“Biat etme” terimi, muhalif dile epeyce yerleşmiş bir kalıp. Kimisine “biat etti” diye kızılıyor, “biat ettirmek istiyorlar” ikazı yapılıyor, “biat etmeyiz” diye meydan okunuyor. “Akademi biat etmez” sloganındaki gibi… Kastedilen: koşulsuz itaat ve sadakat. Boyun eğmek.
***
Biat, Arapça “bey’at”tan dönüşmüş bir kelime. Bey’at: satmak ve satın almak, veya alış-veriş anlamından geliyor. İslâmî düşünüşte, mal alış-verişinden çıkıp, daha geniş ve siyasî bir anlam kazanmış: irade alış-verişi demek oluyor, siyasî olarak, ilkesel temelde benimsenen bir yöneticiye yetki devretmek anlamına geliyor. Özgün, ‘sahih’ kullanımında, işteş fiildir: biatlaşma. Karşılıklılık ifade eder, cemaat veya siyasî topluluk ile onun yöneticilik yetkisi verdiği kişi, birbirlerine söz verir, o sözle yükümlenirler. Peygamberin, önemli olaylar veya girişimler öncesinde, cemaatiyle özel olarak biatlaştığı aktarılır.***
Biat, İslâm siyaset felsefesinin kilit kavramlarından biri. Diyebiliriz ki, bütün temel meseleleri bunun üzerinden tartışabilirsiniz. Otoritenin, tahakkümün ve demokrasinin ‘imkân ve ihtimaliyatı’, bu kavramda billurlaşır.
1990’larda Türkiye’deki İslâmcılık tartışmalarında üzerinde epey konuşuluyordu. Saltanatçı-despotik geleneği sorgulayan İslâmcılar, yozlaştığını düşündükleri biat kavramını ‘sahih’ kaynağına iade etmeye çalışıyorlardı. Onlara göre, peygamber ve raşid halifeler döneminde biat gönül rızası ile alınmış, fakat ondan sonra “ısırıcı melikler, diktatörler, zulüm ve baskı ile sözde biat almışlar” idi.[1] “İmam Ebu Hanife gibi önder müminler cebirle alınan biatin geçersizliğini Emevi despotlarının yüzlerine haykırmış” idiler.
Bu eleştiriyi geliştirenlere göre, “fakihlerın çoğunluğu fâsık halifeye yapılan biatin geçersiz olduğu” kanısındaydılar. “Ancak Ehl-i Sünnet imamlarının çoğunluğu karışıklık çıkmasındansa fâsık imama itaati caiz görmüşler”di. Malûm, ‘on yıllık tiranlık, bir günlük devletsizlikten iyidir’ şiârı… Emeviler’den itibaren, sultanlar, “biati sadece bürokratik, törensel bir prosedür olarak uygulamış, aslî özünü yok etmişler”di.
İbn Haldun’da da rastlarız bu eleştiriye. “Günümüzde el, etek, ayak ve yer öpülmek suretile hükümdarlara kisravârî (ve krallar gibi) selâmlanması”na biat denmesinin, ancak mecazî olabileceğini söyler o. Ama şu şekilde kullanıla kullanıla, mecaz olmaktan çıkıp örfe dönüştüğünü vurgular. Böyle böyle, “Halkın elini sıkmak ve onlarla musafaha etmekten müstağni kalınmış,” tevazu ve alçak gönüllülükten uzaklaşılmıştır - “halbuki aslında biatin hakiki manası budur,” ona göre.[2]
***
19. yüzyıl Osmanlı’sındaki özgürleşme arayışında da, Namık Kemal, biat kavramına bu arayışın bir tutamağı olarak yapışmış, biat’ı toplum sözleşmesinin karşılığı veya İslâmcası diye teklif etmişti. “Bey’at-ı âmme” terimini kullanıyordu, kamusal biat veya kamusal biatlaşma diyebiliriz.
“Mülkümüzde hakim biziz; hepimizin hükümete iştirâkimiz vardır. Fakat hükümetin emr-i icrasını bey’at-ı meşrûa ile Âl-i Osman’a [Osmanoğulları’na] tevdî ettik,” diyordu. Neticede, “bir cemiyet halkının içlerinden birine akd-i bey’at eylemesi”nden ibaret, koşullu bir yetki devri olmalıydı bu.”[3]
***
Türkiye İslâmcılığının modern tarihinde biat kavramını canlandıran, Nuri Pakdil olsa gerektir. Pakdil 1969-1981 arası denemelerini Biat başlığı altında kitaplaştırmıştır.[4] O, biat kavramı etrafında, esasen bağlanma/angajman arıyordu. Bir edebiyatçı olarak, “bağımlı edebiyat”la olan meselesiyle de alâkalıydı bu. ‘Sorumsuz Batı/burjuva edebiyatı’ karşısında angaje edebiyat, “insanı yuvarlanan taşın altında bırakmama çabası”nı temsil ediyordu. Ama onun da eleştirel bir ilgiyle okuduğu “Marksçı yazarların” bu çabası yetersiz kalmıştı, çünkü onlar “en soyut anlamda biat gereğini duyma”mışlardı. “Çünkü biat olmadan, insan da, eylem de, düşünce de, edebiyat da muallaktadır,” Pakdil’e göre (I/42-46) – kastettiği tahmin edileceği gibi “Kutsal kitap”a, peygamberlere bağlanmadır: “Kalem, bağlı bunlarla” (I/12). Biat’la kastı budur. O bu kavramı, şöyle açıklar: “Tanrıyı özgürce seçmek, özgürce inanmak” (III/43); “Sorumluluğu her zaman, her yerde duymak” (I/95); “Bağımlı yaşamak. Buna alışmalıyım.” (I/19)
***
80’lerde ve daha çok 90’lar İslâmcılığında, kavramın sahihliğini iade gayreti öne çıkar. Ercüment Özkan, 1985’te İktibas’ta “Biat” üzerine bir dizi yazısında, biat’ın “devlet kurucu irade”nin varlığını gerektirdiğini savunur; cemaat, parti veya örgüt başkanı vs.’ye biat etmek diye bir şey söz konusu olamaz ona göre – bu onun tarikatlarla mücadelesinin de bir parçasıdır.
90’larda, eleştirel-radikal İslâmcılık’ta, -başlarda da değindim-, biatin yerleşik anti-demokratik kullanımını sorgulama eğilimi güçlenmiştir. Biat’ın devrettiği otorite hakkının yöneticinin kişiliğinde somutlaşan, kişiye dayalı bir otorite biçimi olmadığı, bunun tamamen “anayasal” (İslâmî anlamda) bir iktidar türü olduğu ‘hatırlatılır’.[5]
***
Yakın zamanlarda, bu kabil hatırlatmaları ara ara Abdurrahman Dilipak yapıyor. 2010’da biat’ın, bir kişinin bir başka kişiye itaatini ifade etmediğini, kişiye değil söze sadakatin esas olduğunu vurguluyor: “Biat taraflar arasında, zaman, mekân ve şartlara havi bir sözleşmedir.”[6] 2014’te biat’ın sahih anlamına çağırırken “Kula kulluk yok!” ihtarında bulunma gereği duyuyor; şeyhe, lidere, örgüte, “abilere” bağlanmayı biat’la karıştırmamayı ikaz ediyor, biat’ın esası olarak “kişiye değil, söze sadakat” ilkesini hatırlatıyor.[7] 2018’de, bundan üç ay kadar önce, siyasî sözleşmeyle biat yetkisi verilen kişinin “saltanat süren değil, ‘hadim’ [hizmet eden]” olması gerektiğini, “yetkisini sizden alan ve size hesap veren, sizinle istişare eden, sizi dinleyen” biri olması gerektiğini vurguluyor.[8] (Her seferinde kimlerin kastedildiğini anlıyorsunuz.) Biraz, ‘anlatamıyorum, dilimde tüy bitti’ havasında…
***
İbn Haldun’dan, Namık Kemal’e, 80’lere, 90’lara kadar ve hâlâ, İslâm siyasî düşüncesi içinde biat kavramını ‘doğrultmaya’ çabalayanlarınki, doğrusu, umutsuzca demeyeceksek, semeresiz bir çaba gibi görünüyor!
Tarikat bağlılarında, “biatsız kalma” endişesi, zaten bilhassa güçlü. “Her kim boynunda bir biat olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölür” hadisi, “bir şeyhe biat” anlamına yorularak, (söze/sözleşmeye değil) şahsa itaat-sadakat bağına zorluyor. Bunun, “ulu’l-emre” itaate bitiştirilmesi de zor olmuyor. Sadece tarikat bağlıları için değil, bütün “inananlar” için. “Büyük Reis”e itaatin, “Biatsa biat, itaatsa itaat!” diye bir meydan okumaya dönüştürülebildiği bir vasatta…[9]
***
Bir de, ülkücüler arasında, “biatsiz sadakat” sloganı var. Lider-teşkilat-doktrin hükmünden mülhem, gayrı resmî bir şiâr; “Ocak jargonu”… Bu da ‘inadına’ havasında; karşılıklılık, mutabakat, ilkeye bağlılık falan aramadan, kayıtsız şartsız itaatin hamaseti…
Galiba biatin yaşayan ‘hakikati’ de budur: koşulsuz itaat, kör sadakat, ‘düz’ teslimiyet tarafından yutulmuş, onların berkitme sıfatı (eski dilde: mübalağa sıfatı) olmuştur. Kökenindeki anlama nazaran galat sayılabilir. Ama kim ne diyebilir, var mı bundan daha meşhur bir galat-ı meşhur!
[1] Fevzi Zülaloğlu: “Ahde Vefa Mü’minlerin Şiarıdır”, Haksöz, Sayı 78 (Eylül 1997). Aşağıdaki aktarım da bu makaleden.
[2] İbn Haldun: Mukaddime. Haz . ve çev. Süleyman Uludağ. Dergâh Yayınları, İstanbul 2017 (14. baskı), s. 449.
[3] Sürgünde Muhalefet: Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi (1869-1870) – 2 cilt. Yayına hazırlayan: Alp Eren Topal. VakıfBank Kültür Yayınları, 2018, s. I-61 ve II-10.
[4] Üç ufak cilttir. İlk cildin basım tarihi 1973, ikincisininki 1977, üçüncüsününki 1981. Yeni basımları 2015’te Edebiyat Dergisi Yayınları’nca yapıldı.
[5] Örn. Muhammed Abdülcebbar: ”İslâm yönetim biçiminde iktidarın kaynağı, ”Umran, Kasım/Aralık 1993, s. 7-9 ( El-Alem’den çeviri).
[6] Abdurrahman Dilipak, “Biat, hilafet, ulul emr”, Haksöz, 20 Temmuz 2010.
[7] Abdurrahman Dilipak: “Biat, iteat vs.”, Yeni Akit, 23 Ocak 2014.
[8] Abdurrahman Dilipak: “Kurtarıcı liderlik fenomeni”, Yeni Akit, 17 Ekim 2018.
[9] Mehmet Metiner’in 5 Ocak 2014 beyanatı: “Ölümüne arkasında duruyoruz. Evet, biz biatçıyız! Biz sadakatle ideallerimizin önderi olan kişinin izinden gitme noktasında evet biat özleriyiz.” Ve bir köşe yazısı: “Yalnız değilsin büyük Reis, arkanda millet var!"”, Star, 29 Ekim 2016.