yönetimler farklı siyaset kurma alanı olmaktan çok, gelir ve güç tedariki alanları olarak değerlendiriliyor. İktidar ve muhalefet partileri için yerellik, ilgili seçim çevresindeki parti teşkilatlarının biriktirdiği siyasi ikbal hevesinden fazla bir şey anlatmıyor çoğu zaman.
Bir süredir siyasetsizleştirmenin muhalefet cephesine fazlaca bulaştırmış olduğu projeciliğin de, yerel seçimlere dönük olarak çok işlemediği görülüyor. "Halkın önüne, onların somut sorunlarıyla ilgili projeler koymak lazım" iddiasının yerel seçim söz konusu olduğunda - çok daha kolay karşılık bulabilecekken- kimse tarafından fazlaca umursandığı yok. İktidar ve muhalefet partilerinin, yerel yönetim anlayışları veya farkları konusunda pek bir şey söylemedikleri gibi, bu konuda bir hazırlık yaptıklarına dair ortalıkta bir bilgi yok. İsmi dolaşımda olan adayların yerel yönetim perspektifleri veya deneyimlerinin de en azından şimdilik çok önde olduğu söylenemez.
İktidar partileri ve ana muhalefet partisi olarak CHP'yi dışarda bırakarak diğer muhalefet aktörlerine bakınca da uğraşılan değil, üzerine kafa yorulan bir yerel siyaset pratiğinin bile güçlü işaretleri görülmüyor. Kayyım atanarak gasp edilmiş belediyeleri geri alma hedefini önüne koyan ve ağır kuşatma şartlarında siyaset yapmaya çalışan HDP için bazı meşru bahaneler öne sürülebilir elbette. Ancak, şartların giderek ağırlaştığı şikayetleri eşliğinde, referandum ve 24 Haziran öncesiyle kıyaslanmayacak bir durgunluğun sadece yenilgi yorgunluğu ile açıklanması da, siyasi nihilizm kokan bir kolaycılık gibi duruyor.
Seçime ilişkin taktik ve stratejik pozisyonlar netleştiğinde de pek değişecek gibi görünmeyen tablo, 31 Mart için hemen bütün siyasi aktörlerin "kayıp ihtimalini karşılamaya" göre hazırlandıkları. Muhalefet, 2009 ve kısmen 2014 yerel seçimlerinde olduğu gibi değişikliği zorlayacak veya yoluna açacak bir atak beklentisinin hayli gerisinde. İktidar partileri de, ortak gücü "yeterli rıza" sınırının altına düşürmeme hesabında. İlk göstergeler, "yeterli rıza" payında MHP'nin karlı çıkacağını işaret ediyor. Kutuplaştırmaya dayalı konsolidasyonun pazarlıkçı kanatlara, bu argümanları dolaştırmaktan daha fazla bir siyasi hareket alanı açması zor görünüyor.
Bütün bunları birlikte düşününce, neredeyse bir ezbere dönüşen "yerel seçim dinamiği çok farklıdır" iddiasının bize ne anlattığını çözmek iyice zorlaşıyor. Belki öyle olması gerekir ama mevcut koşullar, ne dinamiği farklı, ne sonuçları başka değerlendirilecek bir seçim ve siyaset zemini göstermiyor. Türkiye'de daha önceki bazı yerel seçim deneyimlerinde olduğu gibi, siyasi aktörlerin yaklaşımlarından farklı olarak seçmenin beklenmedik mesajlar verme potansiyelinin yine ortaya çıkıp çıkmayacağına ilişkin de fazla veriye sahip değiliz. Zaten daha önce yaşanan böylesi gelişmeler de, yerel seçimlerin farklı dinamiklerinden çok, seçmenin yerel seçim sonuçlarının deneysel ataklara uygun olduğu düşüncesiyle daha ilişkili gibi.
Türkiye'nin tüm dünya ile paylaştığı siyasetsizleşme, siyasetin bir yönetim problemine indirgenmesi ve siyaset alanını kapatan sığlaşma sorunu, sadece yerel seçimleri değil, seçim süreçlerinin tamamını değiştirmiş durumda. Dolayısıyla, herhangi bir seçimi veya siyasi aktiviteyi ilişkili olduğu alandan dolayı farklı tarif etmenin pek bir dayanağı artık kalmadı. Bu nedenle, seçimlerin bir siyasi hareketlenme alanı olarak kullanılması dışındaki çabalar ve iddialar büyük ölçüde ya karşılıksız kalıyor ya da genel siyasi kapanmaya hizmet etmeye devam ediyor. Görünen o ki, Mart yerel seçimleri de genel bir siyasi hareketlenmenin değil lokal zafer arayışlarının kurbanı olacak.