Ernesto Laclau, popülizmi demokrasinin demokratikleştirilmesi olarak görmüştü. Fikir ortağı Chantal Mouffe, Sol Popülizm kitabında,[1] neoliberal çağın eşitlik ve halk egemenliğini erozyona uğratan hükümranlığıyla mücadele ve onu alt edebilmek için bir “popülist moment”i zarurî görüyor. Kastı, tam teşekküllü bir program olarak popülizm değil (zaten popülizmin muayyen bir içeriği yoktur), bir politik strateji olarak popülizm. Öncelikle politikaya ideolojisizleşme-merkezleşme çığırının unutturduğu agonistik dinamiği geri kazandırmak için; yani ayrım çizgileri çizebilmek, bu çizgileri ‘doğru’ yerlerden çekebilmek, talebini bir çoğunluk talebine dönüştürme becerisi kazanmak, bunun gerektirdiği duygulanımsal seferberliği yaratabilmek için. Velhâsıl popülizm isim değil sıfattır, bir yordam, bir tarz - bir politik seferberlik stratejisi.[2]
***
Popülizm tartışmasının sınıfsal cephesi önemli. Laclau ile Mouffe, 1980’lerde ve 90’larda solu, işçi sınıfının tarihsel devrimci özneliğine ‘kıskançça’ sarılıp yeni toplumsal hareketlerin dinamiğini ihmal etmekle eleştirmişlerdi. Mouffe şimdi, çubuğun yeni toplumsal hareketlere biraz fazlaca büküldüğünden yakınıyor. Nitekim Batı’da popülist solu, “kimlik siyasetine karşı sınıf siyasetinin” ihyâsı olarak okuyup benimseyenler vardır. Özellikle ABD’de Trump fecaati üzerine, solun “pembeye odaklanıp kırmızıyı unuttuğu,” yani feminist ve LBGT “ve saire” gündeme takılıp sosyal hak mücadelelerini unuttuğu yakınması epey revaç buldu. Nancy Fraser’ın hem nalına hem mıhına eleştirisini biliyoruz; o, “neoliberal ilericiliğin” bastırılan kimliklerin tanınma taleplerini asimile etmesine ve sosyal hak mücadeleleri gündeminden ayırmasına fırsat verilmiş olmasından rahatsızdır, ama bunlara boş vermeyi değil eşitlik ve sosyal hak talepleriyle birbirine iliklenmesini savunur. “Yeni toplumsal hareketler” ve “kimlik hareketleri” denilenlerin, sınıf çelişkilerini ve sınıf oluşumlarını teşhis etmenin ufkunu genişleten katkısı ihmal edilemez.
Mouffe de, yeni toplumsal hareketlerle işçi sınıfı arasında bağ kurmaktan söz ederken, neoliberalizmin yeni antagonistik ayrımlarını da kapsamak gerektiğine değiniyor. Sadece değinilip geçilen bu bahiste, kilit kavramın prekarya olduğunu düşünüyorum.[3] Almanya’da popülist sosyalizmin çok tartışılan politikacı-düşünürü Sarah Wagenknecht’in tavsifiyle, “geçici çalışanlar, taşeron işçileri, bitmeyen stajların stajyerleri, ‘mini işler’le idare edenler…” Wagenknecht, giderek büyüyen bu kitlenin mevcut sendikal yapılar tarafından temsil edilmediklerini, edilemediklerini vurgular.[4] Bence günümüzde bir popülist sol politikanın sınıfsal dayanağı ve ‘momenti’ buradadır: kapitalizmin bilişimsel ve süper-esnek üretim ağı içinde sadece istihdam rejimi bakımından değil duygulanımsal bakımdan da atomize olmuş, ‘dağılmış’, seyyarlaşmış, geleneksel sınıf örgütlenmelerinin kapsama alanına giremeyen prekarya. (Müstakil bir kesimi değil, prekarizasyon sürecine tabi olan herkesi, yani emekçilerin kâhir ekseriyetini kastediyoruz.) Tam da bu atomlaşmış dağınıklıkları, onları popülizmin politik yordamına, seslenme şekline müsait kılıyor. “Postkapitalist” bir politika perspektifi geliştirmeye çalışan Srnicek&Williams, proletaryanın tarihinde hiç olmadığı kadar parçalandığı bu vasatta (prekarya kavramı, bir cephesiyle, zaten bu parçalanmayı anlatıyor!), popülist bir “halk” anlayışının, farklı emek ‘sektörlerinin’ çelişki ve tecrübe dünyalarını birleştirebileceğini düşünüyorlar.[5]
Prekaryayı siyasal ve sosyal-ekonomik adalet talebinin öznesi olarak politize etmeyi bir sol dirilişin kilidi sayan Alphan Telek, bu yönelime “sol-dönüşüm” diye bir tanım getirirken, popülizm kavramıyla ülfete tam da sahici bir dönüşümden alıkoyacağı düşüncesiyle kesinkes karşı çıkıyor.[6] Bu risk baki, -buna geleceğiz-, fakat Telek’in popülizm kavramını modaya kapılmak sayarak, kolaycılık addederek ve neticede “Makyavelist ve Leninist strateji” anlayışından fazlasını ifade etmediğini söyleyerek geri çevirirken, onu fazla küçümsediğini düşünüyorum.
***
Keza hiç itibar etmediği sol popülizmin her nevisinin neticede sağa alan açtığını düşünen Fransız sosyolog Didier Eribon’un 2009’da çıkan Reims’e Dönüş kitabı,[7] Avrupa’da sol popülistler için bir çeşit kült mahiyetindedir! Eribon, bu otobiyografik eserinde, kendi sıkı Komünist Partili taşralı işçi ailesinin ırkçı Le Pen seçmeni haline gelmesiyle hesaplaşır. Her şeyden önce, popülizm kavramının “halkın irrasyonalitesi” anlamında kullanımına karşı çıkar. Aktardığı sağcılaşma görünürde iktisadî krizin suçunu göçmenlerin sırtına yıkma kolaycılığına dayanır ama arkasında, elitlerin ve aydınların kendilerini (“basit halkı”) hiçe saymasına karşı “sınıf onuruna” sahip çıkıyorlardır. Eribon bunun sebeplerini ararken, sosyalist aydınların, Marksizmin başka bütün meseleleri ikincil sayan sansürünü aşabilmek için, bu defa da onun “tek meselesi” olan sınıf konusunu sansür etmiş olmasından yakınır (yukarıda da değinmiştik bu yakınmaya). Bana kitapta en etkileyici gelen yerler: Solcuların ‘aşağıdakilerden’ uzaklaşmasına, yönetilenlerin dilinden yönetenlerin diline geçmesine, tasavvurunda “mücadele edenler”i “mağdur”a dönüştürmesine, ‘geldiği yerin’ dilini unutmasına ve bence çok önemli: taşrayla temasını yitirmesine dikkat çektiği yerler. Popülist ‘momentin,’ isterseniz onu yine benimsemeyin, bunların farkına varmayı sağlamak gibi bir istifadesi yok mudur?
***
Popülizmin, evrensel bir iddiayı, fikri, programı yerlileştirme ameliyesi olarak işlevini inkâr etmek zor.[8] Uçsuz bucaksız popülizm tariflerinde arada bir değinilen “folklorik”[9] veçhe var ya – halk bilgisi. Politikayı –‘kitabî,’ doktriner olmaktan çıkartıp– halk bilgisiyle giydirmek, ona can katmak... politikayı kültürlendirmek de diyebilirsiniz.
Peki, hangi kültür? Hele kültürel hegemonya mücadelesinin hüküm sürdüğü Kulturkampf koşullarında, bir kültürün “kodları,” ötekininkini silerken? Sol Popülizm kitabının sonunda Ahmet İnsel’in Mouffe’ye sorduğu şu soruyla doğrudan alâkalı bu: iki farklı “halk” tasavvuru imgesi karşı karşıya geldiğinde (basitçe, sağ ve sol, diyelim), ne olacak? Mouffe, “çoğu durumda iç savaşa götürür,” diyerek, İrlanda’dan dem vurarak geçiştiriyor bu soruyu.
Soruyu şöyle sorsak: popülist sıfatı, hasım kültür kürelerine nüfuz edebilecek ya da sembolizmlerle ayrışmış kültür kürelerini yatay kesebilecek bir hegemonik kapasite geliştirmeye yarayabilir mi?
Her halükârda, özsel değil ilişkisel düşünerek yol alabiliriz. “Halkı,” halk bilgisini ve “kültürünü” birtakım “kodlarla” düşünmek yerine, keza “otantisite” sicillerine güvenmek yerine, temasın ve ilişkinin bilgisine, deneyimine, dönüştürücülüğüne alan açarak. (Malûm, Mouffe’nin söylem kavramını “lâf”la sınırlamasa bile “söylemselliğe” kısılı kılması eleştirildiği bir nokta.) Popülist solun temsili demokrasiyi doğrudan demokrasi mekanizmalarıyla takviye arayışının hiza alacağı düstur, bu olsa gerek.
***
Halk lâfının muğlaklığı, popülizmin gücü ve zaafıdır. Halk, yurttaşlar topluluğu anlamına da, avam (sıradan insanlar) anlamına da, millet anlamına da gelebilir. Popülizmin şekli şemaili, bu anlamların hangisini tercih ettiğine, aslında aralarındaki rabıtayı nasıl kurduğuna göre belirlenir.
Popülist solculuk açısından, yurttaşlığın tüketicileştirildiği-müşterileştirildiği Batı vasatında, Mouffe’nin savunduğu gibi ona Cumhuriyetçi bir politik cemaat anlamı yüklemek farz görünüyor. Hayatın her alanının ticarîleşmesine (“her şeyin para olmasına”) ve eşitsizlik derinleşirken zenginliğin küstah teşhirine (Wagenknecht’ten misal getirirsek: “hali vakti yerinde olanlar, milyarderler, süper zenginler”) kahreden bir popülist dil, Mouffe’nin günlük politik dile tercüme edilemezliğinden yakındığı anti-kapitalist söylemi takviye edebilir.
Sıradan insandan, avamdan solun anlayacağı, ezilenler, yoksullardır. Avamîliğin veya eski tabirle avamfiripliğin ayartıcı dayanağı, toplumda yer etmiş ahlâkçı manikeist söylemdir;[10] bu iyi-kötü ikiliğinin solu ‘bozacak’ riski de, vulgerizasyonun oportünizme varması ve anti-entelektüalizm. Murat Belge sağın popülizminin, “insanların ‘en az övünülecek’ özelliklerine… gizlediği kirli yerlerine hitap etmek” olduğunu yazmıştı.[11] O halde, muhafazakâr ahlâkçılığıyla temel insanî erdemlerin ar perdesini yırtan popülist sağcılığın aksine popülist bir sol, işte o erdemlere, insanların ‘soylu’ yanlarına hitap etmeyi arayacaktır. Hamasetse, insanî kahramanlığı, medenî cesareti ajite ederek… Politikayı ahlâkîleştirmenin ölçüsünü, “samimiyet”i, dobralığı, otantisiteyi bu erdemlere dolayarak…
***
Tabii sol açısından en zorlusu, halkın millet anlamı… Yurttaş cemaati anlamına ve cumhuriyetçi yurtseverliğe olabildiğince bitiştirilmiş ulus anlayışı ile özcü millet anlayışı arasındaki ayrımın fiilen o kadar rahat yapılamamasından başlayan bir dert. Günümüzde Mouffe’nin de ikrar ettiği gibi sol popülizmi bir çeşit yeni sosyal demokrasi olarak düşünecek olursak, sosyal demokrasinin 20. yüzyıl başındaki tarihsel milliyetçi “ihaneti” de gelebilecektir hatıra. Bugün de popülist solun, neoliberal globalleşmenin politik söz ve karar süreçlerini ‘kapatan’ etkilerine karşı politikayı yeniden erişilir kılmanın kurumsal çerçevesi olarak ulus-devleti popüler-demokratik bir istikamette dönüştürme hedefi, milliyetçiliğe ‘kayabiliyor’. Özellikle, göçmenleri ulus-devletin harim-i ismetini ihlâl eden bir arıza olarak algılayan ırkçılıkla reaksiyona girerek…
***
Hep fısıldayan ikaz: Belki çareyi popülist değil popüler olmakta aramalı – ama o da pek ince bir çizgi, kâğıdın üzerinde durduğu gibi durmuyor.
Sağ ve sol popülizmleri mukayese eden bir çalışmada, sol popülizmin ‘hayırlı’ eksikleri olarak şunlar sayılıyor: anti-entelektüalizm, kurumlara (başta bağımsız/ca yargı) husumet ve anti-politik ahlâkçı söylem.[12] Aman, sahiden eksik olsun, diyelim, çünkü bunlardan kaçınmanın da teminatı yoktur. Kaldı ki, bu kısa yazıda değindik, riskler bununla bitmiyor. Milliyetçilikle simbiyoza girme riskinin altını tekrar çizelim.
Bir riski daha ilave etmeli: Lider ‘meselesi’. Popülist çıkışlar, tarihsel olarak hemen her zaman kültleştirilen, mitleştirilen ‘büyük’ (ve istisnalar –Evita!– haricinde erkek) liderlerle kaim olmuş. (Aybars Yanık, günümüz popülist sağının alâmet-i farikalarından birini “süper kahraman” mitiyle tarif etmişti. ) Bu risk faktörüne karşı, Occupy gibi kitlesel popülist protesto deneyimlerinin lidersizliğine veya Syriza, Podemos gibi tecrübelerin ‘o kadar’ lider-odaklı olmayışına dikkat çekenler var. Mouffe ise aksine, biraz da ‘ne varmış yani’ havasında, otoriter olmayan ve kendini ‘süper-kahramanlaştırmayan’ bir karizmatik liderliğin duygulanımsal seferberlik gücünü yabana atmamak gerektiği kanısında.
***
Mouffe’nin geliştirmeye vesile olduğu tartışma, Batı hatta Batı Avrupa mahreçlidir. Bütün bunları Batı-dışı bağlamda ve özellikle Türkiye bağlamında tartışmaya devam edelim. Başka bir yazıda.
[1] Chantal Mouffe: Sol Popülizm. Çev. Aybars Yanık. İletişim Yayınları, İstanbul 2019.
[2] Oliver Marchart: “Kritik am Populismus ist inhaltslos,” Der Standard, 9 Ağustos 2017.
[3] Bu konuda ‘temel eser’: Guy Standing: Prekarya – Yeni Tehlikeli Sınıf. Çev. Ergin Bulut. İletişim Yayınları, İstanbul 2019 (5. Baskı).
[4] Sarah Wagenknecht: Couragiert gegen den Strom. Westend Verlag, Frankfurt a. M. 2017, s. 84.
[5] Nick Srnicek ve Alex Williams: Geleceği İcat Etmek. Çev. Ahmet Alphan Sabancı. Tudem/Delidolu, Ankara 2017, s. 280-290.
[6] Alphan Telek: “Sol popülizme karşı sol-dönüşüm ve prekarya,” Birikim, sayı 354 (Ekim 2018), s. 21-31.
[7] Didier Eribon: Rückkehr nach Reims. Edition Suhrkamp, Berlin 2016, s. 118-125. Mouffe de yeni kitabında değiniyor; onun “kesintisiz bir Mayıs 68’i savunduğu” kanısında, age., s. 124.
[8] Karin Priester: Rechter und Linker Populismus. Campus Verlag, Frankfurt a. M. 2016, s. 209.
[9] Cas Mudde ve Cristóbal Rovira Kaltwasser: Popülizm – Kısa Bir Giriş. Çev. Erdem Türközü. Nika Yayınevi, Ankara 2019, s. 15. Srnicek&Williams, doğrudanlığa abanıp direnişi amaçlaştırırken genişlemeye ve ‘büyük’ politikaya dönük çözüm geliştiremeyen bir tarz-ı siyaset olarak folk siyaset kavramını kullanıyorlar. Onlara göre folk siyaset, sol popülizme ‘sıçramalı’ (age., s. 25-30).
[10] Mudde ve Kaltwasser, age., s. 119.
[11] Murat Belge: “Siz isterseniz…” – Popülizm Üzerine Yazılar. İletişim Yayınları, İstanbul 2018, s. 17-8.
[12] Karin Priester, age., s. 212.
[13] http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8480/populizm-vi-kahramanlar-cagi-ve-adalet#.XQ4mm-szbX4