Keşke yeni yıl kışın ortasında değil de baharla başlasaydı. Bahar mevsimi “yeni”yi müjdeler. Yeni bir doğuşu, canlanışı, uyanışı... Şimdi ise bir “son”un herhangi bir yerinde iken 2018’den 2019’a geçiyoruz ve takvimdeki yıl değişimi bizi bir alışkanlığın eseri olarak “yeni”yi düşünmeye zorluyor. Takdir edersiniz ki bu hiç kolay değil. Çünkü “son”u tarif etmek için “başlangıç”ın ufkunda bir aydınlanma gerekiyor. Tarif mukayeseden doğar, mukayese etmek için ise bir “durum”u esas almak lazım ama o “durum” ne?
Türkiye’deki “durum”un bugününü anlatmak için seçebileceğim yegâne kelime “belirsizlik” olurdu. Sonra mevcut durumun neden belirsiz olduğunu anlatırdım.Kullandığımız takvime göre yeni bir yıla girdiğimize göre, Türkiye’nin yakın yarınlarına bakıp ne gördüğümü söylemek için bana yeten tek sözcük “öngörülemezlik”ten başkası olmazdı.
Lakin belirsizlik ve öngörülemezlik, tarif eden sözcükler değillerdir, tam tersine tarifsizliği anlatırlar.
“Kış”ın ya da bir “son”un karanlığında, kimsenin o “son”un nasıl, ne zaman ve nerede tecelli edeceğini, “son”u hangi “yeni”nin izleyeceğini bildiğini sanmıyorum. Karar ve eylemleriyle bir “son”u hazırlayanların da sonrasını bilmeleri mümkün değil.
Ama şimdi herkes birbirine “son”u ve “sonrası”nı soruyor.
Bizi buna zorlayan nedir?
2018’den 2019’a geçiyor olmamız mı? Fakat bu çok saçma.
Keşke baharı bekleseydik.
Beklerken, henüz cevabı olmayan sorularla oyalanalım bari.
İşte zor sorular:
Bir: Bahardaki 31 Mart seçimlerinin sonuçları, iktidara karşı hangi oranlarda tutunan bir toplumsal-siyasal itirazı resmedecek?
İki: İktidarın 31 Mart seçimlerinin sonrasına kadar herhangi bir yapısal ve rasyonel müdahalede bulunamayacağı aşikâr olan ekonomik kriz, AKP ve MHP seçmeninin oy verme davranışı üzerinde hangi etkiyi yaratacak?
Üç: İktidar, AKP seçmeni içindeki önemli bir kesim geçim sıkıntısı, işsizlik ve iflaslar gibi faktörlerin kışkırtıcı etkisiyle kendisine sandıkta ceza kesmesin diye riskli eylemlere kalkışır mı?
Dört: Ekonomik kriz nedeniyle pastanın küçülmesinin sonucunda iktidarın büyük iş ortakları arasındaki bölüşüm ve dağıtım dengelerinin bozulması, ne gibi siyasi sonuçlara yol açacak?
Beş: İktidar 31 Mart seçimlerinden sonra IMF’nin kapısını çalacak mı?
Altı: Parlamento ve bağımsız kurulların etkin bütçe denetimini sonlandırmış, kendisini her türlü şeffaflık ve hesap verebilirlikten azade kılarak kamu alım ve yatırımlarını alabildiğine araçsallaştırmış bu iktidar IMF’nin alınmasını isteyebileceği tasarruf tedbirlerini kabule yanaşır mı, uygulayabilir mi, diyelim ki uyguladı, siyasi sonuçları ne olur?
Yedi: Varsayalım ki IMF’ye gidildi, buna iktidar ortağı MHP’nin tepkisi ne olur?
Sekiz: ABD ile ilişkileri iyi tutmadan IMF ile herhangi bir anlaşmanın mümkün olamayacağı herkesin malumu… IMF ile anlaşmanın ön koşulu olan “ABD ile ilişkilerin düzeltilmesi”nin karşılığında iktidar ne verecek, nelerden vazgeçecek?
Dokuz: ABD’nin Suriye’den çekilmesinin sonucunda Fırat eksenli ABD-Rusya dengesinin artık sona ermiş olması, Rusya’nın Türkiye’ye Suriye bağlamındaki bakışını nasıl etkileyecek? Rusya’nın nazarında, ABD’yi dengelemek söz konusu olduğunda Türkiye’nin artan önemi şimdi bu nispette azalacak mı?
On: Ankara’nın biraz da IMF perspektifi muvacehesinde Trump yönetimiyle geliştirmeye çalıştığı iyi ilişkiler Türkiye’ye Suriye’de Rusya’nın onayıyla açılan hareket alanını daraltacak mı?