Osmanlı ordusunun 1. Dünya Savaşı'na girişinin ikinci ayında giriştiği Sarıkamış harekâtı, 22 Aralık 1914’te başlamıştı. Bu hafta, 104. yıldönümü oluyor.
Türk milliyetçiliğinin, mağduru olduğu travmatik olaylarla da yüzleşmeme ‘töresi,’ malûm (link). Kimi kaynakların otuz bine kadar indirdiği, kimilerinin doksan bine çıkardığı, her halükârda on binlerce cana mal olan bu ‘olay’ da, 2000’lere kadar, resmî-millî tarih anlatısında, bir facia olarak zikredilip geçildi, unutuldu, unutulmak-unutturulmak istendi.[1] Rakip-muhalif milliyetçi tarih anlatıları da, bu nisyanı pek ellemediler.
Son on beş yılda, Sarıkamış hafızası değişti. Nasıl değişti – ve bu değişim, yüzleşme ‘kültürümüze’ dair bize neler söylüyor?
***
Öncelikle, bu değişimin ‘sivil’ bir itkiyle başlaması dikkate değerdir. Usta kalp-damar cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez’in öncülüğünü-sözcülüğünü yaptığı Sarıkamış Dayanışma Grubu, bazı yerel vakıfların işbirliğiyle, 2003 yılında bir anma töreni düzenledi ve harekâtın güzergâhında bir yürüyüş gerçekleştirdi. Ertesi yıl, anma programına Genelkurmay Başkanı Özkök himaye sağladı. O kışki anma yürüyüşüne, 4 binden fazla insan katıldı. 2005’te dernekleşen Sarıkamış Dayanışma Grubu, kaybolma riski taşıyan şehitliklerin tespiti için yürüyüşler düzenledi. O yıldan başlayarak, Sarıkamış şehitleri, ülkenin bütün camilerinde Aralık’ın son cuma gününün vaaz içeriğine dahil edildi. 2007’de Sarıkamış meydan muharebesi sahasını gören 2635 metre rakımlı Cıbıl Tepe’ye, 150 metrekarelik bir bayrağın asıldığı 54 metrelik bayrak direği dikildi. 100. yıldönümü olan 2014’e doğru Sarıkamış’la ilgili akademik ve popüler üretim tırmanarak, arttı. Akabinde, göreli bir durgunlaşma gözleniyor.
Bakiyesi, 2000’lere kadar “facia” olarak anılan Sarıkamış’ın artık “kahramanlık destanı” statüsü kazanmış olmasıdır.
Bunun bir alâmeti de, 2005’ten sonra yazılan pek çok yeni popüler hamasî Sarıkamış destanının, içe işleyen otantik halk türküsünün yerini alması:
“Oltu’dan girdik de Sarıkamış’a/Akıl ermez orda yatan üleşe/Askeri kırdıran Enverî Paşa/ Kitlendi kapılar, mekân ağladı/ Yüzbaşılar, yüzbaşılar/ Tabur tabura karşılar/ Yağmur yağıp gün değişin/ Yatan şehitler ışılar/ İbrişimin kozaları/ Battın Avşar kazaları /Sarıkamış’ta kırıldı/Gonca gülün tazeleri.”
***
Sarıkamış Dayanışma Grubu ve Bingür Sönmez’in niyetinin de, ‘kabaca’, bu olduğu anlaşılıyor. Öncelikle, Sarıkamış şehitlerinin unutulmamasını, itibar kazanmasını istiyorlardı. “Tek kurşun atmadan bir gecede donarak ölen zavallılar” imgesinin yerine, “göğüs göğüse, süngü süngüye çarpışmış kahramanlar” imgesini geçirmek istiyorlardı. Bunu başardıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
‘Kabaca’ dedim - Bingür Sönmez’in anlattıklarını dinlediğimiz zaman, ayrıca kimi incelikleri fark edebiliriz.[2] Kahramanlık anlatısının akışı içinde, bizzat kendisinin ‘bastırdığı’ incelikler… Öncelikle, cephelerden gayrı sivil ölümleri ve sürgünleriyle “2 milyondan fazla insan kaybettiğimiz” Dünya Savaşı’ndan, “hiç girmememiz gereken bir savaş…” diye bahsetmesi gibi… Sarıkamış harekâtının başlatılmasında, Enver Paşa’nın “büyük hayranı olduğu” Almanya’nın telkininin rolünü zikretmesi gibi…[3] Ve tabii, bu teşebbüsü açıkça intiharî hale getiren muazzam lojistik, organizasyon eksiklikleri gibi…
***
Sarıkamış’la ilgili resmî unutuşun başlıca nedenleri, genel nisyan ideolojisinin yanı sıra, Sönmez’in de zikrettiği gibi, ağır yenilgiden duyulan utanç ve Enver Paşa’yı karalama ‘ihtiyacı’ idi. (Harekâta katılanlardan Şerif İlden’in ilk kez 1922’de yayımlandığında, hemen 1914 sonunda yayın yasağı konmuş olan facianın ‘sır perdesini aralayan’ hatıratı,[4] ibret-onur ikiliğini mahfuz tutarken, Enver Paşa’ya can-ı gönülden kahreder.) Son on beş yıldaki Sarıkamış rehabilitasyonu, tam da bunların aksi yönde ifradıdır.[5] Bir yandan, devletin bekası ve millî ülkü uğruna ‘düşünmeden’ ve icabında ‘delice’ teşebbüslerin yüceliğini temsil eden Enver Paşa ve İttihatçılık hamaseti var (link).[6] Bu hamaset, kâh televizyon dizileri için kurgulanan kâh tarihten devşirilen hikâyelerin, adeta ne kadar imkânsız olsa, ne kadar intiharî olsa o kadar kıymetliymiş gibi tahayyül edilmesine yol açabiliyor. Sarıkamış, “yiğitçe ve cüretkâr bir girişim” diye övülüşüyle, şimdi de bu hamasetin ‘kurbanı’ olmasın? Gerçekten ne olduğuyla yüzleşmeyen, “bir daha asla” dersi çıkarmaya direnen bir yüzleşmenin…
***
Bingür Sönmez’in kişisel internet sitesindeki tanıtımında şu da not edilmiş: “Sonu ölümle biten operasyonları sevmediği için ‘Savaşlara Hayır’ diyor.” (link)
Sarıkamış’ı, ilk gençliğimde Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam’ından okumuştum.[7] Aydemir, ağabeyinin Sarıkamış cephesindeki ölüm haberini alınca asker olmak üzere başvurmuş ve o da oraya, Kafkas cephesine sevk edilmişti. “Bu, hayalimdeki harp değildi. Bu, belki bize talimgâhlarda öğrettikleri şeydi ama, bunun hiçbir şiiri, hayale hitap eden hiçbir tarafı yoktu,” diye hatırlar (s. 107). Onun için, savaşın gerçekliğiyle ilgili, genel olarak gerçeklikle ilgili, Enver’in idealizm denemeyecek taassup olarak tanımladığı ‘cezbesiyle’ ilgili bir aydınlanma anıdır Sarıkamış…
Sarıkamış harekâtından arta kalanlardan dinlediği “Sarıkamış hikâyeleri”ni aktarır sonra:
“Bu yolsuz, izsiz dağlarda, bir adım ilerisinin görülmediği kar tipileri ve fırtınalar arasında bir türlü sabahı gelmeyen zifirî bir gecede, hatta bir tek düşman görmeden, bir tek düşman öldürmeden olduğu yerde donan, eriyen binlerce yaralı ve yarasız insanın hikâyesini anlatırlardı. (…) Çöken imparatorluğun Türk milletine bu en son zulmünü anlatılırken, hâlâ hatırlıyorum ki onu anlatanlar bir an gelir, etraflarındaki sessizlikten ürkerek, hikâyelerini yavaşça ve yarı yerde keserlerdi.” (s. 102)
Sarıkamış’ı unutmama-unutturmamanın başka bir yordamını, Aydemir’in şu kadarcık satırı sezdirmiyor mu bize: insanları kırdırmanın, can değeri bilmemenin derin acısını hisseden bir ihtiram duruşu…
[1] Erken cumhuriyet döneminin genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak’ın değerlendirmesi, resmî görüşü özetler: “Sarıkamış’ta iki genç komutan –Enver Paşa ile Hafız Hakkı Paşa– ordunun ortalama kabiliyetini değerlendiremediler. Herkesi kendileri gibi görerek, kuvvetleri vaktinden önce boşa harcadılar. 13 ve 16 Aralık günkü fırsatları da kaçırdılar ve bizi yenilgiye uğrattılar.” (Büyük Harpte Şark Cephesi Harekâtı (Haz. Ahmet Tetik), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011).
[2] Bingür Sönmez- Reyhan Yıldız: Ateşe Dönen Dünya, Omnia Yayınları2, 2104 (ilk basımı 2010). Veya ayrıntılı bir söyleşi: http://www.yeniasya.com.tr/roportaj/sarikamis-tarihimizde-ibret-alinacak-bir-onur-sayfasidir_313351. Çift tırnak içindeki ifadeler, bu kaynaklardandır.
[3] İşin bu yanına dair şu yazıya bakabilirsiniz: https://www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2016/12/30/sarikamis-harekati-petrol-mu-turan-mi/
[4] Köprülülü Şerif (İlden): Sarıkamış. (Yayına hazırlayan Sami Önal). İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2006.
[5] Bunun bir örneği, Yavuz Özdemir’in Sarıkamış Harekatı kitabıdır (Historia Kitap, 2018 (ilk baskısı Erzurum Kalkınma Vakfı Yayınları 2003). Yazar, olayı, büyük ölçüde Enver Paşa’yı aldatan basiretsiz komutanlar yüzünden kaçırılmış bir baskın fırsatı olarak anlatır. Ancak en sonunda, “fırsatın” kaçmasına dair uzun bir sebep listesi sıralar: “Keşif faaliyetlerinin ve ikmal işlerinin yetersizliği, arazi ve mevsim şartlarının yeterince dikkate alınmamış olması, eğitim eksikliği, askerin el altında tutulamaması… artan döküntü ve firar olayları…” (s. 465-468) Meşhur Napolyon anekdotunu hatırlayalım: “Neden kaybettik?” sorusuna “birincisi, barutumuz bitmişti” diye on gerekçesini sıralamaya başlayan subayı “Yeter, diğerlerini saymana gerek yok” diyerek kesmesi var ya... (Napolyon demişken… Von der Goltz Paşa’nın Enver’den “kendini Napolyon zanneden adam” diye bahsettiğini, Enver’in kendisinin ise “Beni Napolyon’a benzetiyorlar, kabul etmem, çünkü ben ikinci adam olamam” dediğini biliyoruz.
[6] (100. yıldönümü arifesinde gençler için yayımlanan Sarıkamış Düş-tü’de de mesela, ibretlik ziyanlığı pekâlâ hakkıyla aktarılan harekâtın ardındaki “büyük düşler”e kıyamayan bir meyil vardır. Yavuz Gölbaşı: Sarıkamış Düş-tü. İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013 (1. Basımı).)
[7] Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1989. İlk basımı 1959. Aktaracağım alıntılar ve sayfa numaraları bu kitaptan.